- 1124 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Yasak Tenler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Evden çıkmadan önce aynanın karşısına geçip yüzüne son bir kez daha baktı.
Kırk yaşını aşalı bir iki sene olmuştu. Elleriyle yer yer beyazlamış sakallarına ve yanları iyice aklaşmış saçlarına dokundu hafifçe. Bu sabah içinde biraz çocuksu, biraz da suçlu farklı duygular yaşıyordu. On beş yıllık evliliğinde hiç yapmadığı bir şeyi yapıyordu. Şu aralar karısına ihanet ediyordu. Bir anda aşık olmuştu, nasıl olduğunu kendisinin de anlamadığı bir şekilde. Adı Zülal’di ve kendisinden yirmi yaş küçüktü aşık olduğu bu kız.
Zülal’i daha ilk gördüğünde içi ürpermişti. Simsiyah kocaman kömür karası gözleri, bu gözlere dantel gibi işlenmiş uzun ve kalın kirpikler..güldüğünde içine bahar ferahlığı veren inci gibi sıralanmış bembeyaz dişler ve bu dişleri muhafaza altına almış her daim öpülesi kiraz gibi etli dudaklar. Arkadaşı İsmet’in dershanesinde bir ay önce işe başlamıştı Zülal. Bu bir ay içinde belki de arkadaşını hiç ziyaret etmediği kadar çok ziyaret etmişti.
Evden veya işten ne zaman dışarı çıksa ayakları karşı konulmaz bir şekilde onu Zülal’e sürüklüyordu. Gözleri açıkken bile onu hayal ediyor, kalbini uzundur hasret kaldığı ılık bir titreme sarıyordu. Yaptığının doğru olmadığını bildiği ve vicdanın sürekli bu yasak aşka "dur" demesine rağmen kendisine bir türlü mani olamıyordu. Belki de bu "dur " uyarılarına boyun eğmemesinin en büyük nedeni artık evliliğinde kurumaya yüz tutmuş aşk çiçeklerinin Zülal’le yeniden can buluyor olmasıydı.
Karısıyla yaptıkları mantık evlilikleri ilk yıllar çok iyi olmasa da, biraz idareyle her türlü manevi lezzetten yoksun bir şekilde yürümüştü. Ama birinci çocuğun ardından aralarına buz dağları girmeye başlamış, ikinci çocuktan sonra, bu buzdağları aralarında derinlere doğru büyüyüp bir daha hiç erimeyecek bir hal almıştı. Birbirlerine uygun olmadıkları anladıklarındaysa artık çok geç olmuştu. Ve buz dağlarının kendilerini birbirlerinden tamamen ayırmalarına engel olansa çocukları olmuştu. Şimdilerde aynı evi paylaşan iki müstakil yabancı gibiydiler. Yatakları bile ayrı ayrıydı. Evde sadece anne, baba rollerini yerine getiriyorlardı. Asla iki sevgili, iki aşık, iki gönül yoldaşı değillerdi artık. Gerekmedikçe birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı. Normalin dışında yaptıkları konuşmalarsa kısa bir süre sonra yerini didişmeye, inatlaşmaya hatta kavgaya kadar götürüyordu onları.
Ama artık bu kavgalarını daha ustaca yapıyorlardı. Kavgalarını öyle büyütmüyorlardı, çünkü sonuçta değişen bir şey olmuyordu. O yüzden daha fazla yıpranmamak adına suskun kalmayı tercih ediyorlardı.
Tarık aynaya bakarak saçını ve kıyafetini bir kez daha düzelterek evden dışarı çıktı. Bugün her zamankinden daha heyecanlı olmasının asıl nedeni Zülal’le dershane dışında ilk kez bir pastahanede buluşacak olmasındandı. Açıkçası birilerinin bu buluşmayı görmesinden çekiniyordu. Ama asıl korkusu Zülal’in de kendisi gibi evli olması ve onun da bu tehlikeyi taşıyor olmasıydı.
Zülal, pastanenin kapısına doğru yürürken suçluluk duygusu bütün bedenini alev alev yakıyordu, yaptığının büyük bir yanlış olduğunun farkındaydı. Fakat kocası Bahri’nin kendisine olan ilgisizliği, bir de bunların üstüne Tarık’ın kendisine yaptığı hoş espriler, tatlı ve manalı tebessümleri onu bu tehlikeli heyecan girdabına çekmişti. Aslında Tarık’ın “Benimle bir çay içer misin?” teklifine ilk başta çok şaşırmış pek anlam verememişti. Ama şimdi bu teklife olumlu karşılık vermiş ve bu yasak buluşmanın kendisini nerelere sürükleyeceğini pek düşünmeden buraya gelmişti.
Tarık’ın bir anda gözleri parladı! Zülal pastaneden içeri girmiş, mahçup bir gülümsemeyle kendisinin bulunduğu masaya doğru geliyordu.
“Hoş geldin Zülal”
“Merhaba, hoş bulduk.”
“Geldiğin için çok teşekkür ederim.”
“Önemli değil. Bu arada fazla vaktim yok. Birazdan kalkmalıyım olur mu?”
“Tabi, tabi” dedi Tarık. Sonra Zülal’e büyülenmiş gibi bakmaya başladı. Yıllardır hiç hissetmediği, bir kıpırdanış yaşıyordu içinde. Kendisi artık yüzünü hazana çevirmiş bir çınar ağacı misaliydi. Oysa Zülal... Tıpkı baharın büyüleyen leylakları ve zambakları gibi taptaze ve bir yavru ceylan masumiyetindeydi. Tarık, Zülal’le hoş bir muhabbete dalmışken ara ara “ben burada ne yapıyorum diye düşünse de kendini Zülal’e çoktan kaptırdığının farkındaydı. Ve şimdi, şu an, yani tam karşısında dururken, bedeli ne olursa olsun ona karşı hissettiği bütün duyguları bir bir söyleyecekti.
Bir süre konuştular, daha doğrusu Tarık sürekli iltifat ediyor, Zülal’se kendisine yapılan iltifatlara karşılık al al olmuş yüzüyle sadece tebessüm ediyordu. Aradan bir zaman geçmişti ki Tarık’ın mesaj dolu bakışları Zülal’in gözlerine bir katarakt gibi indi.
Tarık’ın bu bakışı Zülal’in içini ürpertti. Bu baygın bakıştan anlamıştı Tarık’ın kendisine farklı bir şeyler söyleyeceğini.
“Zülal sana bir şey söylemek istiyorum. Aslında nasıl diyeceğimi bilmiyorum. Belki bu söyleyeceklerim için bana çok kızacaksın. Ama bu düşüncelerimi beni bir daha hiç görmeyecek olsan da paylaşmak istiyorum seninle. Zülal ne kadar güzel bir kız olduğunu hep söylüyorum sana. Ve ben seni her gördüğümde inanılmaz mutlu oluyorum. Seninleyken bile seni özlüyorum desem kızar mızın bana? Her dakika, her saniye seni görmek istiyorum. Bilmiyorum, ama sen çok farklısın. Yani anlayacağın... Ben sana aşığım!
Zülal alnında biriken minik ter zerrelerini sildi elinde tuttuğu buruşuk peçeteyle. Tarık’ın ansızın gelen bu itirafı utandırmıştı kendisini nedense. Başını hafifçe önüne eğdi. Bir şeyler söylemek için yutkundu. Bu arada ona nasıl hitap edeceğine de şu an karar veremiyordu. Bugüne kadar dershanede ona hep Tarık abi, yada, Tarık Bey demişti.
“Tarık abi inanın siz çok iyi birisiniz”.dedi titrek sesiyle. “Ben de sizi görünce hep seviniyorum.. Ne bileyim mutlu oluyorum. Ama biliyorsunuz ki ben evliyim ve siz de öylesiniz…”
O akşam Zülal evde yemek ve bulaşık işlerini bitirdi. Kocasına ve beraberlerinde kalan kaynanasına erken yatacağını söyleyerek odasına çekildi. Eline annesinin evinden getirdiği ve çok sevdiği bez bebeğini aldı. Bugün yaşadıklarını düşündü. Düşündüğü anda da yüzünde minik bir gülümseme belirdi. Gerçekten Tarık’la çok hoş vakit geçirmişlerdi. Onun söylediği sözler ruhuna tesir etmiş, kendini çok değerli biri olarak görmüştü. Bir an kocasını düşündü; Üç yıllık evliydiler. O zamanlar ilçede oturuyorlardı. Daha lisedeyken sevmişlerdi birbirlerini. Sonra da ailesinin o kadar çok karşı çıkmasına rağmen şimdi kocası olan bu vicdansız Bahri’yle evlenmişti. Kocası demişti “Ankara ya gidince sen üniversiteye devam edersin” diye. Oysa Ankara’ya geldiklerinin daha ikinci günün de o cadaloz kaynanası da gelip evin baş köşesine çöreklenmişti. Oğlunu kendisinden kıskandığı için onu zehirleyip zehirleyip sürekli üzerine salmıştı hep. Dayaklar…Horlanmalar…Küfürler kaç kez ayrılmak istemişti de kocası onu hep öldürmekle tehdit etmişti. Hem ailesi de “madem bizi ezerek evlenip gittin, o zaman ölün çıksın ama bize asla geri dönme demişti.” Zülal ne yapacağını düşünüyordu. Şu ölü gibi yaşadığı hayata Tarık adeta bir cankurtaran gibi girmişti. Ama bu işin sonu yoktu ki.. O da evliydi, kendisi de. Ama her şeye rağmen Tarık’la görüşmeye karar verdi.
O günden sonra Zülal ve Tarık, kah pastanede, kah bir parkta, kah bir banka şubesinde sık sık görüşmeye başladılar. Bir araya geldiklerinde her telden her dilden konuşuyor, mutluluğa aç kalmış insanların iştahıyla bir birlerinden bir saniye bile ayrılmak istemiyorlardı.
Tarık’ın uzun zamandan beri ilk kez yüzü böyle gülüyordu. İlk kez işinde bu kadar coşkuluydu. Onu şimdilerde gören bütün arkadaşları onun birdenbire gençleştiğini söylüyorlardı. Tarık’da ki bu değişimleri büyük bir şüpheyle izleyense karısı Tülin’di.
Onun hayatında birisinin olduğundan şüpheleniyordu. Evdeki tavırları çok değişmişti. Aklı hep bir yerlerdeydi. Eski bezgin halleri de yoktu kocasının. Dinamikleşmiş, giyimine kuşamına çok dikkat eder olmuştu. Çocuklarıyla hiç olmadığı kadar çok şakalaşıyor, kendisiyle eskisi gibi tartışmıyordu bile. Tülin şu an üzerini giyip dışarı çıkmak için hazırlanan Tarık’ın yanına geldi. Şüphe dolu gözlerle ona bakıp;
“Tarık bir dakika bana bakar mısın?” dedi. “Son günlerde çok tuhaflaştın! Bir garip davranıyorsun. Bana doğru söyle, yoksa hayatında birisi mi var?”
Bu soru üzerine Tarık’ın bir anda rengi attı! Bir müddet sustu. Ardından sitemkar bir sesle:
“Hayatımda, kalbimde kimse yok dedi.”
Bu cevap Tülin’in yüreğini biraz su serpmişti. Ama Tarık konuşmasına devam etti:
“Ama hayatımda olmana rağmen sen de kalbimde değilsin!”
Bu son cümle Tülin’in çok ağrına gitti. Adeta şok olmuştu.
“Saçmalama ne demek ben de yokum!”
Tarık kırgın bir ifadeyle karısının yüzüne baktı.
Ne zannettin Tülin.. Bu kadar kavga ve kadar kırmalardan sonra kalbimde nasıl yer edeceğini sanıyordun. Benim kalbime girilen tek kapı vardı. Ve oradan da anca sevginle, aşkınla, saygınla girebilirdin.”
Tülin Hanım az önce o kırıcı sözleri söyleyip de giden kocasının ardından öylece kala kaldı. Düşünceli adımlarla salona geçip bir sigara yaktı. Yaşadıklarını düşündü ve içinde peydahlanmaya başlayan endişeleri ... Kocası az önce kendisine çok kırıcı sözler söylemişti. Sanki bu mutsuzluklarının tek nedeni kendisininmiş gibi. Kocası da ilk zamanlar hariç daha sonraları kendisine karşı hiç de nazik, düşünceli davranmamıştı. Şu an bunları düşünürken kafası karmakarışık olmuştu. Aslında evliliklerinin böyle olmasına şaşırmıyordu. Kocası, çok severek, çok isteyerek evlendiği birisi değildi. O Zamanlar yaşı ilerlediği için çevresinin baskısına boyun eğmiş matematiksel bir evlililik yapmıştı. Oysa idealinde daha kariyerli bir koca adayı yaşatıyordu. Bu yüzden evliliğin ilk günlerinden itibaren kendisini tümüyle kocasına sunamıyordu, adını koyamadığı bir mesafe vardı aralarında.
Zülal’in de tavırlarındaki değişimi kocası ve kaynanası hemen hissetmişti. Eskisi gibi değildi bir tuhaftı. Sanki kendisine yapılan hiçbir şeye aldırmıyor gibiydi. Hiçbir şeye itiraz etmiyordu artık. Akşam işten geldiği zaman hemen odasına çekilip saatlerce bez bebeğiyle konuşuyordu. Kocası onun bir numaralar çevirdiğini düşünüp son günlerde onu takip etmeye başlamıştı.
Tarık ve Zülal bugün ilk kez beraberce bir arkadaşlarının bağ evine gidip piknik yapacaklardı orada. Zülal, artık kocasının kendisini izlediğini biliyordu. O yüzden önce işe gitti, ardından işyerinden izin alarak Tarık’la buluştu.
Tarık bağ evinin bahçesine geldikten sonra arabayı uygun bir yere park etti. Arabadan indirdikleri piknik malzemelerini yere serdikleri örtünün üzerine koydular. Bir süre keyif içinde yediler, gülüştüler birbirlerine güzel sözler söylediler. Bir ara Tarık manalı bir şekilde Zülal’e baktı. Bu bakıştaki mesaj Zülal’in kalbini yerinden sökecek kadar hızla attırmaya başladı. Çünkü bakışlarında şehvet vardı.
Tarık, Zülal’i yavaşça ellerinden tutup boylu boyunca çimlere yatırdı. Hafifçe titremeye başlayan elleriyle saçlarını okşadı. Bembeyaz gerdanının kokusunu derin derin içine çekti.. Ardından küçük küçük öpücükler kondurdu boynuna. Daha sonra hararetli bir şekilde dudaklarını öpmeye başladı. Birkaç saniye sonra elleri yavaş yavaş Zülal’in gömlek düğmelerini açmaya başladı.
Yarım saat sonra Zühal dizlerini kendine doğru çekmiş sessizce ağlıyordu. Nasıl olduğunu anlamadan bir anda kendini Tarık’a teslim etmişti. Bu yaptığından şu an büyük bir pişmanlık ve utanç duyurdu.
Tarık’sa onun saçlarını şefkatle okşayıp teselli etmeye çalışıyordu. Kendisi de şaşkındı bu olanlara. Hayatında hiç tasvip etmediği berbat bir duruma düşmüştü.
Aradan günler geçmişti. O gün bağ evinde yaşananlardan dolayı ilk başlarda biraz pişman olsalar da, ilerleyen zamanlarda bu pişmanlıkları kaybolmuştu. Artık birbirlerine deli gibi aşıklardı. Ne bu beraberliklerin ağır vebalinden korkuyorlardı. Ne de ailelerinin bu işi fark etmesinden çekiniyorlardı. Onlar yasak olsa da hayatlarındaki en mutlu anlarını yaşıyorlardı.
Ertesi gün yine bağ evine gitmek için plan yapmışlardı. Zülal’ o gün işten çıkıp eve geldi. Yarın yine bağ evine gidecek olmasının heyecanı vardı içinde. Akşam yemeğinden sonra karısının hareketlerinden artık iyice şüphelenen kocası Bahri karısına belli etmeyeye çalıştığı bir kinle bakıyordu.
O sabah Zülal içine sığdıramadığı neşeyle iş yerine geldi ve yarım saat sonra izin alarak çıktı.
Öğleye doğru dershanenin kapısından çıkan Bahri adeta çıldırmış gibiydi!
Zülal akşama doğru eve gelirken, içinde bugün yaşadığı tarifsiz saadeti barındırıyordu. Ama eve her adım yaklaştığında bu saadet hisleri yerini hüzüne bırakıyordu. İçinde adını koyamadığı bir korku, bir ayrılık duygusu belirmeye başla dı. Sanki şuan yaşadığı her şey son bulacaktı. Bir kaç dakika sonra eve geldi. İçeri girdi. Kocası nedense eve erken gelmişti. Gözlerindeki hınç içine büyük bir korku saldı. İşte tam bu sırada kocası yerinden ok gibi fırlayarak tekme tokat dövmeye başladı. O kadar hiddetli vuruyordu ki bir süre sonra bayılmaya, gözleri kapanmaya başladı. Aradan bir kaç saat geçmişti, gözlerini yavaş yavaş açmaya çalıştı. Vücudunun her yeri dayanılmaz şekilde ağrıyordu. Yerinden doğrulmak istedi. Bu sırada yerdeki saçları görünce elini zorlukla başına götürdü, götürdüğü anda da gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Kocası bütün saçlarını dibinden kesmişti.
Gecenin ilerleyen saatlerine doğru Zülal odasında yatağına uzanmıştı. Saatlerdir hiç durmadan tavana bakıyordu. Aklını kaybetmiş birisinin halleri vardı kendinde. Yan tarafında duran bez bebeği aldı güçlükle eline. Sanki son kez öpüyormuşçasına öptü onu. Ve o acılı haline rağmen yüzünde minik bir gülümseme belirdi. Bebeği bir kez daha bu kez daha uzun ve hasretle öptü. “bu da senin içindi yasak aşkım” dedi ve ardından banyoya yöneldi.
Ertesi gün Zühal’le buluşacakları yerde onu bekleyen Tarık oldukça endişelenmişti. Buluşacakları vaktin üzerinden bir saat geçmesine rağmen Zülal halen gelmemişti.
Aradan geçen iki saatin sonrasında Tarık dayanamayıp Zülal’in çalıştığı dershaneye gitti.
İçeri girdiğinde bir tuhaf oldu. Çalışanların çoğu ağlıyordu. O an büyük bir korkuya kapıldı.
Hemen orada görevli birisine kaygı içinde yaklaştı:
“Ne oldu hayırdır! İnsanlar niye ağlıyor? Birisine bir şey mi oldu?
Oldukça üzgün olduğu belli olan görevli Tarık’a baktı:
“Bizim bir çalışanımız vardı. Dün akşam kendini asmış!”
Tarık’ın elleri ayakları boşalmıştı.
“Zar zor çıkan sesiyle ancak “kim?” diye sorabildi.
Görevli aynı üzgün ifadeyle cevap verdi.
“Zülal..”
Zülal’in vefatının üzerinden yaklaşık bir ay zaman geçmişti. Tarık bu süre içinde perişan bir halde mezarlığın kapısına kadar defalarca gelmiş, ama onun öldüğü gerçeğini halen kabul etmediği için kabrine gidememişti. Fakat bu gece içindeki hasrete artık daha fazla dayanamamış ve onu ziyarete gelmişti.
Tükenmiş bir şekilde kabristandan içeri doğru yürümeye başladı. Ve daha içeri girer girmezde gözlerinden acı dolu yaşlar süzüldü. Zorlukla atabildiği birkaç adımın sonunda Zülal’in mezarı başına geldi. Yavaşça diz çöküp, kahırlı bir şekilde konuşmaya başladı:
“Zülal..Zülal seni çok özlüyorum biliyor musun? Sensizlik dayanılacak gibi değil. Nefes alamıyorum… Bir saniye yerimde duramıyorum… Her şey renksiz..anlamsız..ruhsuz. Sana kavuşmak için kaç kere kendimi öldürmeyi düşündüm. Kah bileklerimi kesmeye yeltendim, kah kendimi derin sulara atıp içimi yakan sensizliği söndürmek istedim. Ama çocuklarım gözlerime değdikçe onlara kıyamadım, onları yetim bırakamadım. Ama inan ki seninle birlikte ben de öldüm ben de……”
YORUMLAR
ben bu konuya bir insanın yaşam hakkı açısından bakıyorum çünkü içinde tercih edilmiş bir ölüm var
mutsuzluklarını ruhlarından atmak isteyen iki insanın mutluluk oyunu bir aşk olarak tanımlanabilir mi bilmiyorum.
kocanın genç eşine şiddeti ile diğer tarafta bayanın kocasına sözlerinden dolayı kırgınlığı aslında
tehlike dengesinin olmadığını ortaya çıkarıyor ki
hayata daha fazla zaman ayırmış yaşça daha büyük erkeğin bu konuyu çözüme ulaştırması gerekirdi diye düşünüyorum.
ama olmamış
güzel bir konuydu tebrik ederim anlatım ve aktarım zenginliğinizi
saygı ve selamlarımla...
Mustafa Sakarya
Hüzünlü açıklı sonu Hüsranla biten bir Hikaye..Bazı toplumlarda Baskı çok fazla.Bu baskı yıldırıyor.Ve insanlar tek çare olarak Ölümü baş vuruyor.Aşk böyle birşey Sınır tanımıyor.Bu yüzden de böyle acı sonuçlar doğuruyor.Tebrik ederim Yazarım. Saygılarımla ...
Mustafa Sakarya
Tebrik ederim Mustafa Bey. Olması gereken yerde yazınız. Saygılarımla...
Mustafa Sakarya
Banka şubesinde buluşmak çok orjinal bir fikirmiş sayın yazarım.
Hoşgeldiniz, güzel geldiniz. Klasik, olay ağırlıklı öykü tarzında aklımdaki üç isimden birisiniz.
Yine elbette çok güzeldi.
Kutluyorum.
Dipnot: Lütfen fazla uzak kalmayın defterimizden.
Mustafa Sakarya
Değerli kalemin aklında kalmak onur verici, teşekkürler Aynur Hanım.
Mustafa Sakarya
güne düşen kalemi kutlarım
uzun bir aradan sonra tekrar merhaba Mustafa kardeşim
selamlar, saygılar
Mustafa Sakarya
Mustafa bey hoş geldiniz, yaşamda karşılaşılan olumsuz ilişkileri çok güzel irdeleyen bir öyküyle geldiniz.
Yazılarınızı özlemiştik, tebrikler, selam ve saygılar.
Mustafa Sakarya
Değerli kardeşim Mustafa, tekrar aramıza geldiğin için sevinçliyim, mutluyum. Hoş geldin kardeşim. Öyküne gelince, içinde birçok çıkmazları buluşturan çarpık ilişkileri çok güzel anlatmışsın.
Ben de bunu küçük bir şiirle anlatmaya çalıştım. Senin kadar başarılı olmasam da:))
Tebrikler, selam ve sevgimle...
ELMA
Aynada suretine bakan adam
Hayıflandı
Havva’nın kızıyla kardeş olalı
Ürkmüyordu artık çalıkuşları
Oysa
Komşunun elması
Kızarmış sarkıyordu
Alsa sızı
Almasa da
Nasıl da bakıyor
Hınzırın kızı…
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Hoşgeldiniz Mustafa Bey, öykülerinizi özlemiştik. Güzel bir öyküydü ve içindeki mesajlar da dikkat çekiciydi. Tebrikler can. Saygıyla ...