- 828 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sessiz Melodram
İnanmak,kapana kıstırılmış bir farenin yapacağı son eylem olmadı hiçbir zaman. Peynir sadece ödüldü ve fare yakalanmamak için ölene kadar direndi. Ödül için fare yakalanmadı asla. Fare inandığı için yakalanmayı da kabul etti. Aslında tüm dinler buna ’bağlanma, riayet etme’ der. Çaresizliğin de inanmanın gerekliliği olduğunu anlasaydı herkes, zaten ödülü umursayan da kalmazdı. Ödül uyuyanlar için, hareket edenler için ödül bir basamak sadece. Ödülüne göre değil, özüne göre herkes spermalarına dönüşecek.
Aşk da böyle sevgilim. O zaman kaideyi bozmamalı!
Lanetlenmek olmamalı adı. Ganj’ın kıyısında çamurla hemhal olmuş yaşlı bir Hintlinin tek arzusu var içimde: ‘Bir daha doğmak!’ Mesela maymun, kertenkele, güvercin ya da balık olmadığım için şükredebiliyorum. Teselli kesiklerimi birkaç zaman zarfı saklayabilirliğim ile de mesudum. Lamba açık ve içeri girişler yalnız sana bedava. Kara bir geberiş ardınca tüm odaları dolmuş gözler bıraktığını ısırıyorum otuz dişim ile beraber. Uygunsuzuz. Kuralsız manasına gelmediğini biliyorum. Televizyonu açmadan, haberleri okumadan, saate bakmadan da yaşayabilmem büyük bir şans! Seni sevmekten yorgun düştüğüm için değil, bir güne seni sevmek yetiyor zaten. Bu yüzden başkası, başkaları hep yaralı!
…
Gurbete harabe demek, beynelmilel bir duvar. Hiçbir zaman yıkılmayacağını bilmek de fena! Burası ana yarası, burası jargonu bol ırgatlık! Sefil kelimelerin hiçbir hükmü kalmıyor sabaha doğru. Yine seni bulmak ve seni görmek oysa ne güzeldi! Agamemnon’un da yurduna geri dönerken, Artemis tarafından lanetlenebileceğini hiç düşünmüş müydün? Oysa geri dönmek olmamalıydı, bir kere yol almışken. Bir de geri dönerken, geride bırakılanlar daha kindar olmuşsa!
…
Ben de sanıyordum ki, ‘vedalar’ onlar içinde, bizim bildiğimiz ‘vedalardan’. Asla, veda aslında daha çok bilmeye, ışık olmaya ve gözlerin açılmasına bir kapı, bir perde. Nasıl olsa Hinduizm içinde lanetlenmek denen bir şey yok! Oysa küfrederken, ne kadar da çok lanetliyoruz biz başkalarını. Bizim, olmadığımız bir şey içerisinde, meta olarak kabul ettiğimiz taşların ağırlığı altında ezilmemiz zaten pek akıllıca değil. Fakat ya deniz, ya sarmaşıklarını kucaklayan, ona öğün öğün böcekler, karıncalar gönderen ağaçlar… Ya güneş?
‘…
Söndü yıldızların pırıltısı
Doğdu ışık
Haydi kalk’
Tam da yeriydi, tam da sırası. Kaşınası tuttu pirana çeneli arzuların. Oynaşmasına izin verdiğimde, tüm kuşların sesi hakikat idi. Doğru olmak, doğru yaşamak tarifi olmayan bir din gibiydi. Ne kadar doğru olmadığımızı bilmek, bir başkasının vazifesi değildi! Kalk dediğim an da, kalkmalıydın! Güneş avuçlarımda saklanan bir melek idi. Sen de biliyordun. Kurtulmak için, daha doğru olmalıydık! Yalana susamış bedenlerimizden kurtulup, el ele yağız bir kelama tutunduk maviler içinde. Yalnız inkârımızı yine biz biliyorduk. Tüketilmekten yorgun yüzlerimize bakamadık.
…
Bir insan, bir başka insana en az kendi kadar faydalı olabildi mi insan gibi yaşayabilirdi! Parmaklarımla okşadığım son kutsal kitabın sayfasının izi, gözlerinde kalacaktı. Susmak en iyisiydi. Lanetlenmeyi seçti tarih. Zaman tarihe küsmedi, o herkesi sevebilirdi, yalan dışında!
Ve sen yalansız mecra, doğruluğun hülyası! Membalarda sıkıntılar olması tesadüf olamaz. Ezanı tarif edememekten ötürü, suskunluğumun ücretsiz memuriyetine tabi oldum. Bir de tanrıların bize en yakın olanının sakalını çekince, toprak kaydı ve tebessüm etti yüzlerimiz. Üleşmeden maziye, gömüldük geleceğin puslu reşhalarıyla. Yudhisthira’ya göre üzüntülerimiz, cehaletimizden dolayı kaynaklanıyordu. Farkına varınca, gerçeği kavrayabilmek için Hindin de bir derya oluşu karşısında rahatladım. Doğru yolda, Yaksa doğru cevapları alıyordu. Benim de sorup, almak istediğim cevaplar gibi.
Biliyorum pek farksız değiliz, saate yine bakmıyoruz. Uygunsuz acılar demlendiriyor özlemlerimizi her lahza. Aylardan Şaban. Yüreğim yufka olup, serilmiş tuzlu sulara. Kayıttan çalan sessizlik tanıdık. Tanıdık gülümsemen o kadar hoş ki, tedavülden kalkmış kâğıt paralar gibi saklayasım var yüzünü. Mendilin sen kokuyorsun, biraz daha sıcak.
Alnı parlak Yudhisthira yolda yürümeye hâlâ devam ediyor. Mısır piramitleri, Meksika yelleri sadece avuntu! Firavunlar şeytanın samimi arkadaşları ve kibir yapışmış her bir taş parçasına. Uzaylıların yaptıklarına inandığımız piramitler, kanlarla, irinlerle dolu. İlahi kuvvet değil taşları birbirine yaslayıp, taşıttırıp, göğe doğru uzandıran. Acı çeken insanların gerçekliği: ‘Hayatı devam ettiren tükürük ve kan.’ İnanmaya devam etmek kadar, günahsız kalmak da güzel! Fazilet, haz ve kazanç bir kadın da bulundu mu, firavun daha rahat olabilirdi! Layezal gerçek, doğrular. Doğrular yaşamın altınları. Kimsenin umurunda olmayan doğrular, mezar zannediliyor ya da harabe! Kargalar bu yüzden daha dürüst, karga sesleri bu yüzden daha bir hüzünlü geliyor bana!
…
’Hı hı’, vişne kurusu mu bu üzerindeki bluzun rengi? Bilmiyorum, lütfen yarım et bana. Resimleri yorumlayabilirim saçmalayıp, ama adını bilmediğim renklerden dolayı utanıyorum. Belki de kırmızı ha? Her şey olabilir. Sen renkleri biliyorsun. Sen renkleri herkesten daha iyi biliyorsun. Senin renkleri benden ve herkesten daha çok bilmen karşısında, o kadar çok mutlu oluyorum ki! Sanki beş yaşındasın ve kuru kalemlerinle güneşi ve kuşları çizip, bir de aşağıya doğru nehri de çizdikten sonra, evi çizmek üzeresin. ’Aferin’ değil bu, göz pınarlarımın zelzeleye uğrayışları.
En sevdiğim pijamada yanında promosyon. Esasında bu hayatı da yaşamak için güzel kaideler varmış. Mesela özlenecek, hasreti çekilecek birileri mutlaka olmalıymış insan hayatında. Ben pijamanı özlemiyorum sadece, bu yüzden açıklama yapma mecburiyetinde hissettim kendimi. Kopardığım gül, hırsızlığımın bir parçası. Ancak sana değecek bir hırsızlıktı. Günahlara bulandıktan sonra, vedaları bilsem ne, bilmesem ne! Şimdi elimi acıttı dikenleri, yanacağım besbelli! Özlemeliyim o zaman seni!
…
Kuş sesleri ve basamak basamak son! Hâlâ yaşadığıma göre, Urvashi’ninin lanetine namzet sayılabilirim. Sessiz kalmamak için, güneşi aya perde yapanın ben olduğunu ileri sürebilirim. Yanlış olan tek şey, sadece ben duyduklarımla ve gördüklerimle yaşıyorum. Dahası da var. Bilmediğim için sence daha çok şanslıyım.
Bu yüzden bir tanrı ile muhabbet etmek her zaman güzel bir şey! Sanırım insanlar bunu anlamak ve yaşayabilmek için uyanmalı!
YORUMLAR
Her zamanki gibi alkışlıyorum. Belki bazılarını yorabilir bu tarz. Tek yöne akan ve nihayetti olan bir kurgusu yok yazının. Sere serpe akan nehirde başı boş yüzen bir poşet gibi, sağa sola, biraz ortaya kıyılara çarpıp ilerliyor sözcükler. Ama düzensiz değil. Zincir gibi ekliler birbirine. Bir yerde bilinç akışı da diyebiliriz.
Yalnız senin yazılarında dikkatimi çeken birşey daha var: Fazla sofistik duruyorsun. Bu da felsefe ağırlıklı yazmandan kaynaklanıyor. Ben bunu seviyorum, ama çoğunluk ağır bulur.
Kutluyorum. Hep böyle ilerlemen dileğiyle.
HakkınSesi
bazen ne yaptığımızı, ne yazdığımızı bile bilemeyebiliyor insan...ne bileyim, bir şeyler yazmaya çalışıyoruz işte canöykücü..
bu arada geç de olsa söyleyeyim, geçmiş olsun, Rabbim kazadan beladan korusun ailenizi...
Aynur Engindeniz
Herkesin akışı bir başka ,konuşması da başka ,en çok kırmızı
çok güzel
HakkınSesi
yanmak için belki de en çok kırmızı...
teşekkürler daim laci ...