HAZİNE
Yüzlerce sene dile kolay bayım, dedi adam, nasıl oluyor da bunca sene çürümeden kalabiliyor ceset.
Adamda bir gariplik vardı.
Tuhaflık.
İnanmıyor gibiydi bu olaya.
Belki de inanıyordu ama tuhaftı işte.
Daha genç olanın da teslimiyet fazlaydı.
Hayır dedi o.
Bunca diye terakki edilen senenin önemi yoktu onun için.
Yutkundu.
Öteki elini ağzına götürdü ısırır gibi yaptı parmaklarını.
Sen de taşıdın cenazeyi ağrıdı işte.
Yalnıza cenazeyi taşıdım ama, dedi adam.
Ne demek yani, dedi olanı inkar mı ediyorsun ağırlığı…
Hayır dedi inkar etmiyorum ama tabutta ne olduğunu bilmiyor insan.
Dedim ya sana ne yani bana inanmıyor musun?
Böyle anlar başkadır dostum dedi adam, bir baskı olabilir boş tabut ceset varmış gibi psikolojik bir durum sonra normalden ağırdı.
Olacak tabi dedi, genç olanı.
Olacak, olağandır diye ben söze girdim.
O zamanın insanı günümüz insanından farklıydı elbet uzun boylu ve cüsseliydi.
Sen görmedin ama, dedi yaşlı olanı, bana müdahale etmek istedi. Ssözlerimin kafasını karıştırdığı belli.
Belli, dedim bunlar ecdamızın hazineleridir.
Bize sunulan mücize ve hazinedir dedi genç olanı, doğanın bize sunduğu hazinedir sendeki kuşkunun kalkması biraz zor.
Nasıl oldu dedim ben, öğrenmek için.
Yıllardan beridir oradan geçerken farklı şeyler gelirdi aklıma dedi genç olanı, köylüler kutsal bilirdi burasını, kanıtı kimi gecelerde yeşilimsi bir ışığın orasının üzerinde kalburlanması sonradan toprakta kaybolması.
Kaybolması.
Nur derlerdi buna.
Yine nur indi dereye.
Bilinen yatırlar tepelerde olur, yükseklerde olur, nur oraya iner
Çocukluğumda beri.
Nurun her inmesinde koştum.
Çocuktum.
Annem yakaladı.
Merak.
Göreceğim anne dedim.
O göndermedi.
Çekiştirdi.
Gidemesin dedi.
Giderim dedim ben, günah olursun diye beni korkuttu.
Bir defasında oradayken indi nur.
Metrelerce yakındım ona.
Otuz metre yirmi metre belki daha yakın.
Bir kızıllıktır kapladı her tarafı.
Hayır kızıllık yalnız o mevkideydi. Sonra, yağmur serpiştirdi.
Durdu yağmur.
Ortalığa bir sekinettir çöktü sonra.
Huzur.
Yaz akşamının bunaltıcı havası değildi, bir sonbahar akşamıdır yaşandı zamanda.
Bir gürültü.
Uzaklara şiddetli yağmur.
Şimşek parlaması ve arkasından kulakları sağır eden gök gürlemsi.
Gözlerim havada, yıldırım yanımdaki çınara düştü.
Parçalanan çınar ve un ufak olduğunu sandığım kaya.
Hala gözlerim yükseklerde, kurşuni bulutlarda çocuksu yüreğim.
Bir ışıktır inmekte.
Önce, kırmızı, mavi ve sarı, sonra ebem kuşağının tüm renkleri.
Yeşilleşen halka, derede toprağın bir iki metre üzerinde bin an eğleniyor, kalburlaşıyor sonra kayboluyor.
Bakamıyorum.
Bilmiyorum toprağa giriyor, bilmiyorum birilerine selam vererek kayboluyor.
Sonradan daha iyi anladım: Yatıra iyi dileklerini bildirdi, muhabbetni sundu birilerinin ve ayrıldı.
Her ne olursa olsun amaç aynı. Aynı amaç çevresinde birleşiyor - eğer farklılık mevcutsa -.
Anneme hak verir gibi oldum, yasaklanan elmadan yemiş gibi hissettim kendimi.
Korkulu geceler başladı.
Az süren gecelerdi bunlar.
Birkaç ay sürdü kabus.
Benim için hep kutsal oldu orası.
Diğer çocuklara da anlattım.
Çocuklar inandılar.
Kutsaldı orası.
Kutsal dere.
Kutsal çocuklar.
Çevresinde birkaç odacıktan oluşan minyatür görünümü veren kale çukurun.
Yüzyıllar sonra yapıldığı belli inanan bir dostum, bana öyle bakma! Bunları ben uydurmuyorum, rivayet böyle, evet rivayet gerçek olmayabilir ama bunun kanıtı var.
İmzalı mühürlü bir delil sanki, diye araya girdim.
Genç adam beni onaylarcasına tebessüm etti.
Evet diye sürdürdü.
Aradan günler haftalar aylar ve yıllar çekildi. Bahar geldi, yaz oldu. Çocukluğumun masum yüreğine eş, kutsal bildim burayı geceleri, çevresinden geçtim, gökten yıldızlar boşandılar da karanlığı gündüz yaptılar, içimde bir koku yoktu artık, korkuyu bilmez olmuştum. Endişeyi de… kalecikte yatmak arzusu düğümlendi bende. Akşamdan yumulan gözlerimde zaman bitiyor, yüreğim yanlış bir çağda dünyaya geldiğim için yanıyordu:
Ben toprağa koştum önce. Cebime bir avuç toprak verdi devir.
Yüz yllar öncesi.
Çağlardan önceydi.
Seyir dünyamın arasında kalan ilk çağın ortası. Mekan ve zamanın ortası yani. O’nun öğretilerini yadsıdılar kimi insanlar.
Binlercesi ile savaştım, yendim, binlercesi de yerde yatıyorlardı.
Onun kumandanıydım ben dedi yatır (sanıldığı gibi mezarım taşlarla çevrili tümseğin altında değil senin uyuduğun yerin altında.
Onun eşiğini bekledim, Ökkaşe’yle beraber geldim.
Hep benden önde oldu Ökkaşe.
Beni yalnız bırakmadı Ökkaşe, gariplik çekmedim. Hiç bırakmadı. Ölmedi o. Mezarı tepede. Yüksekten bana bakıyor. Şehit oldu benden aylar önce.
Tepede yatıyor o.
Seni güneş yakmasın dedi Efendim.
Ökkaşe’yle git, dedi Efendim.
Savaştım, bunalmıştım.
Arkadaşlarım kurtuldular hep.
Kavuştular.
Ölmediler onlar.
Sıkıştım.
Yalnızdım.
Beni çevreleyen binlerce atlı ve mızraklı.
Kussa’nın çöktüğü yerden aldığım bir avuç toprak geldi aklıma. Toprak. Zemzem ve mataramdaki su.
Serptim.
Bir sekinettir çöktü ortalığa.
Yüreğimde huzur alabildiğine.
Hafif bir yağmur yaz ortasında.
Huzur alabildiğine.
Düşman ayakta.
Zamanı geldi denildi bana.
Zamanı deldim, aralarından geçtim.
Ölüm tarla tarla oldu onlar için.
Gün doğarken denildi bana.
Abdest aldım.
Duam kabul oldu.
Kurtarmalıydın onu, o çukurdan
(yakında su basacak, su çukuru dediler : baraj /amenna . önce mezarı düşünmek….)
Arkadaşının görebileceği başka bir tepeye, o güzel tepeye, bahçeli tepeye çeşmenin başına nakletmeliydim mezarı.
Dört metre kazmıştık üçümüz öyleki attığımız toprak düşüyordu bir arpa boyu ilerleyebiliyorduk. Artık sert cisimler çıkıyordu devrin çimentosu, kirecimsi şeyler ben söylemiştim size dedim arkadaşlarıma ne ziynet nede altın var yalnızca içi toprak dolu küp. Mezar burada değil.
Sıcak bir gece.
Yağmur döküldü başımıza.
Kazmayı bıraktık.
Düşüncelerime Kussa’yı getirdim gözlerimi kullandım:
Kussa’nın ayağının bastığı yerden bir avuç toprak aldım, O, oradaydı, arkadaşları ordaydı. Ashab, Ökkaşe oradaydı: Bir de genç vardı içlerinde. İşte kendine ulaşmayı görev bildiğimiz dostumuz. Toprağı serptim sağa sola. Yumuşak bir toprak, kumvari bir toprak, ince kızılı bol ve küpte çıkana benzeyen bir toprak.
Yağmur iğri iğri indi üstümüze.
Yağmur sağnak sağnak düştü. Sert toprağa deldi geçti happeler.
Kara gök gürlemedi, şimşek çakmadı.
Bir yıldız boşandı ipinden. Şimdi gökyüzü bir beyazlıktır bürüdü. Yağmur indiren kurşuni bulutlar kızıla boyandı.
Yağmur dindi.
İçimizde başladı yağmur sağnak sağnak
Gökten dökülen ışık uzadı uzadı ağır ağır indi
Huzur.
Halka, başımızda eğlendi sallandı usul usul, halka; çocukken yattığım çukurda. Şimdi bir karış boyu üstünde toprağın. Bir santim üzerinde, bir arpa boyu üzerinde. Hayır toprakla arada bir çizgi mevcut, bize uzanan bir çizgi, bu mezarı buradan çıkarın, su altında kalmasın, der gibi çizgi. Bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm renkleri taşıyor halka. Halkanın renkleri bir koğuğa dolan rüzgar gibi girdi toprağa.
İşte burası kazılmalıydı. Şehit başını kıbleden ayırmaz. Işığın indiği yerde sıcaklık var, şehidin başı burada ve kuzeye doğru iki buçuk metre gerek mezar.
Toprak çok yumuşaktı.
Huzur alabildiğine.
Metrelerce kazı, çok hızlı atılan toprak tekrar düşmüyor, bize yardım eden var gibi.
Beşinci metredeyiz, şafağın kızıldığı belirdi güneyden. Bbaşlayalı çok az oldu; bir saat.
Beklediğimiz gibi; birkaç avuç kemik parçası var yok.
Kazma kayaya çarpmış gibi, bir tın sesi ile bize dönüyor. Kazma onun ölümsüz bedenine işlemiyor.
Çukurda huzur var şimdi, eşilen çukurda.
Birkaç damla yaş geldi gözlerimden, yamalı ama dün yıkamış gibi temiz elbisesini görünce üzerinde şehidin.
Işımamıştı henüz.
Boylu boyunca yanına uzandım. El yordamıyla dokundum ona. Ne bir endişe, ne de korku vardı bende. Kolları tam, ayakları tam, her bir organı yerli yerinde, sanki canlı. Avuçları açık, dua ediyor gibi.
Mendilimi yüzüne gerdim, üzerine de çadırımızı
Işıyordu artık.
Avuçlarıma bir kaç damla kan döküldü cesetten. Parmaklarıma da sıcaklık. Kkoltuğunda mataraya bezer deri, içinde de su. İçtim; su bozulmamış
Yılların suyu.
Su ve kan.
En cüsseli insanımızdan daha cüsseli.
Nasıl çıkardık o beş metreden bilmiyorum. Sanki, kendisi de bize yardım etti. Şehit bize yardım etti. Başkaları da.
Henüz dün ölmüş gibi.
Hayır uyanmak üzere dün uyumuş gibi.
Evet böyle, manevi bir nedene dayanan açıklamadan uzak. Yüzyıllardan gelen bir açıklama kafayla düşünüldüğünde, gözle bakıldığında, olağandışı gibi gelen bin şey.
Ap-ak duran elbisesi kar gibi.
Elbise cesetten ayrı duruyor sanki. Şehit ne de uzunmuş.
Artık kazma toprağa işlemiyor, kürek toprak çekmiyor, mezar dar gibi. Ayakta, Ökkaşe bize bakıyor; yanıma getirin şehidin diyor Ökkaşe. Bütün bu olanların bir açıklaması var gibi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.