- 618 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DERİN DEVLET ERGENEKON
Bu iddialar Gerçek ise!
(TSK’ni Tasfiye Operasyonu(mu?)
TSK’nin amacı; vatanımızı dış tehditlere karşı korumak, dosta güven, düşmana korku salmak ve vatanımızın üniter yapısını korumaktır. Bu misyonla hareket eden TSK, son yıllarda emsali görülmemiş şekilde büyük bir operasyonla karşı karşıyadır: Ergenekon, Balyoz ve Kafes Eylem Planlarını yıllarca medyadan gördük, okuduk; hayretten küçük dilimizi yuttuk adeta. Kimi paşalarımız, kendi uçağımızı vurarak Yunanistan ile savaş başlatmak istemiş, kimi paşalarımız camilerimizi bombalamak istemiş, kimi paşalarımız ise mevcut hükümeti yıkmak için silahlı örgüt kurmuş ve yönetmiş! Kimi paşalarımız da büyük bir ihtilal hazırlığında bulunuyorlar(mış) Medya aracılığı ile ordumuzun itibarı böylece bir anda yerle bir edildi; devamında, deniz, kara ve hava kuvvetleri komutanları ve pek çok muvazzaf subayımız ve hatta emekli paşalarımız bile gecelik operasyonlarla tutuklanıp cezaevine gönderildi. Kafesleme operasyonlarının ardından profesyonel ordu söylemleri gündeme geldi ve bunun ilk adımları atıldı: Asker sayısı azaltılacak ancak vuruş gücü yüksek, modernize olmuş profesyonel bir ordu meydana gelecek! Yurtsever vicdanını yaralayacak vicdani ret, paralı askerlik gibi bir takım açılımlarla operasyonlara tam gaz devam edildi.
Bu noktada şunu çok açık ifade etmekte fayda vardır. Devletimizin üç temel ilkesi vardır. Birincisi, Rejimidir. Yani; T.C. Devleti, cumhuriyet ile yönetilen laik, üniter bir hukuk devletidir. Bölünmesi, parçalanması asla düşünülemez, hatta teklif bile edilemez. İkinci ilkesi; devletimizin devamlılığıdır; yani bekasıdır. Üçüncüsü: Gizlilik ilkesidir: Her kurumda devletine ve rejimine ihanet içinde olan hainler bulunabilir. Bu tür kişilerin yaptığı ihanetler asla ve asla kurumlara mal edilemez. Hükümet, istihbarat birimlerini gizli bir şekilde harekete geçirerek ihanet içinde bulunan subayları tespit edip, yargı önüne çıkarabilirdi. Hükümet bunu başaramadı. Zira Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklamalar, kimin tarafından ve hangi maksatlarla kurulduğu artık iyi bilinen bir gazetenin haberi üzerine başlamıştır. Basına yansıyan haberler anında suç duyurusu niteliği taşımış; savcılar, malum gazetenin haberlerini ihbar kabul ederek soruşturma başlatmıştır! Çok gariptir ki; birden bire ‘gizli tanık’lar türemeye başlamıştır. Hiçbir siyasetçi ve medya kuruluşu bu ‘gizli tanık’lar kimdir, neyin nesidir, ‘gizli tanıkların’ sözlerine itibar edilebilir mi? Önceden nerede görev yapıyorlardı ve kimlerle mesai yapmışlardı? Şeklinde sorular sorup, bu konunun üzerinde ciddiyetle durmamışlardır. Bazı subaylarımız, ‘Gizli tanık’ların verdiği ifadeler doğrultusunda cezaevine yollanmıştır! Devlette gizlilik ilkesi işletilmiş olsaydı, ordumuzun itibarı yurt içinde ve yurt dışında yerle bir edilmezdi! Ordumuzun komuta kademesi bu kadar zarar görmezdi! Ancak olmadı! Belli ki; ordumuzun itibarı ile oynanırken aynı zamanda yıpratılması da planlanmış!
Şunu çok net ifade etmekte fayda vardır: Hıristiyan dünyası Kudüs’ü, Malazgirt’i, İstanbul’u ve Çanakkale’yi asla unutmamıştır. Haçlı dünyasının İslam topluluğuna, özellikle de Türk Milleti’ne hiç tahammülü yoktur. Geçmişten günümüze kadar Türk Milleti’ni ve İslam Dünyası’nı yeryüzünden söküp atmak için ellerinden gelen tüm planları ve projeleri en aşağılık şekilde uygulamışlardır. Bu konunun Ergenekon ve Balyoz ile ne alakası var diyenler olabilir; ancak en direkt bir şekilde alakası vardır. Zira bir devletin teminatı ordusudur. Ordusu zayıf olan devletler kolay lokmadır.
Yukarıda da belirttiğim gibi Ergenekon (derin güç) siyasilerin ve bazı malum gazetecilerin söylediği gibi gerçekten var mı? Ya da bu “derin güçler” haçlıların bir planı mı? Bunları anlamanın en iyi yolu hiç kuşku yok ki bu işi organize edenlerin konuyla ilgili söylediği sözlerine bakmaktır:
CIA Türkiye Uzmanı Henry Barkey’in ortaya çıkan konuşmasında; 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden TSK’nin sorumlu tutulduğunu, PKK terörünü yok etmek ve Türkmenleri korumak için kuzeydeki belirli bir bölgeyi kontrol altına almak maksadıyla TSK’nın Irak’ın kuzeyine girmek niyetinde olduğunu; bunu önlemek için Türkiye’nin yönetimdeki lideriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu sıkı bir kafese kapattıklarını açıklamıştır. Açıklamada, TSK’nın ABD’ye güvenmediği, tezkerenin reddinden sonra TSK’nın Irak’ın kuzeyine girmekte ısrarlı olmasından dolayı bunun engellenmesinin gerektiği, bu nedenle AB’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vererek Türkiye’nin dikkatinin Irak’tan uzaklaşmasının sağlanacağının düşünüldüğü; bu sürecin de Türkiye’deki iktidar ile anlaşarak yürütüldüğü, AB reformları, müzakereler ve demokratikleşme süreci içinde TSK’nın kafese kapatılması yolunun açıldığı belirtilmiştir! Yine 12 Haziran genel seçimlerinden on gün evvel ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Berna Keen’in merkeze çektiği “acil” ve “çok gizli” kriptoda belirttiği gibi “TSK’deki muvazzaf personeli ile ilgili plan uygulamaları ve profesyonel ordu çalışmaları tamamlanmak üzeredir. Genelkurmay eski başkanlarının yargılanmaları konusunda hukuki alt yapı hazırlıkları tamamlanmak üzeredir” Bu kriptoya bakıp, Avrupalı dostlarımızın(!) devletimiz ve ordumuz için hayırlı çalışmalar içinde olduğunu nasıl düşünebiliriz?
Dostluk ve Müttefiklik laf ile yürütülen bir ilişki değildir. Geliştirilen projelerde dost ve müttefik ülkeler kendi ülkelerinin menfaatlerini gözetmek durumundadırlar. Bir veya birkaç ülkenin ulusal çıkarları dikkate alınmayıp, güçlü olan ülkelerin kendi çıkarlarını dikkate alması asla müttefikliğe uymaz. 1974 yılında Türkiye, Kıbrıslı soydaşlarımızın haklarını korumak için uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak Kıbrıs’a Barış Harekâtı düzenlemişti. Bu savaşta ABD, Türkiye’ye ambargo uygulayarak gerçek yüzünü göstermişti. ABD, Türkiye’ye ihanet ederken; Pakistan ve Irak Türkiye’nin yanında yer almıştı. Ayrıca; Türkiye, 30 küsur yıldır PKK Terörü ile mücadele etmektedir. Başta ABD ve Batılı ülkelerin hiç birisi Türkiye’nin yanında yer almamıştır. Sadece “PKK bir terör örgütüdür” demekle yetinmiştir. Obama, Türkiye’nin istediği silahlı insansız casus uçak isteğini ‘Senatonun vereceği karardır’ diyerek nazikçe reddetmiştir. ABD, Batılı ülkeler, İsrail, Rusya, Ermenistan ve bazı Afrika İslam ülkeleri PKK Terör Örgütü’nü silah, mühimmat, para ve istihbari yönden desteklemektedir. Türkiye yönetimi, bunların farkındadır ancak, dost bildiği ülkelerin gazabına uğramaya devam etmektedir! Yani; Türkiye, dostunu düşmanından ayırt etmeyi bir türlü becerememiştir. Stratejik ortaklık diye, ABD’nin ve bazı Avrupa ülkelerinin politikalarını milli politikası olarak görmüştür. ABD ve AB ülkeleri sürekli AB uyum yasaları diye dayatıyor; Türkiye ise ısrarla kabul edip uyguluyor! Sonuç olarak ta; AB uyum yasaları, eğitim sistemimizi, ekonomimizi, iç ve dış politikalarımızı, hukuk sistemimizi ve ordumuzun disiplinli yapısını rayından çıkarmaya devam ediyor…
ABD ve Batılı ülkeler, BOP çerçevesinde hareket ederek Suriye rejimini de hedef almıştır. “Esat yönetimi halkına zulmediyor, katlediyor, asıyor, kesiyor! Suriye’de demokrasi yok, insan hakları yok! Suriye’nin bu zorba yönetimden kurtarılması gerekiyor. Suriye rejimini yıkabilecek tek ülke ABD ve müttefikleridir” gibi beyin yıkama faaliyetleri sonucunda rejim aleyhinde faaliyet gösteren muhalif bir ordu oluşturuldu; adına da “özgür Suriye Ordusu” denildi. Paralı askerlerden oluşan muhalif güçlerin parası Katar, Suudi Arabistan ve bazı batılı ülkeler tarafından karşılanmaktadır. Türkiye ise sınırlarını paralı askerlere açarak, müttefiklerine destek vermeye devam etmektedir. Sınırımızda meydana gelen küçük çaplı bir hadise sonrasında Türkiye derhal NATO’yu göreve çağırarak NATO anlaşmalarının 5. maddesinin yürürlüğe konulmasını istemiştir; ancak NATO ülkeleri, bu olayın operasyon gerektirecek türden olmadığını belirtmiştir.
12 gün evvel Türkiye’ye ait bir savaş uçağı Suriye tarafından vurulmuş; pilotlarımızın cesetlerine denizin 1370 metre derinliğinde ulaşılmış; Türkiye, yeniden NATO’yu göreve çağırmıştı. Hükümet, olayın şokuyla bir yandan “NATO” diye bağırırken, diğer yandan “sel gibi akar gideriz, engelleri aşar gideriz. Türkiye’nin gazabı çok fena olur…” şeklinde esti, gürledi. Kim dinledi? Hükümet söyledi, yine kendisi dinledi! Avrupa, Asya ve Afrika ülkeleri Suriye’nin yaptığının stratejik bir hata olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Yani Türk Ordusu, olası bir savaşta NATO’nun insafına terk edilmiştir. NATO’nun Türkiye ile olan ilişkilerine baktığımızda, Türkiye’nin daima ikinci plana itildiğini görürüz: 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda olduğu gibi, PKK Terör Örgütüne karşı verdiğimiz mücadelede olduğu gibi! İnsani yardım amacıyla yola çıkan Mavi Marmara Gemisi, İsrail komandoları tarafından durdurulmuş, 9 Türk vatandaşı bu katliamda şehit edilmişti. AB ülkeleri bu olay karşısında kınamada dahi bulunmamıştı. Türkiye, İsrail’den özür ve tazminat talep etmişti: İsrail, Mavi Marmara Gemisi’nin harekete geçmemesini, aksi halde vurulacağını 15 gün öncesinden bildirmişti. İsrail Devleti, tarihinin hiçbir döneminde blöf yapmamıştır. Türk Yönetimi, insani yardım taşıyan gemimizin salimen Kudüs’e varabilmesi için Avrupa ülkelerinin ve Arap ülkelerinin desteğini alarak; insani yardım gemimizin yanına da bir veya birkaç savaş gemisi vererek emniyetini sağlaması daha akıllıca olmaz mıydı? Eminim, Türkiye böyle bir strateji ile hareket etseydi bu vahim olay meydana gelmeyecekti. İsrail, Türkiye’nin özür ve tazminat talebini de dalga geçerek karşılamıştı: İsrail yönetimi, katliamı gerçekleştiren askerlerine ‘üstün cesaret ödülü’ vererek şereflendirmişti. Netice itibariyle NATO, Türkiye’ye ne kadar dost olduğunu tarihin her döneminde ortaya koymuştur. Bu sebeple; NATO’ya koşulsuz güvenmek, Türkiye’nin geleceği açısından çok büyük riskler taşımaktadır.
Yetkili kişilerin ortaya çıkan konuşmalarına ve birebir yaşadığımız hadiselere bakarak konuyu kısaca analiz etmeye çalıştım. Hiçbir Türk vatandaşı, hükümetinin CIA gibi, MOSSAD gibi teşkilatların etkisinde kalarak politika yapmasını arzu etmez. Bütün bunların yalan ve iftira olduğunu düşündüm uzun zaman. Ordumuz üzerinde yürütülen operasyonlara bakıp, düşündüğümüzde, CIA yetkililerinin söylediklerinin doğru olabileceği yönünde kaygı verici kanaat oluşmaktadır. Ergenekon, Balyoz ve Kafes Eylem tutuklusu 68 paşanın ve diğer sivil tutukluların şu ana kadar işlediği iddia edilen suçların somutlaşmadığı görülmektedir. Ortaya konulan deliller, TUBİTAK gibi farklı bilim merkezlerinde incelenmiş, ortaya çıkan sonuçlar birbiriyle farklı çıkmıştır. Yani; suç delili olarak ortaya konulan delillerin, teknolojik imkânlarla üretilmiş bilgi ve belgeler olabileceği belirtilmiştir. Yeni yürürlüğe giren üçüncü yargı paketiyle tutuklu bulunan askerlerin ve sivillerin tahliye edilebileceği meclis başkanı Cemil Çiçek tarafından ifade edilmiştir. Suçlu oldukları bir türlü ispat edilemeyen paşaların, subayların ve sivillerin salıverilmesi için başlatılan çalışmalardan da böyle bir ihtilal hazırlığının veya örgütün olmadığı sonucuna varabiliriz, diye düşünüyorum.
Devletimizin, hain oyunların farkında olduğunu düşünerek; “Yüce Allah (c.c) devletimize, ordumuza ve milletimize zeval vermesin” diyorum…
Halit DURUCAN
8.07.2012