Bir Hikâyeden Aklımda Kalanlar
Bu yazıya özürle başlamam gerekiyor. Çünkü bu yazı “Bir Hikâyeden Aklımda Kalanlar”la ilgili epey gecikmiş bir yazı.
Bundan bir süre önce, belki de bir ay olmuştur, masamda bir kitap gördüm. Kapağında mozaiği andıran ve bir kısmı tam görünmeyen bir resim vardı. Rengârenk parçalardan oluşan bir kalp resmi... Kapağı açtığımda imzayı fark ettim. Evet, bu kitap Nilüfer Taktak’ındı ve kitabı imzalayıp göndermişti. Ben de telefon açıp bu nazik davranışından dolayı teşekkürlerimi iletmiş, inşaallah kalemim döndüğünce bir şeyler yazacağımı belirtmiştim. “Şu sıralar biraz yoğunluğum var” diye de eklemiştim ama biraz fazla bekletmiş olduğum için yine de özür beyan etmek durumundayım.
Bir Hikâyeden Aklımda Kalanlar’ı Sevgili Ahmet Ay roman diye niteliyor ama ben daha çok hikâye olduğu kanaatini taşıyorum. Zaten isminden de bu çıkarımı yapmak mümkün. :) Kitap, bir çırpıda okunabilecek, hızlı okuyanların belki bir, bir buçuk saatte bitirebileceği bir hacme sahip. Ancak anlattığı olay insanın içini acıtacak cinsten. Aşk üzerine kurgulanmış kitapta, birbirini seven, beraber olmak için bahaneler arayan, ama kavuştuktan sonra düşünceleri ve hareketleri değişen iki âşığı anlatıyor.
Aslında âşıklar kendi iç dünyalarını anlatıyorlar. Belki de anlattıkları sadece kendilerinde kalıyor ama içlerini döküyorlar. Birbirlerini kırdıkları zaman, neden öyle davrandıklarını daha bir içten anlatıyorlar, ama kendilerine ve geç kalmış olarak. Belki olaylar ilk cereyan ettiğinde bu açıklamayı yapmış olsalar, kırılmalar şöyle dursun birbirlerine daha bir bağlanabilecekken, bazen susarak, hiç cevap vermeyerek oluşan çatlaklar iyice büyüyor ve zamanla mutluluk çok uzaklarda kalıyor. Sonrasında yapılan bu açıklama sadece bir iç dökmekten öteye geçmiyor.
Mutluluk çok sırlı bir şey... Herkese gitmiyor. Her şey tamam olsa bile bazen insanın fark etmediği bir şeyler eksik olabiliyor. O eksik şey kimine göre paradır, kimine göre sevgi, kimine göre anlamak, kimineyse anlaşılmak... Aslında bunların hepsidir, ama hiçbiri değil...
Tek kişinin mutluluğu nispeten kolaydır. Peki iki kişinin mutluluğu da öyle midir? Buna evet demek pek de kolay değil... Çünkü iki kalbi bir kalıba sığdırmak gerekmektedir ve bu bir sanat işidir. O kalpler ülfet etmediği ya da yerin darlığından şikâyet etmeye başladığı zaman huzursuzluk geliyor demektir. Ve her âşık da bunu giderecek ustalığa sahip değil...
Kavuşma psikolojisini de biraz düşündüm bu kitabı okurken. Çünkü âşıklar birbirlerine kavuşmak için her zorluğu göze alacak durumdadırlar. Yeter ki kavuşsun, yeter ki sevdiği yanında olsun, hiçbir şeyi olmasa da olur. Beş parasız, çulsuz da olsalar tamamdır. Kavuşma öncesi psikolojisi böyledir. Ama kavuşunca sahiplik duygusu mu ağır basıyor yoksa daha önce görmediği ve şimdi görüp de hoşuna gitmediği özelliklerini mi fark ediyor ya da başka bir şey mi var bilmiyorum, ama ilk başlarda biraz daha yanında kalmak için bahaneler aranırken, artık uzaklaşmak için bahaneler üretilmeye başlıyor. Bunlar her geçen gün artıyor ve artık sıradan bir cümle bile haddi aşmaya, bardağı taşırmaya yetiyor.
Öncesinde nice bedeller ödenerek elde edilen mutluluk, sonrasında çok ucuza bozduruluyor maalesef. İşte bu kısa kitap, birbirini sevip de biraz daha beraber kalma arzusuyla yanıp tutuşan âşıkların, mutluluklarını nasıl da kolayca yok ettiklerini öz bir şekilde anlatıyor.
Nilüfer Hanım’ı tebrik ediyorum. İlk çalışmasıydı bu onun. Umarım nice nice yeni çalışmalarını da okumak nasip olur.
Bu arada Sevgili Ahmet’in bu kitapla ilgili yazısını da okumanızı tavsiye ederim.
www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=99988
Herkese iyi okumalar...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.