- 708 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABAMIN EŞİ ÖLSÜN - 13
Ertesi sabah okula gitmek için evden çıkarken, annesi yolunu kesti. Amacına ulaşmadıkça yol vermemekte kararlıydı kadın. Kurtuluş savaşımızda büyük emek sahibi olan annelerimizin direncine ve ruhuna sahipti o anda.
- Bana söz vermeden bu kapıdan çıkamazsın oğlum !
Şaşırır görünse de böyle bir davranışı beklemiyor sayılmazdı çocuk. O kararlı ruha teslim olmaktan başka çaresi de yoktu.
- Ne sözü istiyorsun anacığım, buyur söyle..
- Şu siyaset belâsından uzak duracaksın oğlum ! Söz ver bana ; uzak duracaksın !
Hiç düşünmeden teslim belgesini imzalamaya hazırdı çocuk.
- Tamam anne, sen nasıl istersen öyle olsun. Söz veriyorum sana ; uzak duracağım siyasetten.
Yolu açtı kadın. Bir de zafer narası atmak istedi.
- Benim senden başka kimim var oğlum ? Sana bir şey olursa nasıl yaşarım ben ? Duymuyor musun ; her gün ne evlâtlar yitiriliyor, nice anaların bağrı yanıyor ! Sıra bana gelmesin oğlum, ne olur sıra bana gelmesin !
Kucaklaştılar ana oğul. Bir süre öyle kaldıktan sonra yoluna devam etti çocuk.
.............
Okulda ilk fark eden Serpil oldu çocuğun yüzünü. Zaten haberi vardı, görünce de kıs kıs gülmeye başladı.
Yüzünün halini soran herkese kaçamak cevaplar verdi. Çoğu zaman da sustu.
Bir ara kapıda Suna belirdi. O da olayı duymuş, Halil’in durumunu merak etmişti. Fark etti onu ama görmezlikten geldi, ilgilenmedi. Çıkıp gitti Suna.
..............
Hafta sonunda babasına uğradı bu kez. Ayakları onu koşarak götürdü babasının evine. Kapıda verdi karısının ölüm haberini adam.
Tarifi imkânsız duygular oluştu içinde. Çok uzaklardan beklediği müjdeyi almış gibiydi sanki. Ölümün müjdesi mi olurdu oysa ? Müebbete mahkûm birinin özgürlüğüne kavuşması böyle bir şey miydi acaba ? O kap kara zindanların da sonuna kadar açılabilen kapıları var mıydı böyle ? Orada böyle umutsuzca yatanların, çoktan unuttukları güneşin pırıl pırıl yüzünü tekrar görmeleri mümkün müydü ?
Kanatları çoktan kırılmış garip bir kuşun, ancak Tanrı’dan beklenebilecek büyük bir mücizeyle kanatlarına yeniden kavuşup, gökyüzünün en güzel maviliklerine , sonsuz özgürlüğe kadar tekrar uçmaları böyle bir şeydi işte.
Bulutların üzerine çoktan varmışti ki çocuk,
- O kadar üzülme be oğlum ! Çoktan beri bekliyorduk biz bu ölümü. Çaresizdi hastalığı. Onun da kaderi genç yaşta ölmekmiş işte, diyerek omuzundan da tutarak içeriye aldı babası.
- Ağabeyciğim, ağabeyciğim ! Annem öldü benim, anneciğim öldü ! deyip boynuna sarıldı bu defa küçük Selma.
O da sarıldı kardeşine . Acısını paylaşmayı çok istiyordu aslında. Fakat tek söz bile söyleyemedi. İnemezdi ki bulutlardan. Ya bir daha uçamazsa ? Kanatları yeniden uçmasına müsaade etmezse ne olacaktı ?
Fazla kalamadı orada. Hem içindeki tuhaf duyguların açığa çıkmasından korkuyordu hem de daha uzaklara uçup, müjdeli haberi başkalarına hatta tüm insanlara duyurmak istiyordu.
.............
Ece hanımlara kadar yine bulutların üzerinde gitti. Uçarken konuşuyor, belki de şarkılar söylüyordu. Yanlarından geçtiği kuşlar ona tuhaf tuhaf baktılar. Hiç birine aldırmadan çaldı kapıyı.
Kapıyı açan Sevim’e sarılmamak için zor tuttu kendini. Şaşırdı kızcağız.
- Anneee ! Halil geldi..
- Buyur et kızım içeri..
- Bakın bu defa kitabınızı sağ salim getirdim. Ne büyük şairmiş şu Nazım Hikmet ! Ne de büyük bir vatansevermiş. Öyle birinin değeri nasıl bilinmez, nasıl sürgüne gönderilir ?
- Orası doğru da, senin bu neşenin sebebi yine de Nazım değil herhalde ? Otur bakalım şöyle, otur da anlat şu gülen yüzünün sebebini.
- Öğretmenim , hani benim babam annemi bırakıp başka biriyle evlenmişti ya !
- Evet, anlatmıştın.
- İşte o kadın ölmüş öğretmenim. Anlıyor musunuz, ölmüş o kadın !
Ece hanım, eşi ve kızı birlikte ani bir şaşkınlık yaşadılar. Ece hanım, el ve yüz işaretiyle onların sakin olmalarını istedi. Halil’i tanıyordu o. Çocuğun girdiği şokun farkına varmıştı. Sessizce, hiç bir tepki vermeden, sabırla çocuğun bu konuda anlattıklarını dilediler.
Biraz sonra sakinleşmeye başlamıştı Halil.
- Bak Halil ; kızım Sevim yatılı öğretmen okulunda okuyor. Kemal beyle ben de çalışıyoruz. Bu gün şöyle bir hafta sonu tatili yapmak istiyoruz.
- Anladım öğretmenim. Ben size engel olmak istemem. Hemen gidiyorum.
- Sana git demiyoruz oğlum. Sen Sevim’i gezdirsen, biz de Kemal beyle iki ihtiyar birlikte çıksak olmaz mı ?
Yine çok sevindi çocuk. Yeniden canlandı kanatları. ’ Allah’ım bu kanatları almayacaksın galiba artık benden !’ diyordu şimdi içinden.
- Peki Sevim ister mi benle gezmeyi ; sıkılmaz mı acaba ? Ya Kemal bey ; müsaade eder mi ?
- Ben çok isterim Halil dedi Sevim gülümseyerek. Babacığım da bizi kırmaz herhalde !
- Bir şartla izin veririm, deyip bütün bir yüzlük uzattı Kemal bey. Masraflar benden olacak. Yoksa izin falan yok, ona göre.
Sevinse de utandı Halil. Sevim aldı babasının uzattı parayı. Daha sonra da yanaklarından öpüp teşekkür etti.
- Şimdi hazırlanırım, beş dakika lütfen..
- Ben biraz yaşlıyım, hazırlanmam fazla sürer. Özür dilerim Kemal beyciğim..
- Tamam Ece Sultan. Seni yıllarca bile beklerim ben. Rahat ol sen..
...............
Sevim’le yan yana yürürken rüyada olmadığına inamak istiyor, içinden dualar mırıldanıp, Allah’ına yalvarıyordu çocuk. Bir ara Sevim’in ellerini elinde hissettiğinde adeta ecel terleri dökmeye başladı. Sonra o da sımsıkı tuttu o elleri.
İki genç bu defa birlikte çıktılar bulutların üzerine. İkisinin de kanatları vardı o gün. Sahildeki parklarda uzunca dolaştılar, simit, mısır, kâğıt helva yediler. Bir de aşk filmi seçtiler seyretmek için.
Özgürlük, mutluluk böyle bir şeydi işte. Herkesin olduğu kadar onun da hakkı olduğuna, zamanı geldiğinde Allah’ın bunu nasip edeceğine o gün Halil de inanmıştı.
Dualar mırıldanarak şükretti ve daha önceki isyanları için özür diledi, tövbeler etti Allah’ına.
Devam edecek
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.