- 755 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUTSUZLAR
Mutsuzluk bir alışkanlık mıdır? Anlık olmayan, günlerle aylarla ölçülen o durgunluktan söz ediyorum. Dünya yansa umurunda olmayan günlerden…
Günler kovalar birbirini. Güneş doğar, batar. Bu iki durum arasına sığdırılmaya çalışılır hayat. Her doğan güneş yeni bir günü müjdeler. Yeni bir hayatı… Tek bir günü, günlerden oluşan uzun bir zincirin tek halkasından ibaret görmek en baştan ihanet etmektir güneşe. Çünkü güneş umut demektir. Yeni bir başlangıç…
Peki, bu mutsuzları nereye koyacağız bu sahnenin içinde? Perdelerden sızmaya çalışan sabaha sıkı sıkı gözlerini yuman, ara ara saate kaçamak bakışlar fırlatıp hala sabah olduğunu görünce, uyku getirecek bir şeyler bulurum diye birbiri ardına sıralayan zihinlerindeki defterleri… Can yakmayan, huzuru hatırlatan sahnelerin olduğu sayfaları aralamaya özen gösteren…
Ama çocuklar rahat bırakmaz bir türlü. Ve serçeler… Bir cıvıltıdır alıp başını gider. Göz kapaklarını anlamsız kılacak kadar günle doldurur odayı. İşte müzmin mutsuzları en tedirgin eden de bu ısrarlı tutumudur sabahın. Çocukluktaki sabahları hatırlatır insana. “Hadi kalk artık… Okula geç kalacaksın!” diyen anneyi… Tabii tüm bunlar geçim derdi olmayan, ailesinin kanatları altındaki o şanslı azınlıktan mutsuzlar için geçerlidir. Yataktan kalkmama gibi bir seçenekleri olabilenler için yani…
Peki diğerleri ne yapıyordur o anda? Mutsuz olmayanlar… Daha doğrusu herkes kadar mutsuz olanlar… Yani hayatın kendilerine mutlu olma şansı sunmasına izin verenler… Mutsuzluklarının; karşılaştıkları insanlarla ya da durumlarla bağlantısını yitirdiği o noktaya varmamış, yüzlerine farklı ifadeler giydirmeyi hala becerebilen, yaşamın getirdiklerine karşı bir duvar örmeyen mutsuzluklarıyla…
Onlar çalar saatlerini susturuyor, uzun uzun geriniyorlardır muhtemelen. Kimileri birkaç denemede bulunsa da yataktan çıkmayı başaramayıp geri dönmüştür belki de yastıklarına. Ama bunun, sabaha karşı mutsuzların gösterdiği türden o direnişle en küçük ilgisi yoktur. Tamamen bedensel bir durumdur söz konusu olan. Uykuyu atamayan bir zihin ve vücut vardır. Ama bu uykucu ikilinin sahibi duruma önceden talimli olduğundan, önlemini almış ve on dakika sonra tekrar çalmaya başlamıştır saat.
Mutsuzlar da saatlerini çalmaya kurabilirler. Sonuçta çok canı gönülden olmasa da onların da yataktan kalkmayı isteyecekleri durumlar olabilir çünkü. Güneşle, yeni başlangıçlarla pek ilgisi olmasa da onların da güçlü bir nedenleri olabilir, güne başlamak için. Sonuçta bir mutsuz da karnını doyurmak zorundadır. Elektrik, doğalgaz faturası; apartman aidatı, yiyecek içecek masrafları ve daha bir sürü şey vardır onu sabahı karşılamaya zorlayan.
Geçim derdi olmayan o azınlıktan değilse, o da herkes gibi tam zamanında ayakta olmalı, duşunu alıp kahvaltısını etmelidir. Gülümseyen bir yüzle güne merhaba diyenlerden çok da farkı yoktur bir şeyler atıştırırkenki telaşında. Yaşamsal zorunluluklar o insanlarla kendisini ister istemez aynı bütünün içine koyar. Tabii hiç de küçümsenmeyecek bir fark vardır onlarla arasında. O gülümseyen, yeri geldiğinde öfkelenen, kısacası mutsuzluğu kaderi olarak seçmeyen insanlar alelacele evden çıkıp işe gittiklerinde ve o dosyalar, rakamlar arasında boğulup birkaç dakika soluklanmak istediklerinde, çağırdıkları bazı görüntüler vardır zihinlerinde. Onlara aradıkları nefesi bol bol veren… O mola anlarında, hatırlamaya ihtiyaç duydukları şeyleri getirip koyan önlerine… Dosyalar arasında kaybettikleri şeyleri… “Bunca saat neden bu ıvır zıvırla uğraşıyorum? Tamam, faturaları birilerinin ödemesi gerekli... Birileri mutfağı yiyeceklerle doldurmalı, koltukları yenilemeli, hafta sonu bir yerlere götürmeli sevdiklerini… Bu hayat denen okyanusta görünür kıpırtılar yaratabilmek için belli bir standarda ulaştırmalı yaşamı… Ama bu büroda saatlerce tıkılıp kalmamı açıklamaya yetebilir mi tüm bunlar?” deyip duran içlerindeki o dırdırcıyı uzunca bir süre için susturabilecek kadar güçlü bir neden verir onlara.
Bir kadın vardır… Ya da adam… Karşı cinsten biri… Çok özel bir yeri olan dünyanda… Ve belki de çocuklar vardır. Yani güneşi dostun kılan, ısınmayı, okşanmayı çağrıştıran birileri vardır. Uykunu henüz alamamış, bin bir zorlukla yataktan çıkmanı; yüzüne suyu boca edip bir an önce güne başlamayı zorunlu kılan her şeyin, hayatını anlatan o resmin içinde bir yeri vardır çünkü. Aceleyle banyoya girişin, tıraş köpüğünü yüzüne sürüşün sevdiğin insana dokunmak gibidir… Ve O’nun merkezinde olduğu o resme dahil her şey, O’na varacağın yolda birer yol arkadaşı…
İşte müzmin mutsuzlarla mutlu olabilenler arasındaki temel fark da budur: Mutsuzlar da erken kalkarlar diğerleri gibi. Duşlarını alır, aceleyle kahvaltılarını ederler. Gazeteye göz atar, apar topar atarlar kendilerini kapıdan. İş yerine gelir, dosyalara gömülürler saatlerce. Mutlu olabilenler kadar çok çalışırlar. Bazen dinlenmeye de ihtiyaç duyarlar onlar gibi. Ama onlar gibi bürolarına çağıracak resimler yoktur zihinlerinde. Bu dosyaları, duvarları ve ruhlarını havasız bırakan diğer her şeyi bir anlama bürüyecek, dinlenmeye ayırdıkları o birkaç dakikayı taptaze nefeslerle dolduran tek bir nedenleri bile yoktur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.