- 1170 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YASEMENLER DİLE GELDİ
Zamanın acımasız zalim yapaylığı okşamaya kıyamadığımız çiçeklerin dahi birtakım doğal özelliklerini yitirmelerine neden olsa da…
İçin için şakıyan anlamlı dillerine
Seyrine doyulmayan soylu duruşlarına
Ve anılarda ölümsüzleşen efsunlu adlarına dokunmaya güçleri yetememiştir asla.
Derneğin İlkbahar Konseri İlkbaharın son haftasına denk gelmişti. İstanbul da yaşayan orta yaş üstü yazlık sahipleri yazlıklarına çoktan koşmuşlardı bile.
Türk Sanat Musikisine gönül verenlerin birçoğu daha çok bu yaş grubunu oluşturduğundan salon biraz da bu nedenle yarı yarıya dolmuştu ancak.
Perde alkışlarla açıldığında her birini şarkılarla birlikte terennüm etmek isteyeceğiniz ışıl ışıl ve çok zarif bir dinleyici topluluğuyla göz göze geldik.
Uzun yılarını musikiye vermiş, ayrıca yüksek mimar ve gerçek bir Beyefendi olan hocamız ve benim için her daim elleri öpülesi çok değerli saz üstatları ve de özenle seçilmiş eserlerden oluşan renkli bir repertuarla başladı konserimiz.
Koronun okuduğu eserler ağırlıkta olmakla beraber solistler de kendilerine verilen parçaları seslendirdiler sırayla.
Benim payıma değerli Güftekar/Bestekar Zeki DUYGULU’ nun güftesi ve bestesi yine kendisine ait çok eski bir şarkısı düştü.
Aslında yaşamım boyu bana yol arkadaşlığı etmiş olan hüzün ve yalnızlığın doğuştan bana verilen duygular olduğunu düşününce bu şarkının da ruhuma ne kadar yakıştığını gördüm.
Yasemenler dile geldi
Bülbül uçtu güle geldi
Bahçeler hep yeşillendi
Yine cananım gelmedi
Bilmem/bilmem
Neden bilmem
Gitti cananım gelmedi.
Musikiyle tanışmam; yurdun ücra köşelerinde görev yapan babamın eve getirdiği sarı borulu gramofon ve taş plaklarla çocuk denecek yaşta tanışmamla başladı yine. Ve bir dinleyici olmanın ötesine geçmedi ta ki 2012 nin Mayıs ayına kadar.
Klasik ve ağır bestelere olan hayranlığımı biliyordum. Ancak bu şarkının nasıl okunacağını unutmuştum. Dinlemeyeli yıllar olmuştu. Üstelik hocamız solistin kendi yorumuna pek izin vermiyor eserlerin nota ve usulüne uygun okunmasında ısrarlı oluyordu.
Ama ben bunu bir şekilde yoluna koyacağıma inanıyordum.
Kıyafet işine sıra geldiğinde…
Gardırobun bir köşesine saklanmış leylak rengi uzun bir eteği yakaladım yakalamasına da…Üzerine ne giyecektim?
Ön yaka dekolteli siyah kolsuz bir bluze eteğin rengine yakın organze bir kumaşla hafif kabarık yarım bir kol taktım. Saçımı evde kendim sardım ve kuliste şekil verdim.
Bilekte sonlanan siyah sade tül eldivenlerimi taktım ve ön sıradaki kadın arkadaşlarımın arasında yerimi aldım.
Konserin birinci bölümünü hiçbir aksaklık olmadan dinleyicimizin gönülden alkışları ve yüzlerindeki sıcacık gülümsemeyle tamamladık.
Benim solom konserin ikinci bölümdeydi. İsmim anons edildiğinde diğer arkadaşlarım gibi mikrofona kaç adımda gittim bilmiyorum.
Şarkının ikinci kısmına geçtiğimde son kuplesini farklı bir yorumla söylemeyi aklıma koymuştum.
Saz üstatlarına anlık bir göz atıp şarkıyı kendimden geçercesine gönlümce bitirdim.
Hafif bir reveransla dinleyiciyi selamladım. Hocamızın elini sıkıp yerime geçtim.
İkinci bölümü yine oldukça eski ve hareketli iki fantezi türkü ve her iki tarafın coşkulu memnuniyeti ve yüzümüzün akıyla tamamladık.
Kulisten çıktığımda kapının önünde küçük bir kalabalığı ellerinde çiçek sepetleriyle hocamızla sohbet ederken buldum.
Bunlar benim canımın içi dostlarımdı.
Dördü Kocaeli den. İkisi İstanbul dan. Üçü ise Adalardan gelmişlerdi.
İstanbul ve Kocaeli den gelenler birbirlerini tanıyorlardı. Adadan gelen arkadaşlarımla o akşam tanıştılar.
“İzmit ve adadan gelen arkadaşlarım var aralarında” dedim hocamıza.
“Tanıştık. Hepsi çok kıymetli kimseler. Bir arkadaşınızla da meslektaş sayılırız. Müzik öğretmeniymiş.” dedi.
Onu hiç bu kadar mutlu görmemiştim çalışmalarımız boyunca.
İnsanın severek yaptığı işin doyumsuz hazzını yüreğinde hissetmesi ve bunu çevresindekilerin fark ettiğini anlaması bu hazzı daha da güçlendiriyordu belli ki.
İki yana açtığım uzun kollarıma sığdırmaya çalıştım dünyalar tatlısı bu dokuz kadını.
İşi gereği gittiği İtalya’dan döner dönmez ayağının tozuyla ve iki arkadaşıyla birlikte konserimize gelen manevi oğullarımdan 1.90 boyundaki Tankut’cuğumun yanaklarına uzanabilmek ayrı bir seremoni gerektirdi.
Salonun bulunduğu Kültür Merkezinden eve kadar olan on beş dakikalık yürüme mesafesini dilimizde konser şarkıları güle-eğlene ve sokaklara hakkını vererek bir saate yakın bir sürede gelebildik.
Kızım, çalıştığı dershaneden konserin bitiş saatine yakın bir saatte çıkabilmişti ancak ve doğru eve koşmuş, meyveli salatalı ve benim önceden hazırladığım hafif yiyeceklerle güzel bir çay masası hazırlamıştı bize.
Manevi Teyze bildiği arkadaşlarımla konserin kısa bir kritiğini yapmanın ve hal-hatır sorma faslının ardından arkadaşlarından birini arayıp “Bizim evde bu akşam kızlar partisi var. Ben sende kalmaya geliyorum.” diyerek sabah kahvaltıda buluşmak üzere evden çıktı.
Ah..Beni nasıl sevindirmiş nasıl da mutlulukla doldurmuşlardı gönlümü bu kızlar...
Keşke hep böyle kalabalıklarla dolup taşsaydı evim de gönlüm gibi.
Masanın çevresinde süregelen şen kahkahalı doyumsuz sohbetimiz, müzik öğretmeni Latife’ciğimin ısrarlarımız karşısında benim söylediğim şarkıya girmesi üzerine, adadan gelen arkadaşlarımdan Zühal’in “Sizden bu şarkıyı söylememenizi rica etsem…” sözleri ve güzel gözlerden süzülen yaşlarla birlikte yerini ani bir suskunluğa bıraktı.
Bu suskunluğu bozan Kocaeli’nden gelen eczacı arkadaşım Şükran’cığım oldu.
“Şarkının finalini, senin ellerini ve başını hafifçe yukarıya kaldırıp son derce içten ve duygulu bir şekilde okuman herkesi etkiledi. Bunu aldığın alkışlar da belli ediyordu. Ben bile göz yaşlarıma engel olamadım. Aynı anda arka sıradan gelen hıçkırık sesiyle hafifçe başımı çevirdim. Zühal hanımdı…” dedi.
Benim de bilmediğim fakat arkadaşımın hayatında derin izler bıraktığını hissettiğim bir hikayenin giriş bölümünün sayfası bu şekilde açılmış oluyordu.
Sıra, Zühal’in kendisini yoğun bir merak ve suskunlukla gözleyen dokuz kadına bu hikayenin tamamını açıp açmayacağına gelmişti.
Değil yaşadıkları adada, bütün adalarda dillerdeydi güzelliği.
Açık yaprak yeşili masum bakan ışıl ışıl gözleri. Yanaklarındaki şirin gamzeleri. Son derce zarif kibar tavırları. Uyumlu ağır başlı ve terbiyeli halleriyle hem arkadaşlarının hem ada halkının gözünde çok ayrı bir yeri vardı Zühal’in.
Babası, sekiz balıkçı teknesine sahip bütün adaların tanınan sevilen-sayılan tekne Reisiydi.
Çalışkan cesur yardım sever ve harika bir insandı. Hem kendisinin hem yanında çalışanların kazançları da huzurları da yerindeydi onun bu güzel meziyetlerinden dolayı.
Genç kızlığa adım atmış olan bütün ada kızlarının gönlünde bir beyaz atlı prensleri vardı mutlaka.
Yıllar öncesinin o coşkulu romantizmi ve bitimsiz düşselliği sararken gönülleri uçuşan bir tül gibi..
Adanın çiçekleri de ayrı ayrı dile geliyor yaşanan aşkları birer efsaneye dönüştürüyordu yine nağme nağme..
Bir masal kahramanını kadar yakışıklıydı Adnan. Ve bir o kadar da insan.
Diğer Adalardan birinin en gözde balık restoranlarının. Otel ve motellerinin sahibiydiler.
Ve bu iki güzeller güzeli insanın aşkları da yine kendileri gibi dillere destan olmuştu bütün adalarda.
Aşklarının sembolü ise ‘yasemen çiçeği’ idi.
İlkbaharda görkemli bir nişan planlıyorlardı teknede..
“Gökten yasemenleri yağdıracağım başına yıldızlarla beraber o gece…” diyordu Zühal’ine Adnan.
Havanın patlayacağını bile bile yaman birer yüzücü olmalarına güvenip dört arkadaş birlikte açılmışlardı denize o akşamüzeri.
Bir süre sonra tekneleri alabora olmuş, Adnan başını kayaya çarpmanın şiddetiyle hemen orada veda etmişti yaşama…
Zühal birkaç yıl sonra kendisini en az Adnan kadar seven bir deniz subayıyla evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuştu.
Ancak hiç kimse kaderin ölene dek kendisine ne gibi sürprizler hazırladığını bilmediği gibi Zühal de bilmiyordu bunu.
Kendisini giderek daha da artan bir aşkla seven. Babasının sağlığı nedeniyle bozulan işlerinden dolayı zor günler geçiren ailesini kanatları altına alan bu altın yürekli adam; çocukları henüz ergenlik çağına ulaşmadan görevli gittiği yurt dışında ve gemisinin güvertesinde geçirdiği bir kaza sonucu hem bu fani aleme hem üzerlerine titrediği ailesine çok zamansız yapmıştı vedasını…
Zühal, kapağı aralanan gönül yarasının hikayesini belki de hiçbir zaman bu kadar içtenlikle ve isteyerek dile getirmemişti.
Onun, canlılığını hala koruyan güzel gözleri sepetlerdeki çiçeklere dalıp giderken..
Olanca görkemiyle söken şafak, açık balkon kapısından kendine yol bulmuş ve salonda uzun ceviz masanın çevresindeki biz dokuz kadının gözlerinde biriken yaşları kızıla boyamıştı…
YORUMLAR
efendim başlangıç iyiydi mutlu gidiyordu bitiş hüzünlü olmuş anılarla geçen bir gece gülmek kadar ağlamanında doğal olduğu evrende mutluluklar saygılarımla selamlar
TÜLİN ÖZTUNÇ
Selamlar.
Biliirm çocukluk duyguları bazan çocuk olasım gelir bu şehirde uyumak isterim mısıl mısıl ,yine öyle güzel kalem dile gelmişki heryeri dolaşmış tıpkı bir gök kusağı gibi yazan yüreği ve kalemi kutlarım sevgilerimle
TÜLİN ÖZTUNÇ
Her şeye rağmen ben hayatımın hiçbir dönemine dönmek istemem...
Kocaman sevgilerle.