- 6536 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
TAKINTILI AŞK HASTALIĞI
Takıntılı aşk konusuna geçmeden önce aşkın tanımı üzerinde durmakta fayda var. Aşk, aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi anlamına gelir. "Bu akşam ölürüm, ya benimsin ya toprağın, ölümüne sevda, esirin oldum" benzeri cümlelerle şarkılarda sıkça geçen kara sevdalar yoksa birer hastalık mıdır? Mecnun bu devirde yaşasaydı yine Leyla için çöllere düşer miydi? Ya da çağın aşıklarına uyup sürekli Leyla’nın çevresinde dolaşır, radyolardan onun için şarkı ister ve duvarlara “Seni seviyorum Leylaaa!” diye yazar mıydı? Ferhat, Şirin için dağları deler miydi? Yoksa Şirin’in derdine Boğaz Köprüsü’ne çıkıp “Şirin gelmezse kendimi atarım” naraları atar mıydı?
İnsan aşık olduğu kişinin onu istememesine hatta yanına yaklaşmaması için mahkeme kararı çıkartmasına rağmen sevmeye nasıl devam eder? Her türlü hakarete rağmen neden onun çevresinde dolaşır, telefonlar açar, yollarına güller döker. Hatta aşkı için ölür ya da sevdiğini öldürür. Uzmanlar bu duruma takıntılı aşk adını veriyorlar ve takıntılı aşkları hastalık olarak değerlendiriyorlar. Sadece takıntılı aşklar değil, literatüre geçen birçok aşk hastalığı var ve aşk hastalıkları o kadar çok yaygınlaştı ki artık liselerde bile aşk cinayetleri işleniyor. Aşk vakaları ve cinayetleri gazetelerin üçüncü sayfalarından manşetlere taşınıyor.
Uzmanlar anlatılan bir duygu da olsa aşkın, beynin fizyolojik, yapısal, işlevsel durumuna bağlı gelişen bir olgu olduğunu söylüyorlar. Kişinin kopamadığı karşısındaki kişi değil, kendi zihninde idealize ettiği kişidir. Kopamama nedeni de sevgi ihtiyacı, yalnız kalma endişesidir. Günümüzde diziler, şarkılar, filmler hep aşktan söz ediyor. Hatta liseliler arasında aşık olmayan ya da aşkı olmayanlar dışlanıyor. Bunun nedeni ise, gençlerin ailede görmediği sevgiyi dışarıda aramasıdır.
Olamayacak bir aşkın peşinden koşmak ya da biten ilişkinin ardından terk edilme gerçeği ile yüzleşememek. Takıntılı aşkların tehlikeli girdabına yakalananlar, kendilerini sonu gelmeyen bir çıkmazın içerisinde buluveriyorlar. Eski sevgilisini bir türlü unutamayan ve takıntılı düşünceleri nedeniyle sonunda intihara kalkışan bir kadın iki yıl boyunca gördüğü psikolojik tedavinin ardından geçmişte yaşadıklarını anlatırken içinden bir türlü çıkarıp atamadığı huzursuzluğu artık hissetmediğini doktorlarına ve yakın çevresine söylerken şunları anlatmıştır: "Onu aklımdan bir türlü çıkaramıyordum. Kafamın içinde şeytanlar cirit atıyor, artık hiçbir zaman bana geri dönmeyeceğini fısıldıyorlardı. Onun bende bıraktığı izlerin ve beni çıldırtmasından korktuğum bu düşüncelerin tehlikeli olduğunun, tıpkı kangrenleşmiş bir organın vücudu zehirlediği gibi beynimi ve ruhumu sinsice çürüttüğünün farkındaydım. Biliyorum bu halimle etrafımdakiler için de bir üzüntü kaynağı olmuş, hatta hissettiklerimi anlattığımda bana yönelen bakışların tuhaflaştığını, acıma ve korku dolu bir hâl aldığını fark etmiştim ama ayrılığımızın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen vazgeçemiyordum bir türlü onu düşünmekten. Hele ki kokusu aklımdan çıkmıyordu bir an bile. Takıntılı düşüncelere sahip olduğumu fark etsem de diğer bir yandan onu tekrar geri kazanacağıma emindim ve bunun için çabalamak zorunda olduğumu hissediyordum. Ondan başkası ile olmayı aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Aşık olduğum adama ihanet edemezdim ne de olsa. Hayatıma başka bir erkeği dahil etmek bir kenara dursun, gündelik yaşamımı bile doğru dürüst yürütemez hale gelmiştim. Geceleri tek başıma oturup saatlerce onu düşünüyor, birlikte geçirdiğimiz günleri hayal gücümde tekrar yaşatıyordum. Uykusuz geçen gecelerin ardından işe gitmekte zorlandığım için işten de çıkartılmıştım. Hiçbir uğraşım kalmamıştı, aslında bu durumdan çok da şikâyetçi değildim. Artık bütün vaktimi ona ayıracağım için içten içe mutluluk duyuyordum. Yakalandığımda hissedeceğim utancın korkusunu da bir kenara bırakmıştım. Onu her gün adım adım izliyor, kimlerle neler yaptığını öğrenmeden duramıyordum. Görüştüğü kadınları da zaman zaman takip ediyor, onları kendimle kıyaslayarak kıskançlıkla karışık öfke duyuyordum ve sürekli acı çekiyordum. Tekrar onunla birlikte olmak için sahip olduğum her şeyi vermeye hazırdım. Kendimi değiştirebilir, olmamı istediği kadın olmak için bir saniye bile tereddüt etmezdim. Eskisi gibi hakaret etse, yapmadığını bırakmasa bile yeniden bana dönmesi için ne gerekiyorsa göze alırdım. Ne de olsa artık kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı."
Birbirlerine psikolojik veya fiziksel olarak zarar veren, ancak ayrılmayı bir türlü göze alamayan çiftler kendilerini bir aşk çıkmazı içerisinde buluyorlar. Ayrılan tarafı aklından bir türlü çıkaramayan terk edilen kişi, geride kalan olmayı bir türlü kabul edemiyor ve tekrar bir araya gelmeye dair takıntılı düşünceler geliştirmeye başlıyor. Başkası ile yeni bir ilişkiye bağlanma düşüncesine tahammül bile edemiyor. Takıntılı aşk hastalığı zihnini ele geçirirken, tekrar bir araya gelseler bile bir türlü gerçekleşemeyecek olan mutlu bir ilişkinin hayalini kuruyor.
Takıntılı aşk kavramına aynı zamanda takıntılı aşk bağımlılığı ya da ilişki bağımlılığı da diyebiliriz. Tanım olarak takıntılı aşk; kişinin gerçek ya da ulaşılamayan, platonik bir aşkı takıntı haline getirip bütün benliğini ona adaması, hayatını ona göre yönlendirmesi, çok yoğun duygular yaşaması fakat bu aşkın gitgide kişinin kendisine ve çevresindeki insanlara zarar vermeye başlaması, kişinin günlük hayattaki işlevselliğini azaltmasıdır. Takıntılı aşık yalnızca aşık olduğu kişinin onu mutlu ve tatmin edebileceğine inanır, onsuz bir hiç olduğunu düşünür ve kişi kendisi mutsuzken aşık olduğu kişinin de mutlu olmasını istemez. Aslında kişi kafasında bir illüzyon oluşturmuş ve aşık olduğu kişi için oluşturduğu anlama aşık olmuştur. Takıntı, sınırları aştığında tehlikeli sonuçlar da doğurabilir, aşık olunan kişiyi takip etme, şiddet uygulama, taciz, tecavüz, cinayet, kişinin intihar etmesi gibi. Takıntılı aşkın en önemli tetikleyicisinin kişinin aşık olduğu kişi tarafından reddedilmesi olduğu düşünülmektedir. Fiziksel veya duygusal yönden reddedilen kişi devamlı kendini kabul ettirmek ve erişebilmek için çabalamaktadır.
Takıntılı aşkın ortaya çıkmasında çeşitli sebepler olduğu düşünülmektedir. Bunlardan en önemlisi kişinin bebeklik çağında kendisine yeterince ilgi ve sevgi göstermeyen annesi ya da ona bakan kişi ile güvenli bir bağ oluşturamamasıdır. Bunu oluşturamamış çocuklar anneleri yanlarından her ayrıldığında ağlamak, korkmak, yoğun endişeye kapılmak, bazen tam tersi anneden uzaklaşmak gibi sağlıklı olmayan davranışlar gösterirler. Anne ya da çocuğa bakan kişi ile kurulamayan bu güvenli bağ, kişinin gelecek romantik ilişkilerinde de aynı şekilde çaresizce bu ilgi ve sevgi arayışına girmesine neden olmakta ve uçlara gidilebilmektedir. Çocuklukta yaşanmış ve çocuğun derin bir değersizlik hissetmesine neden olan olaylar, travmalar da ileride takıntılı aşk oluşturmasına neden olmaktadır.
Ailede madde veya alkol bağımlılığı olmasının da takıntılı aşk için bir risk faktörü olduğu düşünülmektedir. Kişinin, hayatına bir anlam katamamış olması, kendini tatmin etmeyen bir iş hayatı veya sosyal çevreye sahip olması ve bununla beraber gelen sıkıntı ve anlamsızlık hissi de takıntılı aşkın nedenlerinden biridir. Ayrıca buna eşlik eden başarısızlık, düşük özgüven, kırılganlık ve zayıflık hissi kişide yoğun endişe oluşturmakta ve kişi bu endişeyi kafasında oluşturduğu aşka yönlendirerek bu şekilde dışarı vurmaktadır. Bununla birlikte kişi kafasında oluşturduğu takıntılı aşk ile var oluşuna bir anlam katmakta ve önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünmektedir. Bu sebeple de aşk karşılıklı olmadığında yine de bunun peşinden umutsuzca gitmekte, kıskançlık krizlerine girmektedir.
Takıntılı aşk yaşayan kişilerde görülen bir başka özellik de kendilerini çevrelerinden daha özel ya da farklı görme eğiliminde olmalarıdır. Genelde fark edilen bir başka gösterge de takıntılı olarak aşık olunan kişinin ulaşılamaz ya da eşit olmayan seviyede özelliklere sahip olmasıdır. Evli olması, çok daha yaşlı ya da genç olması, farklı bir sosyal kesimden olması, çok uzakta olması ya da platonik olması gibi. Takıntılı aşıklarda genelde depresyon, davranış bozukluğu, bağımlı kişilik özellikleri, kaygı bozukluğu, takıntılı kişilik yapısı, bilişsel çarpıtmalar yani olayları olduğundan farklı algılama, değerlendirme ve yorumlama eğilimi, takıntılı aşk ile tetiklenmiş psikiyatrik hastalıklar, örneğin şizofreni, madde bağımlılığı ve düşük hayat işlevselliği sıkça görülmektedir. Bu tür psikolojik problemlerle karşı karşıya kalan kişilerin, uzman desteği almaları gerekir.
Belli başlı aşk hastalıkları şunlardır:
Erotomanik aşklar: Erotomanik tip, sanrısal bozukluk denilen rahatsızlıkta kişi, çevresindeki herkesin özellikle de amirinin, patronunun ya da bir ünlünün kendisine hayran olduğunu düşünür, hatta aşkı olduğuna inanır.
Paranoid aşklar: Aşırı şüpheci kişilerin sevdiklerine güvenmemesidir. Sürekli kıskançlık krizlerine girerler. Size değil çevreye güvenemediği için böyle davrandığını söyler. Aslında onun kendine güveninde problem vardır. Böyle aşıklara karşı daima dürüst davranmak gerekiyor. Yoksa sevdiğine de kendisine de zarar verebilir.
Antisosyal aşklar: Topluma ve insanlara zarar verirler. Ama bundan vicdan azabı duymazlar. Hırsızlar, kapkaççılar ve hatta ailelerine, kendilerine eziyet eden, alkol ve madde müptelası olan bu kişiler hiç kural tanımazlar. Dürtüsel davranışları ilk zamanlarda onun tutkulu bir aşık olduğunu düşündürebilir. Fakat antisosyal kişiler kolay kolay vicdan azabı duymadıkları için sevdiklerine zarar verir. Antisosyal erkekler genellikle bağımlı kadınlarla evlenirler. Çünkü tüm yaptıklarına ancak bağımlı kişilik yapısında birisi tahammül edebilir.
Depresif aşklar: Depresif kişileri mutlu bir ifadeyle göremezsiniz. Belki de onların mutluluğu mutsuzluktur. Zaten onlar aşkı adeta acı çekmek için yaşarlar. Depresif aşık sevdiğine hiç kavuşamayacağını ya da kavuşsa bile hiç mutlu olamayacağını düşünür. Depresif bir kişiyi sevenler ona karşı sakin ve anlayışlı olmalıdır.
Sağlığımız nasıl olursa olsun, öncelikle ruh sağlığımız iyi olsun.
Vecdi Murat SOYDAN
13/07/2012, Isparta
YORUMLAR
efendim güzel bir konuya değinmişsiniz yazınızı okurken kendimi şöyle bir gözden geçirdim şükürki ben ruh sağlığımı kendi kendime yendiğimi inanalardanım nasılmı şiir yazarak eğer yazmasaydım ben bile bilmiyorum ne olurdum yazdığım şiir şiir denilmeyecek nitelikte bunu biliyorum ama rahatlamam için ve yıllar önceydi PRF DR özcan KÖKNEL hocamızın kişilik adlı kitabını okumuştum o kitaptanda epey faydalanmıştım efendim ruh sağlığı yeride olması hele şu günlerde kolay iş değil ama akılla sağlığımızı korumaya çalışıyoruz emeğinize sağlık bilgilendik sayenizde saygılarımla selamlar