- 878 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ayık kalma çırpınışları
Uykusuzluk, zihnimin gözlerime zulmü olsa gerek. Bir nevi geri dönüm. Gözümün her gördüğünü işlemek zorunda olduğundan bitap düşen zihnim, uyku seanslarıyla dinlenmeye çalışan gözlerime intikam oklarını batırıyor olmalı şimdi. Neden bu kente güneş erken doğuyor ki? Oysa ben geceleri rahatlığa kavuşabiliyorum ancak. Yorgun düşünce iyiden iyiye bedenim ve zihnim alelade tribine girmeye başladığında etrafımda arıza yaratmamak adına kendimi eve kilitliyorum genelde. Uzak tutuyorum gözlerim ile beynimi bir birlerinden. Ama yetmiyor aralarındaki savaşı durdurmaya. Duvar hala beyaz, günlerdir öylece bakıyorum ama henüz bir değişiklik yok. Kirlenmedi hala, sararmadı ya da rutubet henüz işlemdi içine. Günlerdir oturup öylece durduğum tahta iskemle henüz isyan etmedi, gıcırdamadı mesela. Ve nitekim dünya hala dönüyor, biliyorum.
Tutamıyorum kendimi, insanlar arasında. Bakışları altında eriyişimi durduramıyorum. sokaklar sarhoş ediyor beni. insanlar ve onların bakışları uyuşturuyor beynimi. Tutuluyorum, öylece kasılıp kalıyorum. Hareket etmem zorlaşıyor, sanki tüm vücudum ağır bir kütleye dönüşüyor. Bir iğretidir konuyor ağzıma. sinsice sızıyor oradan mideme, bulantılar başlıyor, bulantılar... Frederick Nitchsze. Bir an, o oluveriyorum. O’nun gözleri konuyor beynime. Çok geçmeden anlıyorum aynı şeyler olmadığını bulantılarımızın. Değişmiyor hiç bir şey hala bulanıyor midem olduğu gibi ve ardından kusma sendromları... bir bar köşesine kondurabiliyorum ancak, tonlarca ağırlığa erişmiş kütlemi. Kütle! Evet, maddesel manada yalnızca bir kütleyim, işgalci. İşgal ediyorum boşluğa ait bir yeri. Tıpkı arsa mafyaları gibi. Ne farkımız var ki, ne hakla suçlayabiliriz onları. Sahipsiz olan her şey sahip çıkanın değil midir? Karanlık geliyor ortam biraz daha, yıldızsız bir tavanın altında olmaya veriyorum sebepleri. Sahnede bir kadının ağzından dökülen "boş ver arkadaş" sözünü işitiyorum minik minik. Bir mırıltı gibi yankılanıyor kulaklarımda, önce beynim olumluyor ve ardından dilime pelesenk oluyor; boş ver arkadaş...
Boş veriyorum ellerimi, tanımadığım halde birayı uzatan kadına. Dolduruyor boşluğu. Dilimden düşüyor ondan sonra. Bir şişenin kapağının altında saklanıyormuş meğer her şey... Ayılmak istiyorum. Ayılmak için tek yol belki de, kapağın altındakini tüketmek. Ve ardından kilitlemek benliğimi dört duvar arasına. Daha fazla gitmiyor. Kaç kapağın altındaki her şeyi tüketsem de yeterince tamamlayamıyorum, tam olamıyorum hala. Hüzzam makamında bir küfür türetiyor beynim, kendimi sokağa atmamla. Küfrü duyan üçüncü türün bir bireyi umursamıyor makamından ötürü. Bakıyor sadece, çekingen ve ama fakat ihtiraslı... Gözleriyle yokluyor pantolonumun gizlediklerini. Diliyle tattığı tenimdeki amonyak tadı, geri itmesine neden oluyor kendini. Keskin, soğuk ve mayhoş tat ürpertiyor tüm arzularını. Ve taşmıyor şelalesi, böylece olması muhtemel bir sel baskını engellenmiş oluyor. Islaklık! Ancak bir kadına yakışıyor oysa. Şimdi bu karşımdan geçen, ya o hangi sıfatla ıslanıyor olabilir ki?...
Kaldırımlar! bir kentin kimliğini barındırır. Kaldırımları tanıyanlar sorgulamıyor ortopedik taşlar üzerinde kıvrılıp yatmış bedenlerin kimliklerini. Kentin polisleri de var bilindiği gibi. Sıcak arabalarında çorba içen kıyak abileri sokakların. Bir sigara tırtıklıyor kirli sakallı bunak, kadının birinden. Ve kadın sigaranın ardından aleve boğmuyor maalesef ki göbeği yerinde Hipokrat beyimizi. Ağzında sigara ve hala soğuk vücutla kalakalıyor öylece. Bir piç gibi. Habersiz, her sokağın bir piçe muhtaç olduğundan. Bermuda kokuyor, uzaydan görüntüsü caddelerin. Şeytansı üç türün kesiştiği sokak araları, müthiş girdaplara sahne oluyor. Hayatlar birbirine giriyor müthiş bir hızla. Belki de bundan dolayı kalitesi artıyor adı yaşam olan filmin. Doğal jargonların ve alışılmadık repliklerin hayat bulduğu gündelik sinema filmi; yaşam sahneleniyor bihaber. Drama katıyor tüm olan biten, aksiyon sahnelerinde devreye giriyor siren sesleri. Nedeni bilinmeyen bir arbedede suratına jilet yemiş fah.şe kanıyor. Sahne kırmıza boyanıyor birden. Bir hesap kesiminden geriye bu kez kaymış bir faça kalıyor. Yazık oluyor belki ama, heyecanda gerekiyor arada dünyaya. Çarpıntısı atıyor birden, belki de ondan olsa gerek ani bir sessizlik çöküyor dünyaya. Film kaldığı yerden dönüyor, bir önceki sahne atlanmış bile çoktan...
Kısa adımlar. Uzun yollar boyunca kısa adım atanlar zamanın ne olduğunu daha iyi anlarlar. Duralamayan bir oluktan sızıyor zaman. Durdurulması imkansızı vuruyor. Suflör inceden geçiyor rolleri, zaman ise kalından geçiyor rollerin üzerinden. Adalet güce dayalı. Bir ceylanı parçalayan aslanın azı dişinde saklı işin özü. sokaklar bir matadorun kızdırdığı arenalara dönüyor. Herkes kızıyor yalnız. Matador herkesi kızdırmayı başarıyor bu arenada. Bir sokak lambasının ışığında sergiliyor bir kaç kadın hazinelerini. Sahnenin karanlık yanında beyaz kullanıyorlar. Karanlığın içinde daha iyi seçilsin diye seçilmiş olsa gerek bu renk. Ya da karanlığa dayanamayanların, ona karşı sığındıkları masum şeyin adıdır beyaz. Masumiyet boşlukta salınıyor salınıyor ve gelip konuyor zihnimin salıncağına. Masumiyet, bir kara lekedir siyahın üzerinde. Siyah, ise kudrettir, güçtür. Yol bitmiyor. Film çok uzun, her adımda bir başka sahne geçiyor. Yönetmen keyifli olsa gerek zira her şey istediği gibi icra ediliyor. Bir küçük adam, elinde çiçeklerle yamanıyor sevdayla dolu yüreklerinin gölgesinde yürüyor kör aşıklara. Bir kırmızı gül dayıyor adamın gövdesine küçük adam. İyi kıvırıyor vazifesini, korkmamayı tastamam öğrenmiş. Hiç etmeye kesin kararlı aşkın parasını. Aldırmıyor aşığın cüssesine, o vazifesi gereği kırmızı gülü okutmaya çalışıyor aşıklara. Habersizce kırmızı gülün, kanı çağrıştırdığından... Daha ne kadar yol kaldı? az, çok az ölümle kıyaslandığında.
Anahtarım cebimde kaçıyor onu arayan elimden. kapı büyüyor ve izin vermiyor ayılmama bir türlü. Elim anahtarı zapt ediyor ruhumda kapıyı. Kendine gelmeyi diliyor zihnim yönetmenden. Film kısa bir ara veriyor. Mısır ve kola! Eğlenme vakti yaklaşıyor anlaşılan gündüz gezenlere. Geceden kalma sahnede dans... baş döndürücü geliyor ayık tüm zihinlere. Bense bir kez daha kaçıyorum sarhoşluğun büyüğünden. Sabah güneşin uyandırdığı insanların göz bebeklerinden.
Uyumak istiyorum. Sanırım bunun için zihnime hatırı sayılır bir teklif sunmam gerek...
kayra zoran