- 1061 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
(I) Av sabahı
Göl kıyısında yürüyorlardı.
Keklikler tam da bu sabah vakitlerinde yaylıma çıkarmış. Yeni sürülmüş toprakta ekin ararlarmış. Etraf henüz aydınlanmamıştı. Ortada yayılan bir keklik alayı da görünmüyordu. Köpekler, uzun kadife kulaklarını gazellerin üstünde sürükleyerek yürüyor, ıslak burunlarını buldukları her kovuğa sokuyor bazen duruyor, oldukları yerde hoplayıp zıplıyor, sonra yine başlarını eğip kuş kokusu aramaya devam ediyorlardı. Hilmi ise pusu kokluyordu. Koruluktan, göl kıyısındaki tarlalara doğru soğuk bir nefes gibi üflenmiş olan pusu. Çürük meşe yaprağı, gübre ve aynalı sazan kokan pusu. Bir an hafiften başı döndü. Sırtındaki tüfeğin askısı omzundan aşağı kaydı. Durup düzeltti askıyı. Ayağına büyük gelen postalları çözüp sıkıca tekrar bağladı. Babasıyla arasındaki mesafe daha da açılmıştı. Köpekler pusta çoktan gözden kaybolmuşlardı.İçinden bir üşüme geçer gibi oldu Hilmi’nin. Tüfeği gayretle omuzlayıp adımlarını hızlandırdı.
Bir saate yakın yürüdükten sonra köpeklerin ikisi birden bir çalı dibine sokuldular. Kesik kesik havladılar. Çalılıklardan bir keklik alayı havalandı. Keklikler çok yükselmeden tüfekler ardı ardına patladı. Kanat sesleri tüfek seslerine karıştı. Keklik kanatlarında birden hafifleyiveren sabah, havaya dağılan 8 numara saçmalarla yine birden ağırlaşmış, alayın içinden beş keklik az ötedeki nadas tarlanın civarına birer kına torbası gibi düşmüşlerdi. Köpekler tarlaya dağılmış, avlanan keklikleri ararken, Hilmi’nin babasıyla belediye reisi bozulan alayın nereye konacağını takip etmekteydiler.
“On beş saydım, beşi vuruldu, on kaldı.” dedi belediye reisi.
Babası Hilmi’ye döndü. “ Şu kavakların dibine düştü birisi, git onu al da gel” dedi. Hilmi nadas tarlayı komşusundan ayıran kavak sırasına doğru yürüdü. Etrafa bakındı. Sabah alacasında, mevsim rüzgârlarının cascavlak koyduğu kavakların cılız gölgesinde kekliği taştan, taşı ottan ayırmak kolay değildi. Birden hemen ayağının dibinden seke seke giden bir şey gördü, o şey kanadından süzülen ılık kan damlalarını ardında bırakarak az ilerideki kaya kovuğuna pıstı. Hilmi kovuğun başına gitti. Eğilip baktı. Yaralı keklik elini uzatsa alabileceği bir yerde, yana düşmüş kanadıyla biçimsiz bir karaltı halinde duruyordu. Kaçacak yeri yoktu, arkasında kaya, önünde küçük avcı.
Hilmi doğruldu, tüfeği tekrar düzeltip babasının yanına doğru koşar adım gitti.
“Ne oldu len bulamadın mı?”
“Bulamadım baba.”
“Eyi baktın mı len?”
“Eyi baktım, bulamadım.”
“Nasıl adam olcan len sen, yörü hadi, ötekileri bari kaçırmayalım elden.”
YORUMLAR
Yaşananları hissettiren satırlar, kekliğin yürek çırpıntılarını hissettirdi.
Tebrikler, devamını takipteyim, selam ve sevgiler.
cizgilikagit
Benzetmeler öyle güzel düşmüş ki, bayıldım dersem abartmış olmam. Meselâ kına torbası gibi düşen vurulmuş keklikler... Nev-i şahsına münhasır... Evet, sizi okumayı seviyorum. Kolay gelsin.
Selâm ile...
cizgilikagit
Çok uzun bir ara verdim, yine de beni bırakmadığınız için teşekkürler.