- 3100 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Çakıl Taşları
Deniz kıyısında dolaşırken binlerce çakıl taşı görürüz. Hepsi denizin dalgalarınca yıkanıştır binlerce kez. Ve şekil verilmiştir, dalgalarla rüzgârlar tarafından. Bazen sürüklenirler binlerce metre. Ama her biri başka renkte ve şekildedir. Aynı denizin dalgaları tarafından koparılıp getirilmiş ve aynı denizin dalgaları tarafından yıkanmış olmalarına rağmen. Renkleri farklı biçimleri farklıdır kimi parlak, kimi mat, kimi yuvarlak kimi köşeli; kimi ince kimi kalın... Denizde yüzdürürsün bazılarını, bazılarıysa yüzmez. Bazıları delik deşiktir, bazılarıysa biçimsiz, çirkin. Alıp yanında götürmek istersin bazılarını. Okşar, seversin kimilerini. Bazen tekme atarsın öfkeyle, içindeki acının intikamını almak istercesine.
Aynı denizin taşları olmalarına rağmen bu çeşitlilik şaşırtır insanı. Çevremizdeki insanlarda öyle değil midir? Aynı şeyleri hissetmez miyiz onlara karşı da... Denizin kumu ve tuzu arasında asil görünen, bakışları kendine çeken taşlar gibidir bilgili insanlarda. Nerede olurlarsa olsunlar fark ettirirler kendilerini. Tüm yaşanmışlıklarına rağmen dimdik ayaktadırlar. Oysa deniz, gözyaşlarından almıştır suyundaki tuzu.
Hayatıma girmesinden mutlu olduğum gurur duyduğum ender insandan biridir o. Çakıl taşlarının en güzel renklisi, en düzgün şekillisi, en parlak olanıdır bence. Aynı deniz kenarında binlerce çakıl taşından biridir belki ama en farklısıdır. Düşünceleri, bilgi birikimi ve yaşanmışlıklarıdır onu farklı yapan. Sert görünüşünün altında yatan yumuşacık kalbidir belki de farklılığının kaynağı. İhtiyacı olan herkese yardıma koşması, almayı beklemeden veren kişiliği ve kendini gizlemeden olduğu gibi görünmesi çevremdeki ender insanlardan biri olmasının gerçek nedeni gibi görünse de en çok hikâyesidir beni etkileyen. Yaşadıklarına rağmen hayattan kopmaması, inatla tutunması ve kafa tutabilmesidir kadere.
Liseyi henüz bitirmemişti evlendiğinde. Babası, ’ çok sessiz ve çok kırılgansın. Bu aile iyiye benziyor. Seni korur kollarlar, üzmezler. Bak oğullarının da iyi bir işi var. Hem efendi biri, rahat edersin kızım. Benim de gözüm arkada kalmaz ’ dediğinde kabul edivermişti. İtiraz etmek, ’ben daha okumak istiyorum’ demek aklından bile geçmemişti. Babası kanser hastası olduğu için annesi de ’baban mürüvvetini görsün kızım, yarının ne getireceği belli olmaz ’ demişti. Ailesine düşkün olması onların kararlarına saygı duymasını gerektirmişti.
Kısa bir nişanlılık döneminden sonra evlenmişlerdi. Sevmişti eşini, ısınmıştı kanı. O, her sabah eşini işine uğurlayıp akşamı iple çekerken eşi de her akşam eve çiçeklerle gelirmiş. Sürpriz yapmaya bayılırmış diğer pek çok hemcinsine inat. Akşam yemekleri ziyafet havasında geçermiş. Hafta sonları ise kırlarda, deniz kenarlarında yağmurlu havalarda ise sıcacık evlerinde pencerenin önünde elele geçirirlermiş.
Çalışmadığına hiç pişman olmamış. Değişik yemekler, tatlılar, pastalar hazırlamak en büyük uğraşısı olmuş. Zaman zaman anne ve babasına itiraz etmeyerek ne iyi yaptığını düşünürmüş. Ama eksik olan ya da samimi olmayan bir şey hissedermiş bazı anlar. Zamanla geçeceğini umut edermiş. Bir yıl su gibi geçivermiş. O gün başka bir heyecanla uyanmış ikisi de. Evlilik yıl dönümleriymiş çünkü. Eşini başka bir mutlulukla uğurlamış işe. Eşi de ’bugün yemek yapma, dışarıya çıkıp, bir şeyler yapalım’ demiş. Kapıyı kapatıp içeri girdiğinde yüreğine bir şey batmış. Tüm mutluluğu bir balonun patlaması gibi sönüvermiş. Yine de evi toparlamaya, akşama ne giyeceğine karar vermeye odaklamış kendini. Bir süre sonra kapı çalındığında eşinden gelen bir kucak kırmızı gül silivermiş tüm olumsuz düşünceleri. Ama güllerin üzerindeki notu neye yoracağını bilememiş. Notta ’iyi ki varsın, iyi ki tanıdım seni, yarı yolda bırakıp gitmeyi hiç düşünmemiştim, bunun için affet beni...’ yazıyormuş. Ne demek istediği anlamamış. Yaşının küçüklüğü, daha önce benzer şeyler yaşamamış olması kısaca bu konulardaki cahilliği karıştırsa da kafasını kötü düşünmemiş.
Vakit geçtikçe, akşam yaklaştıkça heyecanı artmış. Giysilerini hazırlamış. Saçını toplatmış, takılarını takmış pencere önünde beklemeye başlamış ama zamanın ayağına sanki pranga takılmış bir türlü ilerlememiş. Güzel hayallere daldığı anda annesi aramış. ’Kızım hazırlan seni almaya geliyoruz. Eşini hastaneye kaldırmışlar.’demiş. Ardından kayınvalidesi benzer şeyler söylemiş, arayan herkesin sesi bir garipmiş. Şaşkınlıkla babasını arayıp neler olduğunu öğrenmek istemiş. Babası ona hiç yalan söylemezmiş. Ama ulaşamamış. Az sonra bir arabayla kendi anne babası ve kayın validesi gelmişler. Gözyaşlarını ondan saklayarak içeri girdiklerinde kapı yeniden çalmış. Bu eşinin patronu girmiş içeri. Artık dayanamayıp ’neler oluyor, ne olur söyleyin ne oldu.’diye bağırmış. Onu zorla bir koltuğa oturttuklarında aklı akşam ki yemekteymiş garip bir şekilde. Ama acı gerçeği duyduğunda dünyası yıkılmış. Ona söylenen ’ Eşin bugün öğle saatlerinde intihar etti. Maalesef kurtaramadık.’
İnsan ne düşünebilir ki böyle bir durumda. Durur mu düşünme yetileri beyninde. Daha sonra ne yaşandı, ne konuşuldu hatırlamamış. Cenazeyi, polis soruşturmasını, eşinin intiharının nedenini silmiş kafasından. Zaman o an durmuş. Bu arada yemeden içmeden kesilmiş. Saçları dökülmüş demet demet. Zayıflamış, iğne ipliğe dönmüş. Aradan bir ay geçtikten sonra gerçekleri idrak etmeye başlamış. Çevresindeki her şeye herkese boş verip babasına odaklamış kendini. Ne yazık ki altı ay sonra da onu kaybetmiş. İşte o zaman hiç ağlamadığı kadar ağlayıp akıtmış içinin zehrini. Eşini onu bırakıp gitmesini affedemeden babasını kaybetmek... Bu kez yıkılmamış bilenmiş. Bir süre sonra annesiyle yeni bir hayat kurmaya çalışmış. İlk olarak liseyi bitirmiş dışarıdan. Sonra üniversite sınavına girmiş. Kazanmış da. Okulunu başarıyla bitirip öğretmen olmuş. Anadolu’nun çeşitli illerinde, kuş uçmaz kervan geçmez köylerinde yanında annesi yılmadan, yorulmadan çalışmış. Her gittiği yerde başarılı öğrenciler yetiştirmiş. Özellikle kızların okuması için çok çaba harcamış. Başarılı da olmuş.
Öğrencilerini ’çakıl taşlarına’ benzetirdi. Tıpkı benim onu benzettiğim gibi. Bazıları güzel, dirençli, renkli ama bazıları ne yaparsan yap şekillenmeyen çakıl taşları... ’Bazı taşlar binlercesinin arasında hemen fark edilir. Ama bazıları ancak ayağına batınca ya da ayağını kesince fark edilir.’ Derdi, öğrencilerinden bahsederken. Ve devam ederdi;’ oysa hepsi aynı denizin suyuyla yıkanmış, aynı denizin dalgalarıyla dövülmüş.’
O, çakıl taşlarından biriydi. Ama en güzeli, en dirençlisi, en azimlisi, en güçlüsü...
YORUMLAR
Bu aralar akmaya her an hazır gözyaşlarıma bahane oldunuz, ağlattınız beni. Ne kadar hazin hikayeler var o kalabalık çakıl taşlarının içinde! Belki kendi içimizde!... Ve belki de altı çizili olmasına rağmen farketmediğimiz aldatmacalar ve yalanlar....Hatta bazen o yalanları söyleyen aldatan biz,kendimiz... Bazen başkası diye anlattığımızda biraz da biz.
Dokunaklıydı çok.
Kendinize iyi bakın. (Çok samimi hissettiğimden affınızla)