- 1290 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BEN ANAMI ÇOK ÖZLEDİM
BEN ANAMI ÇOK ÖZLEDİM…
Mayıs ayının 2. Pazar günü “Anneler Günü”dür. O gün, herkes annesine ya bir çiçek veya başka bir hediye götürüp elini öpecek ya da uzakta ise telefon açıp sevgisini, saygısını ve özlemini dile getirecektir. Annesi hayatta olmayanlar ise onları dualarla ve iyi sözlerle anacak, onlarla birlikte geçirdiği acı ve tatlı olayları yeniden hatırlayacaktır. Belki bu arada bazıları “Anneler Günü” kutlamasına karşı çıkacak, hatta ”Anneler bir gün değil her zaman hatırlanmalıdır.” diyerek düşüncesini ortaya koyup bu kutlamaya katılmayacaktır. Bu düşüncede olanlara da saygı duyarım. Herkesin görüşü kendine. Ben , “Annneler Günü”nü, anneliğin önemini düşünmek ve onların bizler için yaptıklarını değerlendirmek için bir fırsat olarak görüyor ve önemsiyorum. Ayrıca bugünün gençliğini de bu duyarlılıklarından dolayı kutluyorum.
Elbette ki bütün anneler kıymetlidir. Yaşadıkça onlara saygı göstermek, onları üzmemek, onlara “of” dahi dememek gereklidir. Ama maalesef onların kıymeti, onlar gittikten sonra anlaşılıyor. İzninizle, ben de bu vesileyle beni doğuran,, büyüten; bana, kardeşime, ağabeylerime ve ablalarıma hem analık, hem de babalık yapan anamdan bahsetmek istiyorum.
Herkesin hayatında olduğu gibi benim hayatımda da anamın çok ayrı bir yeri vardır. Babam 1964 yılında vefat ettiği zaman ben henüz ilkokul dördüncü sınıfta idim. Babamın lokantası vardı. Hatta Erciş’in ilk lokantasını o açmıştı. Ölümünden kısa bir süre önce de lokantayı kapatmıştı. Dolaysıyla ekonomik olarak durumumuz iyi sayılmazdı. Daha sonra durumumuz daha kötüye gittiği için bir süre sonra anam, benim satmam için evde pasta yapmaya başladı. Ben de anamın yaptığı pasta dolu tepsiyi alır, fırına götürür, piştikten sonra da akşama kadar çarşı - pazar dolaşır satardım.Topladığım parayı da evde anama verirdim. Tabii bu arada zaman zaman bu paradan 25 kuruş ayırır ve rahmetli İstanbullu Selahattin’e vererek barakasındaki kiraya verdiği bisikletlere binerdim. Bazen de kaytarır langırt oynardım.
Oturduğumuz evler nedense hep kiraydı. Çok defa bunun nedenini anama sordum. “Neden bizim kendimize ait evimiz yok ?” diye. Bazen susar, bazen de “Babanın Erciş’te kalmaya niyeti yoktu ki alsın.” derdi. Üzülürdü. Çünkü kiracılık zordu o zamanlar. Benim babam seferberlikte Adana’ya gitmiş ve uzun yıllar gelmemişti. Hatta O’nu Adana’dan yıllar sonra akrabalarımız getirmişti. Biz ona “Efe” derdik. Konuşması bizim konşmamızdan biraz farklıydı. Biz Erciş ağzını konuşurken O İstanbul ağzını konuşurdu. Gitmek istiyormuş Erciş’ten. Anam öyle diyordu. Ve bir gün gideceğine de inanmıştı. Çünkü özlemişti uzun yıllar kaldığı Adana’yı. Ama olmadı işte. 1964 yılı geldiğinde hastalanarak aramızdan ayrıldı.
Babamdan sonra anamın işi çok zorlaşmıştı. Bir taraftan evin geçimi, bir taraftan ailenin birliği, bir taraftan evin işleri hep anamın üzerine kalmıştı. Daha sonra bizi sünnet ettiren, okutan ve evlendiren de o oldu. Çamaşırlarımızı leğenlerde yıkar, banyomuzu da dışarıda bulunan ocakta ısıttığı sularla yazın teştlerde, kışın da odanın bir köşesinde “çal” dediğimiz betondan yapılan basit banyolarda yaptırırdı. Eğer o gün yaramazlık yapmışsak bir taraftan başımıza su döker, bir taraftan da elindeki tasla hafiften kafamıza vurur, nasihat ederdi. Tabii biz, sürekli olarak “Tövbe bir daha da olmayacak.” desek de banyodan sonra yine bir deyimde olduğu gibi “Aynı tas aynı hamam”, yaramazlıklarımıza devam ederdik. Sonra ilkokul beşinci sınıftayken öğretmenim Sabri Yıldız’ın teşviğiyle Alpaslan İlköğretm Okulu sınavlarına girdim. Kazandıktan sonra hazırlanan bir senetin imzalanması gerekiyordu. Maalesef bunu imzalayacak kimse yoktu o zamanlar. Zavallı anam bir komşumuza rica etti o zaman. O da imzaladı seneti. Anam “Okuldan kaçarsan veya sınıfta kalırsan bu senetin karşılığı olan parayı benden alacaklar.“ diyerek uzun uzun tembihlerdi beni. Anamın belirttiğine göre ben de ona “Merak etme ana okuyacam.” dermişim hep. Ve ben yıllar sonra benim okumam için çırpınan anama hep dua ederken, o gün senete imza atan o değerli insana da ölünceye kadar hep “ dayı” diye hitap edip, hep saygı gösterdim. Nur içinde yatsınlar.
Lokantamız olduğu sürece ekmeklerimiz hep fırından, hatta bazen yemeklerimiz de lokantadan gelirdi. Fakat lokantamızın kapanmasından sonra ve hele hele babamım ölümünden sonra fırından ekmek almaktan vazgeçildi. Haftada veya on beş günde bir tandır yakılarak ekmek yapıldı. Bunu da yine anam yapardı. O yıllar kışın sobalarda ya tezek yakılırdı ya da odun. Oda soğumasın diye de sobanın külü mangallara çekilir odanın ortasına bırakılırdı. Bizler de mangalın başına toplanır ısınırdık. En eğlenceli olanı ise ekmek yapıldığı zamanlar tandır başında oturmaktı. Bu yüzden ekmek yapılacağı günü sabırsızlıkla beklerdik. Ekmek yapıldıktan sonra tandırın başına oturur, kucağımıza çul atar, hem ısınır hem de değişik oyunlar oynardık.
Baştan belirttim ya, anam, babamın ölümünden sonra bize hem analık hem de babalık yaptı. Sokak kavgalarından, kötü arkadaşlardan hep uzak tutmaya çalıştı. Kimseye muhtaç olmadan yaşamak ve ayakta durmamız için bizi çalışmaya yönlendirdi. Muhakkak okumamızı istiyordu. Bu nedenle hem okula gittik, hem de başka işlerde çalıştık. Anam gururlu bir kadındı. Akrabaları dahil kimseye tenezzül etmedi. Her zaman “Babaları öldü çocukları da aç kaldılar.” sözünü dedirtmem kimseye diyordu. Ve öyle de oldu. Az bulduk az yedik, çok bulduk şükür ettik.
Ben Öğretmen okulunda okurken, abim da Van’da başka bir okulda okuyordu. Benim küçüğüm de henüz okula yeni başlamıştı. Bu süre içinde anam yemedi yedirdi, içmedi içirdi, giymedi giydirdi. Bu arada zaman zaman bazı şeylerine karşı çıktık, hatta kendisine kızdığımız, hatta belki de haykırdığımız günler oldu ama o hep sabretti ve bizi kanatları altına alarak bize babasızlığı hissettirmemeye çalıştı. Ve yıllar sonra, hani derler ya” Elimizin ağzımıza yetiştiği …” veya “İki yakamızın bir araya geldiği…” günler geldi. Ama yıllar anamı yıpratmış ve yormuştu. Çocuklarını yetiştirdiği için elbette ki çok sevinçliydi ama geçen her yıl yüzünde derin bir çizgi bırakmıştı. Ve bir gün aynı babam gibi anam da, belki de tam yüzünün güleceği, rahat edeceği, torunlarını seveceği, yaptıklarının karşılığını göreceği bir an da bizleri bırakıp gitti.
Bilmiyorum, acaba sağlığında anamızın ne kadar kıymetini bildik ?.. Yaptıklarının karşılığını ne kadar verebildik?.. Ama eminim ki, ne de yapsak onların hakkını kolay kolay ödeyemeyiz. Erciş’te bir atasözü vardır. “Men yanaram balama, balam yanar balasına.” diye. Bu atasözü aslında günümüzda yaşanan gerçeği ifade ediyor ama ben bunu tasvip etmiyorum. Evlatlarımıza yanarken, bizi doğuran ve büyüten analar da ihmal edilmemelidir bence. Kim ne ekerse sonunda da onu biçecektir. Ve yine unutmayalım ki, her kadın – istisnalar hariç - bir gün muhakkak analık duygusunu tadacaktır. Önemli olan bu duyguyu tatmadan önce ana olmanın anlamını bilip ona göre hareket etmektir.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da, herkes elini öpmek, hayır ve duasını almak için annesine giderken ben, anasızlığın burukluğunu bir kez daha yaşayacam. Gözümün önüne her zaman olduğu gibi yine anam gelecek. Ve anamı ne kadar çok özlediğimi bir kez daha anlayacam.
YORUMLAR
Offf efendim, yolum size keşke bu saatte düşmese idi.Sözün bittiği yer.Sizi alkışlıyorum.