- 1171 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Ultra Nağmeler
Kapı çaldı. Kapı çaldı derken, kapı bir şey çalmadı. Zaten teorik olarak böyle bir şey imkansız olurdu. Yalnızlıktan öyle sıkılmışım ki, sevinç içinde koşup gülümseyerek açtım kapıyı. Kapıcı Rüstem; ’’Bugünkü gazetenizi almamışsınız Feryal hanım, ziyan olacak!’’ diye elime tutuşturup merdivenlerden aşağı inmeye başladı. ’’Durun Rüstem Efendi!’’ diye seslendim ardından... Dönüp boş gözlerle bana baktı... Ne diyeceğimi bilemeyince ’’Neyse’’ dedim... ’’Kolay gelsin, sağolun’’...
Utanmasam Rüstem Efendi’yi içeri davet edip kahve ikram edecektim. Aman Allah’ım bana neler oluyor böyle... Artık ’’Acıyor’’ şarkısını bir süreliğine dinlemeyi kesmeliyim sanırım.
Rüstem Efendi’nin getirdiği gazeteyi aldım elime, sıkıntıdan bayılacak haldeydim. Toki konutlarını sel almış. İlk sayfada bu yazıyordu. Toki-cell desek daha doğru. Dokuz kişi ölmüş. Canım sıkıldı memleketin bu çarpık ölümlere sahne olan haline. İnsan hayatı ne de ucuz diye geçirdim içimden. Gazeteyi okurken gözüm arada bir masanın üzerindeki telefona kayıyordu. Lanet olası çalmıyordu işte. Çalmıyordu dediysem, teorik olarak telefonun benden bir şey çalması imkansız. Olsa olsa kalabalık olma ihtimalimi elimden alıyordu; işlevselsizliğyle. Hayır yani çalmayacaksa bir telefon ne işe yarar ki! Bu aptal takoz beni sadece yalnızlığa sürüklüyordu. Keşke hiç satın almasaydım onu. O zaman böyle beklenti içerisine de girmezdim hem...
Baktım olmayacak, bastım bilgisayarın düğmesine. Sanki herkes arasında anlaşmış gibi, burada da kimsecikler yok. Yazın bu hallerinden nefret ediyorum. Herkes yeni şehirler görme hevesinde. Ben onu da denedim oysa, hiçbir işe yaramıyor diyemiyorum. Kimsenin kim-se olması ne tuhaf! Bence sosyal paylaşım siteleri artık yasaklanmalı. Hem müzik de artık bir işe yaramıyor. Şiirlerse, başkalarına ait cümlelerle yaptığımız şaklabanlıktan başka bir şey değil. Artık yazarak bir yere varamadığımı anladığımdan beridir, yazma hevesim de zavallı bir hal aldı.
Uzun metrajlı günleri yıkayıp yıkayıp asmaktan sıkıldım. Kuruması için bir de güneşi beklemek ne yorucu. Burada kasvetli bulutlar var. Öyle dalgınım ki, elimdeki sigaranın varlığını unutup bir tane daha yakmak için hamle yapıyorum. Şaşkınlığım için kızıyım mı, gülüyüm mü bilmiyorum. Aslında ’iyi misin?’ diyen birinden başka bir şey değil aradığım. İyi olmadığımı biliyorum. Battaniyeyi alıp koltuğa gömülüyorum.
Bazı sözler dile düşünce kıymetsizleşiyor. İstiyorum ki, anlatmadan anlasın beni. Kırıldığımda örneğin, neden diye sormasın. Hayatımdaki bazı insanlar beni o kadar çok düşünüyor ve benim için benden bile fazla çok endişe ediyorlar ki... Oysa benim üzüntüm başka. Benim için endişelenen insanların endişelenmesine sebep olan kişinin kayıtsızlığı beni dehşete düşürüyor. O’nun sağduyusunu arıyorum en çok. Ne zaman O’na ihtiyacım olsa ya meşgul aklı, ya da ruhuna ulaşılmıyor. Ben onu üzülür, merak eder diye kaybolmuyorum bile, ama o kaybolmanın en dik alâsını biliyor. O’na nasıl soracağımı bilemiyorum. Bazı şeyleri neden yaptığını ve yapmadığını anlamıyorum...
Derken düşünmekten kendimi hasta ettiğim sırada telefonum çalıyor. Burnumu çeke çeke açıyorum. Telefonun diğer ucunda O. Pencereye doğru yürüyorum. Aşağıdan bana gülümsüyor. El sallayıp, ’Gel’ diye işaret ediyor. Üzerimdeki havuç yiyen tavşan desenli pijamamla aşağı iniyorum. Şapşal şapşal bana gülümseyip elindeki bonzaiyi uzatıyor. ’’Bin hadi, gidiyoruz’’ diyor. Üzerimdeki pijamanın saçmalığını unutuyorum, o zaten fark bile etmiyor. Nereye gideceğimizi soruyorum; ’’Sabret’’ diyor. Az sonra bir kitabevine varıyoruz. Elimden tutup beni içeriye sürüklüyor. İçerisi hınca hınç dolu. Bir imza gününe geldiğimizi anlamam uzun sürmüyor. Kalabalığı yarıp en başa doğru ilerliyoruz. Masanın başında ’’Ultra Nağmeler’’ adlı bir dolu kitap. Bir tanesini eline alıp sevinç içinde bana uzatıyor. Kalabalık şaşkın şaşkın bana bakıyor. ’’Ultra Nağmeler / Feryal Akın’’ yazdığını görünce ufak bir sendeleme yaşıyorum. Kalbim duracak gibi oluyor. Sımsıkı sarılırken, ısrarla çalınan kapı sesiyle irkiliyorum.
Yatağımda, hala battaniyenin altındayım. Kendime gelmeye çalışırken kapının zili yeniden çalıyor. Çalıyor dediysem, benden bir şey çalmıyor dememe lüzum yok sanırım. Yalnızca kapının varlığına hırslanmış gibi, yerinden sökercesine çalıyor. Sehpanın üzerindeki kumandayı ve gazeteyi devirerek koşuyorum açmaya. Karşımda O, elinde dışına maydonoz taşan bir poşet; ’’Ağaç oldum, nerdesin allasen Feryal!’’ diyip, beni iteleyerek bir hışımla içeri giriyor...
Akşama balık almış. ’’İstediğim boyaları aldın mı?’’ diye soruyorum.
’’Unuttum’’ diyor.
’’...’’
’’Bir karpuz kes de yiyelim, çok yorgunum.’’ diye ekliyor.
Düşte mi, gerçekte miyim ayırt edemiyorum. Poşetleri alıp mutfağa gidiyorum. Tezgahın üzerine poşetin içindekileri çıkarıyorum. Maydonuzu elime alıp, bonzai olmadığından emin olduktan sonra düşten gerçeğe düşüyorum.
Karpuzun kırmızı suları pijamamın üzerindeki havuç yiyen tavşanın gözlerine sıçrıyor.
Kendimi Güliver’in küçük dünyasında buluveriyorum...
fulya/temmuz2012
YORUMLAR
çok tatlı olmuş hikaye hem yaşanılası hem düşsel...dilin anlatımın ise dört dörtlüktü fulya...bir gün geleceğim imza gününe ama havuçlu tavşanlı pijama giy muhakkak...sevgiler cancağızım
Fulya CODAL
imza günü mü :))
hikaye o kaymağım.. benim bir kitabım olmayacak..
öpüyorum, Boston'a sevgiler :)
Uzun metrajlı günleri yıkayıp yıkayıp asmaktan sıkıldım. Kuruması için bir de güneşi beklemek ne yorucu.
... harika ...
Öyle dalgınım ki, elimdeki sigaranın varlığını unutup bir tane daha yakmak için hamle yapıyorum. Şaşkınlığım için kızıyım mı, gülüyüm mü bilmiyorum.
Aslında ’iyi misin?’ diyen birinden başka bir şey değil aradığım.
... başka bir yerden gözüm ısırıyor bunları ...
ha ısırıyor derken dişleriyle değil hani ... ki gözün de dişleri olmaz zaten ... olsa olsa kirpikleri olur ... onlar da ısıramayacak kadar yumuşak kalplidir ...
okuduğum en güzel yazındı ... kendimden çok şey buldum ...
yalnız benimki maydonoz değil ıspanaktı :)
gülkurusu tarafından 7/6/2012 6:30:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
Fulya CODAL
Ah Gül suyum... Sen çok yaşa e mi :))
Ispanak haa, ne güldüm...
Evet bu yazının tohumlarını başka yerde atmıştım, ondandır gözünün ısırması :)
sevgimle hep, onur verdin..
''İstiyorum ki, anlatmadan anlasın beni''
Peki o zaman beni anla' ;ben bir şey anlatmak istemiyorum Fulya-anlatmadan anla-...
...
Ben buraya niye çıktım,niçin çıktım,buraya çıktık da çıkmadık mı dedik,bunu izaha gerek yok' der gibiydi...
Saygılar
Fulya CODAL
Sevgili Harun, seni ''gerçekten'' tanıyanlar eminim sen anlatmadan da anlıyorlardır seni...
Teşekkür ediyorum...