- 1303 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
p
" Siyah gözlü insanlardan değil, çakır gözlülerden kork! " demişti, annem.
Nazarları en çok onların değermiş.
Hayriye abunun gözü kime değse, illa ki Hoca Mahmut Efendinin kapı tokmağı yedi gün, yirmi dört saat çalınırdı. Karısı Makbule “Buyur” ederdi gelen misafirleri.Bir oda açılırdı odanın içinde.Küçük bir kapı belirir karşında.Eğer farkına varmadıysan, duvara toslamayla beraber, kafanda koca bir şişlik olurdu. Ondan sonra ovala dur saatlerce.Neyse ki son anda fark edip de, akıl ettik eğilmeyi .
Yoksa; Fahriye ablanın kafası zaten tepelerde incik- boncuk arıyor. Terelelli aklı iyice gitmiş, hangi diyarın deliğinde kaybettiyse kendini, arayıp duruyor garibim…
Bir de Hayriye abunun bakışları kızı erim erim eritmiş. Kendi anası.Benim anam, birde ben. Arka arkaya girdik kapının kirişinden...
Anam, ağzını burnunu kapattığı yaşmağı ucundan tutup, iyice bir doladı yüzüne.Başka yerde görsem anam olduğuna aklım yatmazdı. Acaba gerçekten benim anam mı, yoksa beni kaçırıp bu bilmediğim eve evlatlık mı vermişlerdi? Anamı ne zaman kızdırsam" Seni dilencilere vereyim de gör anaya karşı gelmek neymiş, der süpürgenin ya topuzu gümlerdi sırtımda, ya da takunyaları. Kafam iyi sağlam kaldı bunca yıl. Ben bile şaşırıyorum bu işe .
Fahriye abla oturduğu yerde sağa -sola doğru durmadan sallanmaya başladı.Kemikli ve uzun parmaklarını ağzına yaklaştırıp, kendi aralarında bir şeyler konuştuğunu duyar gibiyim."Hım hım”lı bir şeyler söylüyor.Ne söylüyor ki acaba diye merak edip az başımı uzatınca, birden gülmeye başlıyor. Sübhan Allah.Bismillah.Valla ölümüm Fahriye ablanın elinden olacak Gaz tenekesi niyetine, kibriti çakıp atmışlar sanki kızın içine . Ömrü hayatımda bir mezarlıktan geçerken, siyah, iri gözleri parlayan cinlerden korktum. Birde Fahriye ablanın yerli- yersiz kahkahalarından.Aslında kahkaha da değil.Değişik bir şey.Sanki, birkaç kişiyi aynı anda boğazlıyorlar gibi...
Bazen ayna karşısında onu taklit etmeye çalışıyordum.Bir zaman sonra kendimi o kadar kaptırıyordum ki aynadan bir el çıkıp, boğazımı sıkacak gibi geliyordu. Oda benim gibi cinlerle konuşuyormuş. Milletin ağzı torba değil ki büzesin.Nerede görmüşler, hangi vakit bilmişlerde cinlerle konuştu demişler ?
İşte, iki korktuğum şey bir araya geldi. Buna annem de eklenince, üç korkumla aynı anda ve aynı odada yüzleşmeye başlayacaktım.Ama bu hiç da adil değildi. Daha küçüktüm ben. Geceleri altımı ıslatmamda, cinlerden konuşmamın bir alakası olduğunu söylüyordu annem.
Gece ben uyurken konuşuyormuşum.Sonra kalkıp, cinlerle oyun oynuyormuşum. Sonra Fahriye abla gibi basıyormuşum, kuyruğu alev almış kediler gibi kahkahayı. Benim, bunun farkında olmam gerekmiyor mu? Aklım almıyor.Hem de hiç almıyor...
O gece diğer gecelerden farklıydı. Annem kış olduğu için sobaya ateş geçmesin diye, bir kaç yarmaç odun atmış.Tam yatacakken, kardeşlerimle yattığımız odadan sesler geldiğini duymuş. Gecenin bir yarısı. O saate kadar biz beşinci öykümüzün orta sayfalarını okuyor olurduk. Kapıyı yavaşça açıp" Kız siz daha uyumadınız mı ?”diye çekişecekken, birde ne görsün!Ela gözleri sarı sarı üzüm taneleri gibi açılmamış mı?Bu onun anlatımı…
“Goş herif goş, bizim kız kafayı oynattı, yetiş. ”Babam annemin yaygarası üzerine gelip, beni ortada leğenin üzerine huniyi tutup, maşrapayla içinden su döktüğümü o da, kardeşlerim de görmüş.Sonra yatağın içinde korku dolu gözlerle birbirlerine sarılmışlar. “Hay deni kodenna” gibi şeyler söyleyip, leğeni iki tur dönüyor, sonra leğene boşalttığım suyu tekrar maşrapaya koyup, huniden tekrar leğene döküp” helikon monekariş “deyip yatağa girip yatmışım. Valla ben annemin yalancısıyım.
Gel de o odada böyle biriyle uyu! Ben olsam asla uyuyamazdım. Korkardım benden.
Annem, kardeşlerimin döşeklerini kendi odasına taşıdı bu yüzden.Her gece ecel terleri döken kardeşlerim bu şekilde rahat ettiler.Ama, evde böyle birinin varlığının olması ne kadar rahat bir uyku uyutursa tabi. Kendim bunları bizzat görmedim.Yaşamadım bana göre. Yaşadığıma dair hiç bir ip ucu yok elimde. Gel de inan! Acaba cinler annemin içine girdi de annem mi yalan söylüyor? Ondan bazen benim annem olduğuna dair şüphelerim bile var .Bir kere sesi çok kalın. Yüzü diğer kardeşlerime daha çok benziyor. Sekiz yaşındayım ama ellerim ve ayaklarım onunkinden büyük.
O günden sonra annem ile her gün karşı köylere gide- gele yol yaptık. Nerede iyi kurşun döküyorlarsa oralara akın ettik dört mevsim. Kurşun döktürmekten memlekette kurşun kalmadı. Tabi annemin bana yapmadığı da kalmadı.
Tavuk pisliği bile yedirdi zorla. Ağzımda tavuk pisliğinin yeni fırınlanmış tütsülü kokusuyla ağzımın içine bulaşan yapışkanlığıyla, tüm damağımda toplanarak tadının hiç gitmemiş oluşunun ardından, bir sürahi suyu boca da etsem yine de bir şey değişmedi. Hala aklıma geldikçe, midem kalkar soluğu ayak yolunda alırım.
En son, Fahriye ablanın durumu da gittikçe ümitsizleşince, analarımız aralarında anlaşıp, bizi namı dört bir memleketi saran cinci Hoca Mahmut Efendiye götürmeye karar vermişler.
Gerçi ben gitmem diye çok direttim.Ama dinleyen kim? Her gün yatak- döşek yıkamaktan anamın elleri açıldı da illallah dedi.Haklı kadın kendine göre. İyi de benim elimde olan bir şey yok ki? Kendi kendime işemiyorum ya. Benim yerime, bana musallat olan cinleri götürse daha iyi değil mi sanki?
İlaç yapıp okuyup üflüyormuş.Okuyup üflemesine bir şey demiyorum da, ilaç diye yaptığı şeylere ne kattığı daha çok kafamı kurcalıyordu. Annem bile bana tavuk pisliğini reva gördüyse, elin cincisi neler yedirirdi kim bilir? Düşündükçe aklım, midemden önce bulanmaya başlıyordu.
Estaizu, destur diyerek, tahta döşemeleri eze eze geldi Hoca .Hoca Efendi gelince hepimiz birden ayağa kalktık. Niye kalktığımızı bilmiyorum. Anam entarimin yakasından tutup kaldırdı. Fahriye abla ise hala yerde oturup parmaklarıyla konuşuyordu.
‘Oturun’ dedi. Biz inci -mercan tespih gibi dizildik karşısındaki minderlere . Boğazının içindeki düğümlerden kurtulmak istercesine öksürdü. Olmadı yeniden öksürdü. Sanki koca bir balığın kılçığı yapışmış gibi bir- iki hırıldadıktan sonra ablak yüzü-gözü kızardı.En sonunda oda rahatladı da bizde. İki karış ileri uzayan boynumuzu gerisin geriye çekip rahat bir nefes aldık.
Bacağında geniş bir şalvar vardı. Bizim kümesteki gri tavuğun rengindeydi. Şalvar bol olduğu için bana o tavuğu anımsattı. Annem ona "paçalı tavuk " derdi bu yüzden.Acaba annem o tavuğun pisliğini mi yedirmişti bana? Birden o tavuk hoca oldu. Oturdu köşedeki tek minderin üzerine.İyice yerleşti mindere. Sırtını da verdi duvara. Kendini benimsetmek için şöyle bir sağa -sola döneledi.Şalvar bolluğundan dolayı yayılıverdi orta yere. Elinde bizim ala ineğin gözleri kadar büyük, koca bir tespih vardı.Biraz ağırdı sanırım tutmak için sanki zorla kaldırıyordu. Sakalının bir tarafı beyazlamıştı.Dudakları bıyıkları örttüğü için hiç bir şey görünmüyordu. Sadece bir şeyler konuşurken anlıyordum ağzını açtığını.Konuştuğunu bilmesem bıyıkları ile sakalının oynadığını düşünürdüm.
Tahta kapı gıcırdayarak açıldı. İçeri boyu bir karış olan, tombul, yusyuvarlak bir kadın girdi.Bol bir etek giymişti Karman, çorman renklerden oluşmuş pazen bir kumaştı. Ama hangi renklerdi çözemiyordum.Maviye de benziyordu.Yeşil de vardı içinde, kırmızıda... Ben yaklaşmışım kadının yanına doğru. Eteğindeki renkleri ayırt etmeye çalışırken; annem "şap" diye koca parmaklarıyla kıçıma okkalı gene yapıştırmaz mı? O ana kadar farkında değildim.Hangi ara sürünerek gitmişim de etekte ki renkleri; Pirinçten taş ayıklar gibi ayıklamaya çalışmışım aklım almadı.Demek ki vardı bende bir sorun. Tevekkeli her gece cinlerle olan sohbetlerim yalan değilmiş. O zaman ben bile benden korkmaya başladım. Aslında cinler ile iyi geçinirsem onlara her istediğimi yaptırabilirmişim. Bu fikir aklıma yatmıştı baştan.Ama yine de korkuyordum. Bu cinler bana uylayalı bir yaşındaki çocuklar gibi anam altımı bezliyordu. Evin içinde kardeşlerimin " Sidikli " diye alay konusu olmuştum.Ben eskisi gibi Nazile ile evcilik oynamak istiyordum.
Bir bakır tas suyu hocanın önüne koyup geri geri çıktı, ağzını çemberiyle örten tombul kadın. Eğilip gözlerine bakmak istedim.Ta burnunun ucuna kadar çektiği için çemberini göremedim. O tombul haliyle nasılda kuğu gibi süzülmüştü. Kapı gıcırtıları arasında yok oldu gitti küçük bedeni…
Hoca önüne çektiği rahlenin üzerindeki Kuranı açıp sayfaları çevirmeye başladı. Ağzının içinde bir şeyler geveledi.
Sağa- sola bir- iki üfledi.
Rahleyi geriye çekip kenarda duran ince değneği alıp ayağa kalktı.
" Sen şuraya sende şuraya otur dedi. Anama baktım. Anam kaşını burnunun ucuna kadar indirdi. Bu sana denileni yap demekti. Kalktım. Etekliğimin ucundaki fırfırı savura savura cincinin dediği yere oturdum. Fahriye ablanın anasıda onu diğer tarafa oturtmuştu. Fahriye abla çemberinin ucuna sardığı sağ işaret parmağını öpüp seviyordu.
Hoca euzü bessmele getirmeye tam başlamışken Fahriye abla kahkaha attı. Cinci neye uğradığını şaşırdı. Anam yaşmaklı çemberinden gözlerini iri iri çıkarttı. Fahriyenin anasıda kızını sakinleştirmenin derdiyle yüzünü allar bastı utançtan. Benim ise tüylerim ayaklanmış bedenim buz gibi olmuştu.
Cinci şalvarını şöyle bir düzeltip sesinin ekosunu ayarlamak için boğazını temizledi. Elindeki sopayı yavaşça yukarı kaldırıp bir şeyler mırıldanıp tam ortaya attı. Değneğin ucu bana dönmüştü. Bu iyi miydi yoksa kötü müydü bilmiyorum ama içimden bir zses başıma kötü şeyler geleceğini söylüyordu kulağıma.
Cinci yanıma yaklaşıp ellerimden tutup beni ayağa kaldırdı. Her halde gidiyoruz dedim içimden. Yüreğim kanat takıp uçacak sandım. Beni omuzlarımdan tutup öyle bir salladı ki sanki içimdeki tüm organlar oldukları yerde sallandılar. Dudaklarım burnuma hatta alnıma kadar değdi. Sonra oturttu tekrar beni mindere. Ama içimden kusmak geliyordu. Anam yanıma gelip başımı diszlerine koydu. Biraz kendime gelir gibi olunca hocanın bazı şeyleri birbirine karıştırıp macun yaptığını gördüm. Acaba ne koyuyordu.b Allahım tavuk pisliği olmasında ne olursa olsundu. Anama uzatıp" aç karnına sabahları yedir" dedi. Sonra da kuşluk vakti üç kere evin, üç kere de evin arkasında ki dut ağıcının etrafında gezdir. Yağmur çamur demeyeceksin emi kadın?" Anama baktım.Anam "he" der gibi başıylan cinciyi tastikledi. Oturun yerinize dedi
Şimdi Fahriye ablanın yanına gitmişti. Onu da kaldırdı ayağa. Sadece bir iki kez hafifçe salladı. Sağ elini alnına götürdü. Bir şeyler okuyup üfledi. Oturttu. Kendi yerine geçip onun içinde bir tasın içine koyduklarını macun yapıp anasına verdi. Sabah akşam aç karnına ver. Öğlen güneşinde bapçede ki kuyunun başında bir saat otursun. Yanına kimse gitmeszin.Allahın izniyle üç aya kalmaz hiç bir şeyi kalmaz.
Cinci hoca elindeki tespihle beraber yönünü de pencereye doğru çevirmiş..Anamlarla göz göze geldik.
Anamın gözü olduğuna emin değildim. Sanki Fahriyenin, anasının gözleriydi bunlar.
Cinci hoca olduğu yerde koca kıçını salladı. Tastaki suyun içine adam akıllı tükürdü sonra anamlara dönüp “ bunu bu deli kızlara çoğaltıp çoğaltıp üç gün içirin üç günde yunup yıkayın. Birde nazarı değdiğini düşündüğünüz kadının üç gün sofrasından yemek yiyeceksiniz Evelallah hiç bir şeyleri kalmaz.
Aradan üç ay geçti. Fahriye abla eski haline gelmişti. Eskisi gibi dantel örüp, kanaviçe işliyordu.
Ben ise yatağıma işemeyi bırakmıştım. Hatta cinlerle bile konuşmuyordum. Bazen kardeşlerim laf dinlemeyince içime cin girmiş gibi yapıp, onları korkutmanın dışında.
Bir kaç ay sonra anamlar, cinci hocaya tekrar ziyaret edip bizim iyileşmemizin asıl sebebini öğrenmek istediler.Doğrusu bunu bende, Fahriye abla da merak ediyorduk.
Bazı akşamlar oyun oynarken zamanın nasıl geçtiğini ve oyundan geri kalmamak için ben dut ağacının altına, Fahriye ablam ise içme suyunun içine işediğinden cinler tarafından çalınmışız.
Artık meyve ağaçlarının, mezarlığın, ve içme sularının olduğu yerlere asla böyle bir şey yapmadık. Yapanları da uyardık.
Bunların haricinde yaptığımız da ise üç kere, tüh bismıllah, tüh bismillah, tüh bismillah dedik...
...
sonra...
YORUMLAR
Yüregi güzel Sultanim...
Bu yaziyi okurken karin kaslarim agridi gülmekden.... Allahda sizi her daim güldürsün...
Bir kac yerini asla asla unutmayacagim:))
....
Tavuk pisliği bile yedirdi zorla. Ağzımda tavuk pisliğinin yeni fırınlanmış tütsülü kokusuyla ağzımın içine bulaşan yapışkanlığıyla, tüm damağımda toplanarak tadının hiç gitmemiş oluşunun ardından, bir sürahi suyu boca da etsem yine de bir şey değişmedi. Hala aklıma geldikçe, midem kalkar soluğu ayak yolunda alırım.
....
Hic Tavuk pisligi yememisdim vallahi sayenizde aslinda o güzel Fantasie dolu yüreginizde bunuda tadmis oldum:)))) Hay Allah ne diyeyim ya siz cok yasayin emi.....
....
Hocanin salvariyla kümesdeki tavugun rengini hahaha ay vallah halen gülmekden catliyorum.... Hocayi tavuk gibi ... tavuguda hoca gibi göz önüne getirmekden .........
.............
Hoca euzü bessmele getirmeye tam başlamışken Fahriye abla kahkaha attı. Cinci neye uğradığını şaşırdı.
.........
Hay gurbanim olam bi kahkahada ben attim:)))
...............
Cinci hoca olduğu yerde koca kıçını salladı. Tastaki suyun içine adam akıllı tükürdü sonra anamlara dönüp “ bunu bu deli kızlara çoğaltıp çoğaltıp üç gün içirin üç günde yunup yıkayın. Birde nazarı değdiğini düşündüğünüz kadının üç gün sofrasından yemek yiyeceksiniz Evelallah hiç bir şeyleri kalmaz.
............
Valla midem altüst oldu ayak yoluna ben de zor yetisdim:)))))
Sekerparem her zaman esi benzeri olmayan esprilerinizle yasanmis gercekleri bize böyle güzel sunuyorsunuzya .. hayranim bu kaleme ve bu hayal gücüne Allah nazardan korusun insaAllah...
Selam .. sevgiler... saygilar