KARA YUSUF-IX
.....................
Hatice Gelin, birden kuş gibi hafifler. Sanki dünyanın bütün yükü sırtından inmiştir. Dünyalar onun olur birden. Neşelenir, sevincinden kuş gibi uçar. Yerinde duramaz heyecandan. Koşa koşa giderler Musa emminin evine. Bu öyle bir mektup ki, Yusuf gelmiş gibidir.
Paldır küldür girerler ikisi birden. İçeride Musa Emmi, Mahi Hanım ve Hanım Kadın oturmaktadırlar.
-Ne o Hacca?.. Ne bu telaşın? Bi şey mi duydun?..
-Emmi, aleşme benimlen, Allah’ını seversen. Hani söz vermiştin, ‘!haber veririm’ deyi.
-Ee Musa, Hacca’mı merahlandırma. Hadi,, ohu da dinnesin gelin.
-Hadi, gozün aydın Hacca.
-Sağ ol Hanim Bacı.
-Yahu, sana söz verdim de tutmadım mı? Bu mektup niye?... Hem Sürme’yi de ben saldım. ‘Get, Hacca Bacına haber ver’ diye...
-Allah, ne muradın varsa versin emmi. Ohusan da dinnnesem, emmi!...
-Tamam, tamam. Sen ayahta durma da otur bi yere, bahıyım. Heyecandan elin ayan titriyo. Bana bahın! Kimse mektubu bitirinceye gadar sual sormasın. Tamam mı? Ben de mektubu olduğu gibi ohuyacam.
Hatice Gelin dört gözle bekler Musa Emmiyi. Gözlerini iyice büyütür. Dikkat kesilir, dizlerinin üstünde. İki elini birbirinin içine alır, döndürür durur...Yüzünde çiçek çiçek gülücükler açıverir. Herkes Hatice Gelin gibi sevinçlidir ama Hatice’nin sevinci bambaşkadır. Mektubu açar açmaz sanki Yusuf’un kokusu gelmiştir Hatice’ye. Bir an gözlerini yumar mektubu görür görmez. Eline almak ister, içine çekmek ister iyice. İliklerine kadar koklamak ister mektubu. Hatice, toz pembe duygular içindeyken, Musa Emmi başlayıverir okumaya:
Topkapı-İstanbul
Kasım 1954
Pek Çok Kıymetli Ağam ve Canım Emmim,
Evvelâ üzerime farz olan kucak dolusu selâmlarımı yollar, ikinizin de o mübarek ellerinizden doya doya öperim. Nasılsınız, eyi misiniz? Eyi olmanızı Kadir Mevlâ’dan dilerim. Siz de beni soracak olursanız çok eyiyim. Beni heç merak etmeyin. Buraya geldiğimin ertesi günü bir Yozgatlı çavuşla tanıştım. Bana sahip çıktı. Onun sayesinde çok rahat ediyom. Çok yakında izine gelecek bu çavuş arkadaşım. Sizin yanınıza da uğrayacak. Yekbas Köyünden adı Ali Rıza. Çok iyi birisi. Babası da sizleri tanıyomuş. Size her şeyi anlatacak.
Çok Kıymetli anam, selâm eder, o mübarek ellerinden doya doya öperim. Nasılsın eyi misin? Beni sual edersen çok eyiyim. Benim tek düşüncem sizlersiniz. Şimdilik çok rahatım. Çok eyi arkadaşlarım var. Sadece sizleri özlüyom.
İstanbul’da şimdi havalar eyice soğudu. Çarşıya daha çıkarmıyolar. Zaten havalar soğuk olduğu için biz de çıkmak istemiyok. Yaramaz bir durum yok. Oralarda ne havadis olursa bana yazın.
Benim canım ebeme ayrıca selâm eder o çok mübarek ellerinden doya doya öperim. Hanim bacıma da selâm eder, ellerinden öperim. Ayrıca Hacca’ya da selâm eder, gül hatırını sual ederim. Küçük İkbal’ın gözlerinden öperim. Bütün kardeşlerime, bacılarıma ayrı ayrı selâm eder, gözlerinden öper ve gül hatırlarını sorup sual ederim.
Mektubuma burada istemeyerek son verirken tekrar selâm eder, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim Bana selâm yok mu diyen herkese bâki selâmlarımı yollarım. Çok acele mektubunuzu bekliyom. Hepinizi çok çok özledim.
Not: İlk mektubum acele oldu Bir garip asker
Siz sık sık yazın bana Yusuf Gürer
Adresim zarfın üstünde
Mektup okunup bitmiştir ancak Hatice Gelin dalıp gider bu arada. Oturur kalır bir an olduğu yerde.
-Tamam Hacca, bitti mektup. Sana, daha bi başka selâm gönderiyo Yusuf. Gıymetini de bil...
Hatice Gelin kendine gelir, Musa Emminin bu sözleri karşısında. Ayağa kalkar.
-Emmi!...
Susar sonra, utanır bir an tamamlayamaz sözünü.
-Evet. Söyle... Bi şey mi diyon Hacca?
-Şey, emmi...
-Söyle canım! Çekinme, ne diyosan, de’
-Mektubu diyodum... Bana versen...
-Haa, tamam... Öyle desene gızım! Ben sana sona gonderiyim. Adiresi alıyım, geri tarafını sana yollarım.
-Sağ ol, emmi.
Hatice Gelin bir fırtına gibi çıkar evden. Yıldırım gibi iner merdivenleri. Neşeden, sevinçten uçar gibidir yürürken. Haykırmak gelir içinden. Herkese bildirmek ister bir an. Utanmak, çekinmek gelmez aklına o an. Karnındaki çocuğu bile unutur bir an. Merdivenlerini çıkar çıkmaz balkonun başında kaynanası durmaktadır. Hatice’nin halini görünce irkilir Rabia Hanım. Hatice’yi hemen uyarır:
-Gız gelin! N’oluyo sana?Yavaş yörü ecik. Gıyıdan koşeden çekin! Ne hotlar gibi yörüyon, gı?
-Mektup, eme.. Mektup gelmiş oğlundan. Emmim ohudu da... Ordan geliyom!..
-Mektup mu? Yusuf’umun mektubu mu? Gız, nerde? Dur, ben de gediyim gız!...
Hatice Gelin kendi evine girerken, Rabia Hanım da Yusuf’un havadisini almak için Musa’nın evine gider.
Tam bir hafta sonrasını bekleyecektir Hatice Gelin. Uzunca bir hafta... Yeni bir heyecan bütün bedenini kaplayıverir. Uyku uyuyamaz. Geceler çok uzun geçer. Bir haftalık gece ona düşman olur. Çünkü o bir hafta sonunda, yine bir salı günü mektup gidecektir Yusuf’a. Hatice Gelin, görümcesi Lefika’ya yazdırmıştır bile mektubu. Kendisinin okur yazarlığı yoktur. Ne dediyse yazıldığına inanır ve inanmak zorundadır. Başkalarına da yazdıramaz zaten. Ona göre söylenenler sırdır. Hatice Gelin, salı gününe kadar mektubu koynunda saklar. Onunla yatar, onunla kalkar. Kimsenin haberi yoktur mektubun yazıldığından. Lefika’ya da sıkı sıkı tembih etmiştir, söylememesi için. Mektubun geldiği gün karşılığını hazırlamıştır bile.
Akşam sofra kurulmuş, herkes toplanmış yemek yiyorlar. Musa Emminin kızı Sürmeli içeri girer. Yüksek sesle Hatice Geline seslenir:
-Hacca Bacı!
Hatice Gelin sofradan çabucak kalkar.
-Ne diyon Sürmeli?
-Ağam, ‘mektup gonderecase versin’ dedi.
Hatice Gelin şimşek çarpmış gibi telaşlanır birden. Heyecanından şaşırır ne diyeceğini. Önce biraz durur odanın içinde. Sonra yavaşça konuşur kendi kendine.
-Yarin Sali mi ki?..
Sofrada oturan Hasan Ağa araya girer:
-He, ya! Ben de gediyom bazara yarin.
-Sungurlu’nun bazarına mı?
-He, hanım! Ben de söyliyecadim zaten, ısmarıcınız var mı, deyin.
Hatice Gelin sessizce Sürmeli’nin elinden tutar ve dışarı çıkarlar. Doğruca Musa Emminin evine gider. Gülümseyerek içeri girer. Yüzünde sanki güller açmaktadır gülerken. Öyle sevinçli, öyle neşelidir ki sanki dünyalar verilmiştir kendisine. Sessizce oturur bir köşeye. Çünkü burada da yemek yenmektedir. Buyur edilir. Oturmaz Hatice Gelin. Musa Emmi gülerek halını hatırını sorar Hatice’nin.
-Nasılsın Hacca? Yüzünü ilk kez guler gorüyom, Yusuf gideli. Ne ola sebebi?
-Heç, emmi. N’olacak? Allah’a şukürler ossun! Eyiyim ben.
-Ee, sofruya oturmuyosan, derdini söyle bari.
Hatice Gelin yönünü yavaşça döner, eliyle koynundan mektubu çıkarır. Uzatır Musa Emmisine.
-Emaneti sana, emmi...
-Oo, ağzını da eyice yapıştırmışsın, ha!
-He, emmi. Açmasınlar deyin yapıştırdım.
Musa, Hatice Gelin’e takılır, şaka yapmak ister. Mektubu avucunun içine alır tartar gibi yapar. Sonra tatlı bir şekilde güler.
-Ne var bunun içinde? Bekte ağır gorünüyo, canım!
-Şey, emmi! İki dosya sadece.
-Yoh yoh! Başka şeyler de var. Bah, elime dohunuyo bi şeyler...
-Ecik gul goydum da, emmi. Kâdın arasına...
Musa Emmi mektubu ceketinin iç cebine koyar. Hatice Gelin dönüp gitmek ister. Musa Emmi seslenir:
-Bu mektubu şimdi ben atacam. Tamam mı? Ta İstanbul’a varıncah, bu mektubu hemen Yusuf’a vermezler.
Sofrada oturanlardan Mahi Hanım araya girer ve endişeli bir şekilde konuşur:
-O zaman niye gönderiyonuz, oğlum?
-İşte anlamadığınız çok şey var sizin. Verirler vermesine emme nasıl verirler, ne zaman verirler orasını biz bilemek.
-Ben bi şey anlamadım bundan, emmi.
-Bah şimdi! Mektubun içinde böyle başka şeyler bulunduğunu anlarlarsa hemen müdahale ederler. Yani sizin annıyacağınız önce gomutanlar açar, ohur. Eyice incelerler, on dan sona uygun bulurlarsa gotürür verirler sahibine. Anladınız mı şimdi?
-Annadıkta, niye öyle ediyolar emmi? Doğruca gotürüp verseler...Hem eyi bi şey mi başkasının mektubunu açıp ohumah?..
Musa Emmi oturduğu yerden yine gülmeye başlar.
-Ben ne yapıyım?.. Annamıyonuz ki... İş öyle daal, gızım. Orası askeriye. Başka bi şeye benzemez. Doğrusunu yapıyolar tabi. Hadi ordaki gencin moralini bozacah bi şey yazılmışsa... Üzecek bi şey yazılmışsa...Herkesin bi sürü çekemiyeni var. Dostu var, düşmanı var herkesin. Gomutanı açacah, ohuyacah ki öyle bi şey varsa, onu bildirmeyecekler. Gerekirse o mektubu vermezler!
-Emmi, doğrusun da, bizim yazılarımızı da ohurlar mı?
-Ohurlar tabi. Kelimesi kelimesine ohurlar. Lâkin bi şey demezler. Gulerler sadece. Hatta sevinirler. Bundan, onlar da mutluluh duyarlar.
Hatice Gelin konuşsa da Musa Emmisinin karşısında utanmış ve sıkılmıştır.
-Bana müsaade emmi, ben gediyim. Hayırlı ahşamlar size.
**
Yusuf’un mektubu Sungurlu yolunda...Oradan da İstanbul’a gidecek. Mektup nasıl gidecek? Mektup nerelere uğrayacak? Mektuba kimlerin eli değecek? En önemlisi mektup ne zaman Yusuf’un eline geçecek?..
Duygular harman olur. Düşünceler baharla kış gibidir. Neler gelmez akla? Neler söyler kendi kendine? Bazen kıvrım kıvrım yol olur İstanbul’a. Bazen bir yolcu olur; kendi başına İstanbul’a gider. İşte böyle duygu ve düşünceler içinde Hatice gelin mektubu düşünür durur. ‘Musa Emmim tez gelse de Sungurlu’dan bir soruversem ne olduğunu’ diye düşünür.
-“Mektup bu... Küçük bir kâğıt! Emmim ya unutuverirse!..”
Hatice Gelin sanki dünyadan soyutlanmış... Tek hedefe kilitlenmiş mermi gibi bütün sorular mektuba yönelir. Bugün hayatının en önemli yerini alıverir mektup. Mektup, en önemli arkadaştır. Mektup sırdaştır. Mektup Hatice ile Yusuf’a bir köprüdür. Mektup hem kıvrım kıvrım yol, hem de o yolda İstanbul’a giden yolcudur. Üstelik o yolcu hem Hatice, hem de Yusuf’tur.
Geceler çok uzun sürer. Bir perşembe sabahı erkenden kalkar Hatice. Bir içeri, bir dışarı girer çıkar durmadan. Çok erken saatler olmasına rağmen Musa Emmiyi gözler. Bu sırada Hasan Ağa evin içinden dışarı çıkar. Hatice Gelini bu vakitte dışarıda görünce gülümser.
-Ne o, gelin? Niye dikiliyon böyle? Bah, hava serin, üşürsün gızım. İçeri gir, hadi.
Hatice, seslenmez ve karşılık da vermez. Elleri koynunda yavaşça döner ve başı önüne eğik vaziyette içeri girer. İçeri girer ama bir kulağı dışarıdadır. Oturur odasında. Pencerenin perdesini yarı aralar ve öylece dışarıya bakar. Musa Emminin sesi gelir aşağıdan. Her zaman olduğu gibi o tikleşmiş burnunu çekişi, hafiften öksürmesi duyulur. Hatice, hemen irkilir. Dışarı çıkar çabucak. Musa Emmi avludadır. Gülümseyerek ve yavaşça seslenir:
-Emmi...
-Ne diyon Hacca?
-Şey, Emmi! Mektubu diyecadim...
Musa Emmi elini göğsünün üstüne götürür ve arkasından da gülümser.
-Heç merahlanma Hacca. Allah’ın izniyle boon postuya veririm.
-Aman emmi, eyi goy. Düşürüp n’etme?
-Tamam dedik ya, Hacca. Başka bi istaan var mı? Sen onu söyle.
-Yoh emmi. Çok sağ ol!
-Hasan Ağam gahtı mı? Ben onu bekliyom. Söyle de tez gelsin.
-Aha söyleyim emmi. Biraz önce gahdıydı eniştem...
Çatal kapının önünde kamyon stop etmiş olarak beklemektedir. Sungurlu’ya gidecek olanlar bekleşirler. Kamyon bir müddet sonra çalıştırılır. Herkes biner. Kamyonla birlikte Yusuf’un mektubu da ilk kez bir uzun yolculuğa çıkar.
Akşama doğru Musa Emmi Sungurlu’dan gelir. Alış veriş yapmışlardır. Hasan Ağa ile birlikte avluya girerler. Hatice Gelin sanki onları bekliyormuş gibi dışarıdadır. Musa Emmi Hatice’yi görür görmez gülümser ve seslenir yüksek sesle:
-Ne o Hacca? Bizi mi bekliyodun yosam?
Hatice Gelin gülümser ve sessizce aşağı doğru iner. Ellerindeki torba biçiminde olan eşyaları almaya çalışır. Musa emmi tekrar gülerek konuşur:
-Mektup şimdiye varmıştır İstanbul’a Hacca.
Hatice Gelin usulca ve gülümseyerek karşılık vermeye çalışır:
-Sağ ol, emmi!
Hatice Gelinin karmakarışık duyguları az da olsa açılmaya başlar. Bu, yüzünün hafif hafif tebessüm edişinden, gözlerinin parıldamasından ve hareketliliğinden belli olmaktadır. Artık biraz olsun kafasının içindeki kara bulutlar yavaş yavaş dağılmaya başlamıştır. Çünkü uzaklardaki sevdiğine mektup gitmiştir. Bu, onun hayatında şu anda çok önemli ve tarihi bir andır. Artık, bütün gözler ve kulaklar İstanbul’dan gelecek haberdedir. Yusuf’un ikinci mektubundadır bütün gözler.
**
Bir salı günüdür yine. Her zamanki yaşanan günlerden biridir. Gündelik işler devam eder. Herkes mutlaka bir işle meşguldür.
Avluda kalabalık bir ses... Bir gürültü, bir hareketlilik var belli ki. Merdivenlerden birisi patır kütür çıkar. Tahta merdiven sanki kırılacakmış gibi. Koşarak geliyor birisi. Aynı şekilde içeri girer o kimse. İçeri girer girmez bir heyecan ve soluk soluğa yüksek sesle bağırır:
-Hacca Bacıı!.. Hacca Bacıı!... Müjdemi isterim Hacca Bacı! Gız nerdesin, Hacca Bacı? Çabuk ol, geldiler, Hacca Bacı!..
Hatice Gelin ta en dipte olan kilerdedir. Sesi duyar duymaz çıkar kilerden. Kolları sıvalı vaziyette ve şaşkın bir şekilde bakar.
-Ne var? Ne oldu? Kim geliyo? Ne müjdesi, Duman?
-Gız yenge, aha geldiler... Duymuyon mu seslerini?
-Kim gız? Söylesene! Beni de heyecanlandırdın...
-Bi sürüler...Hepsi bizim eve geliyo...
Bu sırada erkekler evin içine girerler. Hatice Gelinin Duman diye hitap ettiği kız Lefika’dır. Duman, Lefika’nın bir tür göbek adıdır. Zaten hemen herkesin birer göbek adı vardır. Lefika, yavaşça Hatice’ye seslenir.
-Yusuf Ağamın esker arhadaşı gelmiş, yenge!
Hatice’yi bir heyecan, bir telaş alır. Aniden döner ve tekrar kilere giriverir. Ne yapacağını şaşırır. Bir süre kilerin içinde Mevlânâ’nın müritleri gibi döner durur. Arkasından da gülümseyerek kaynanası girer. Hatice, kendine gelir gelmez konuşur:
-Kimmiş eme? Ben n’edecam, ne diyecam eme?...
-Gızım n’edecan; içeri girer, geriden ‘Hoş geldin emmi. Hoş geldin abi’ dersin. Hal hatır sorarsın. Sona da çıkıp gelirsin...
-Eme gı, ben yalınız girmem. İkimiz bi girek, gı!
-Tamam, olur...
Misafir odasında kalabalık bir erkek grubu oturmuşlar, koyu bir sohbete girmişlerdir. Önden Rabia Hanım, arkasından Hatice yavaşça girerler. Hatice, soğukta kalmış bir serçe gibi titremektedir. Heyecandan neredeyse konuşamayacaktır. Rabia Hanım ilk önce hal hatır sorar. Arkasından Yusuf’u sorar. Yusuf’un arkadaşı hemen ayağa kalkar. Gelir, Rabia Hanımın elini öper. Rabia Hanım da onun yüzlerinden öper. İşte bu sırada başı hep önüne eğik vaziyette olan Hatice, utana sıkıla başını yavaşça kaldırır ve kısık bir sesle seslenir:
-Hoş geldin abi...
Başka bir şey söyleyemez. Döner ve çıkar hemen. Çıktığında yıkılacak gibidir. Heyecandan bacakları tutmaz olur sanki. Kilere girer girmez oturuverir. Derin bir ‘oh’ çeker.
-Aman Allah’ım, kalbim duracaadı. Bu nasıl heyecan? Bana n’oldu böyle? Sanki oracıkta yıkılacam sandım.
Bugün bir başka gün olur. Bugün Yusuf’un arkadaşı gelmiştir. Hatice’ye bugün bayram olur. Hatice, Yusuf’un ikinci mektubunu bekliyordu. Mektup gelmiştir; hem de canlısı gelivermiştir. Yusuf’tan sıcak sıcak, canlı canlı havadisler gelmiştir.
Evin içerisi kadın erkek, çoluk çocuk dolmuştur. Dışarısı, içerisi adeta insan kaynıyor. Ne zaman duymuşlar bu kadar insanlar? Hepsi akraba, komşulardır. Öğle vakti yeni geçmiştir. İçerden birileri çıkar. Hasan Ağa atik bir şekilde önden dışarı çıkıverir. Arkasından kendi emsali bir adam çıkar. Salonda dururlar kısa bir an. Bu sırada Rabia Hanım yanlarına gelir. Hasan Ağa gülümseyerek karısı Rabia Hanıma döner ve seslenir:
-Ali Rıza’nın babası. Ahmet Ağa, yaa!
-Vıı, öyle mi? Hoş geldin Ahmet Ağa. Nasılsınız? Eyi misiniz?
-Hoş gordük bacı. Eyiyik, elhamdülillah. Sizler nasılsınız, bacı?
-Biz de eyiyik Allah’ın bugünlerine çoh şukür. Sizleri gordük, daha eyi olduh.
Hasan Ağa hemen araya girer:
-Hanım, sen leğeni, ırbığı hazırlayıver gezintiye. Biz, dışarı çıhıyoh Ahmet Ağayla.
-Tamam. Hemen hazırlarım.
Ahmet Ağa abdest alacaktır. Önce tuvalete gitmek ister. Bu nedenle Hasan Ağa onu dışarı çıkarır. Tuvalet avlunun içindedir. Yerini göstermek üzere onunla dışarı çıkar. Kilerin kapısının hemen ağzında Hatice olanları dinler, hatta görür yakından. Rabia Hanım kilere doğru geldiğinde Hatice’yi kapının ağzında görür. Heyecanla ve gülerek konuşur:
-Gız, Hacca! Sen de gordün mü?..
-He, eme! Gordüm, gordüm!..
-Kimmiş, biliyon mu?
-Ali Rıza Abinin babasıymış!.
-He ya!.. Hadi durma da ırbığı, ilağani hazırla. Temiz bi havlu getir. Ben de sabun çıharıyım. Gezintiye hazırlıyah. Sen de orda bekle. Gelincek hem hoş geldin dersin hem de abdest suyunu dokersin adamın.
-Kele eme! İçeri girincek adama ‘hoş geldin’ demedik! Ayıp mı oldu acep?..
-Yoh gızım! O gadar galabalığın içinden ne bilek. Bize kimse demedi ki, ‘şu da misafir’ deyi. Biz, sadece Yusuf’un esker arhadaşı gelmiş biliyoduh. Hadi, sen hazırla dediklerimi.
Hatice, yıldırım olur sanki. Ayakları sevinçten yere basmaz adeta. Bir kuş gibi hafiflemiştir gene. Bir yerde, bir göktedir sevinçten. Bu hizmet ona öyle bir mutluluk verir ki büyükleri ona ne dese ikilemeden ve anında yerine getirir. Hatice, gerçekten yıldırım gibi, eline almış avluyu dışarıda, kapının hemen kenarında ve duvarın yanında gerçek bir geline yakışır edâ ile beklemeye başlar. Bir müddet sonra Hasan Ağa ile Ahmet Ağanın sesleri duyulur aşağıdan. Konuşa konuşa merdivenlerden yukarı doğru çıkarlar. Ahmet Ağa kollarını sıvar. Gülümseyerek Hatice Gelinin yanına varır. Hatice, daha ‘hoş geldin’ diyemeden Ahmet Ağa konuşuverir:
-Tamam gızım! Ben alırım. Sen bekleme. Çok sağ ol!
Ahmet Ağa hemen yanındaki Hasan Ağaya döner.
-Maşallah, Hasan Kâ gızın da bek guzelmiş!...
Hasan Ağa gülümser.
-Gelinim Ahmet Ağa.
-Gelinin mi? Yusuf’un hanımı mı?.. Gırh bin kere maşallah! Demek Yusuf’un hanımısın, ha!
Hatice Gelin başını önüne eğer ve sadece gülümser. Bu sırada bütün cesaretini toplayarak konuşuverir:
-Hoş geldin Ahmet Emmi.
-Hoş bulduh, gızım. Nasılsın bahalım? Eyi misin?
-Eyiyim Ahmet Emmi. Siz nasılsınız?
-Allah’a çok şukürler olsun, gızım. Sizleri gorüncek daha eyi olduh, gızım. Hadi bahıyım, dök o zaman suyu da abdesimi alıyım. Adın ne, gelin?
-Hacca...
-Ne güzel isim. Biliyon mu bu kimin adı, Hacca gızım?
Hatice cevap vermez. Başını önüne eğer sadece. Ahmet Ağa kendisi cevap verir:
-‘Hatice Anamızın’ adı. Benim de ebemin adı Hatice’ymiş. Peygamberimizin ilk hanımının adı, ya!
Sanki aynı aileden birisiymiş gibi konuşarak abdestini alır Ahmet Ağa. Ahmet Ağa ile Hatice bir baba kızı gibi bir an samimi oluverirler.
Yemek hazırlığı koyu bir şekilde sürer. Herkes büyük küçük bir iş yapar. Hasan Ağa avluya inmiş bir ala horozu kesiverir. Rabia Hanım eline alır ve doğruca gezintiye çıkar. Açıkta kurulan ocağın yanına götürür. Ocağın üzerinde bir kazan durur. Horoz hemen tüyleriyle beraber kazanın içine konur. Ocağın altı durmadan otlanır. Meşe odunlar atılır altına. Çabuk pişmesi gerekir. Her şey hazırdır. Sadece horozun pişmesi beklenmektedir.
Bir süre sonra yemek hazırlanır. Yenilir birlikte. Kalabalık bir sofra kurulur. Sanki düğün bayram yemeği gibidir.
Bugün kalıcıdır Yusuf’un asker arkadaşı ve babası. Nezaket gereği, gitmek istediklerini söyleseler de reddedilir. Bugün yatacaklardır Yusuf’un evinde. Bu sırada Yusuf’u anlatma fırsatı olacaktır Ali Rıza tarafından. Biraz dinlenmesi gerekir misafirlerin, bilhassa Ali Rıza’nın. Çaylarını, kahvelerini de içmeleri gerekecektir. Ondan sonra anlatacaktır belki.
Rabia Hanım daha yemek yenir yenmez meraklanır birden. Ali Rıza’nın sofranın başından kalkmasını bekliyormuş gibi, soruverir hemen:
-Niye hemen çekildin, oğlum? Yeseydin biraz daha.
-Elinize sağlık, hala. Eyi yedim. Geçmişlerinizin canına değsin.
-Şey, Ali Rıza oğlum! Yusuf nasıl? Eyi mi?
-Yusuf, çok eyi hala. Hepinize çok selâmı var. (Gülümser) “Benim için anamın ellerinden öp” dedi. Ben de gelir gelmez elinizi öptüm hala. Merak edecek hiçbir şey yok. Yusuf, çok rahat benim yanımda...
-Oh oh! Ben de rahatladım, oğlum!
Musa, konuşmalarının arasına girer:
-Yusuf’la nasıl buluştunuz?..
-Musa Emmi, ben bir yıllık askerim. Şimdi de çavuşum. Yusuf, acemi olarak benim birliğime verildi. Ben acemi askerlerin içine girdim; yavaşça, ‘İçinizde Yozgatlı var mı?’ diye sorup duruyordum. Sonra ortalardan biri, “Ben Yozgatlıyım” dedi. Yanına yaklaştım ve adını sordum. “Yusuf” dedi. “Nerelisin?” dedim. “Bişek Köyündenim” dedi. “Ben de Yekbas Evcisindenim. Bilin mi bizim köyü?” diye sordum. “Bilemem emme duymuştum” dedi. Kolundan tuttum, “Benim yanımdan ayrılma” dedim. Böyle tanıştık Yusuf’la. O gün, bugün hep beraberiz.
Ahmet Ağa sofranın başındadır, araya girer. Gülerek oğluna sorar:
-Sen şimdi ne yapıyo Yusuf? Anasına onu anlatsana, oğlum!
Herkes pür dikkat kesilir. Çünkü Ali Rıza, Yusuf’u anlatacaktır. Dışarıda yani salonda da kadınlar ve kızlar dinlemektedir. Odanın kapısı yarı aralıktır; konuşulanlar rahatça duyulsun diye. Hatice Gelin de vardır bu dinleyenler arasında. ‘Yusuf şimdi ne yapıyor?’ sorusunun cevabı merak edilmektedir. Ali Rıza yeniden anlatmaya başlar. Önce başını önüne eğer ve tatlı bir şekilde gülümser.
-Yusuf, şimdi boyacılık yapıyor...
Odanın içinde bazıları bu cevaba gülüverirler.
-“Boyacı mı olmuş Yusuf?”
-“Ne boyacısı yahu?”
-“Ben annadım... Ev boyacısı canım!”
Tatlı bir gülüşme alır odanın içini.Ali Rıza yine gülümseyerek devam eder:
-Şey, Yusuf sizin dediğiniz gibi boyacılık yapmıyor. Ayakkabı boyacılığı yapıyor. Bir sandığı var; içinde boya malzemeleri... Hem subayların, hem de isterlerse erlerin potinlerini boyuyor.
Biri sabırsızca araya girer ve gülerek sorar:
-“Eyi, hoş ta; bizim Yusuf ne bilir ayakkabı, potin boyamayı?..”
-Yusuf, bu işten hoşlandı. İyi de işini yapıyor. Eğitim yaptırmıyoh Yusuf’a. Yusuf’ta bu nedenle çok memnun. Çok rahat ediyo şimdi. Bölük Komutanı da Yusuf’u sevdi.
-“İşte bu zollu canım!. Eğitim yosa, ne var ki boyacılıhta... Eskerliğin en zor tarafı eğitim canım!. Eğitimden başka her iş golaydır eskerde. Öyle daal mi arhadaş? Hah, şimdi Yusuf boyacılığı bırahmasın bence!”
Salonun kapısının iki yanında kadınlar ve kızlar kendilerini tutamazlar. Bu konuşmalar üzerine bazıları gülüverir. Yusuf’un boyacılık yapması onları da güldürmüştür. Hatta içlerinden biri takılır Hatice Geline.
-“Hacca Bacı boyacının garısı!...Hacca Bacı boyacının garısı!...”
Hatice Gelin hiç karşılık vermez; üstelik gülümser bu şaka karşısında. Ne derlerse desinler. Takılsınlar, şakalar yapsınlar. Hiç önemli değil Hatice için. Çünkü Yusuf rahat ya... Önemli olan da bu. Bugün kim ne söylese karşılıksız yerine getirecek Hatice. Hele hiç kimseye kızmayacak bile.
İçeride bir koyu sohbet devam eder, gider.
Karşı oda, misafirlere yatmak için hazırlanmaya başlanır. Sanki bahar temizliği, sanki bir bayram temizliği yapılır. Odanın her tarafı ve her eşya yeniden bir bir elden geçirilir. En kalın yün yatak çıkarılır yüklükten. Taptaze, daha hiç kullanılmamış çarşaflar serilir yatağın üzerine. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra misafir odasının kapısı kapatılır. Kimse o odaya girmesin diye üzerine zelze takılır. Zelzenin takılı olduğunu görenler o odaya girmenin yasak olduğunu hemen anlarlar. Daha akşam olmamıştır, hatta ikindi yeni olmuştur. Hasan Ağa ile Ahmet Ağa kalkarlar ve köyün orta yerindeki Câmiye doğru giderler. Arkasından birkaç kişi daha kalkar, gider.
İçeride Ali Rıza’yı yalnız bırakmayan daha birçok kişi vardır. İçlerinden birisi de Yusuf’un amcası Musa’dır. Musa, aynı zamanda köyün muhtarıdır. Ali Rıza ve babasıyla Yozgat’ta karşılaşırlar. Beraberce gelirler köye. Yozgat’ta iken Musa ve Hasan Ağa, ‘Bir koyunumuzu, kuzumuzu yedirmeden salmak’ demişlerdir. Ama Ahmet Ağa bunun üzerine şart koşmuştur. ‘Koyun, kuzu yemek. Bir tavuğunuzu yerik.’demiştir. Arkasından da Ahmet Ağa bir dilekte bulunarak, ‘Hele çocuklar hayırlısıyla askerden gelsinler, o zaman koyun da yerik, kuzu da...”demiştir. Böyle rastlarlar, tanışırlar. Sonra da Yusuf’un köyüne misafir olurlar.
Yusuf gideli iki ay kadar olmuştur. Arkadaşı Ali Rıza bir senelik askerdir. Daha onun da tam iki seneye yakın askerliği vardır. Ali Rıza, Yusuf’a göre çok farklı, çok değişik görünümlü birisidir. Gayet sarışın, beyaz tenli, uzun boylu ve çok yakışıklı bir genç. Düzgün bir konuşması var. Tam bir İstanbul Türkçe’si ağzıyla konuşuyor. Arada bir Yozgatlı konuşması da yapmıyor değil ama yine de o kadar erkeğin içinde en güzel, en düzgün konuşan odur.
Musa Kâyâ ile sanki bir konuşma yarışına girerler. ‘Askerlik’ konuşma konularını teşkil eder. Musa da askerliğinden bahseder. Askerde o da çavuştur; anlatır neler yaptığını, nasıl çavuşluk yaptığını. Ali Rıza, derin bir sükût içinde dinler Musa Kâyâyı. Odanın içinde bulunan herkes, ikisini de aynı dikkatle dinlerler. Musa kâyâ muhtarlığın da vermiş olduğu güç ve güvenle ağır ağır konuşur. Çavuş olarak yaptığı askerliği ballandıra ballandıra anlatır. Çok tecrübeli biri edâsı sergilemeye çalışır.
Bu koyu sohbet devam ederken içeri Hasan Ağa ile Ahmet Ağa girerler. Câmiden gelmişlerdir. Herkes ayağa kalkar. İstedikleri yere otururlar. Onların oturmasıyla diğerleri de bir yerlere oturmaya çalışırlar. Salondan bir kadın çayların hazır olduğunu usulca söyler. Çaylar bir tepsiyle getirilir. Bir bir dağıtılır. Ayrıca bir tabakta kaya şekeri tutulur. Şekerler irili ufaklıdır. Çayını alan arkasından küçük büyük ne gelirse çabucak bir şeker almaya gayret eder.
Rabia Hanım gülümseyerek içeri girer. İki elini yavaşça ovalayarak Ahmet Ağaya bakar ve konuşur.
-Ahmet Ağa, bi goyunumuzu, guzumuzu yedirmeyince salmam. Burası sizin eviniz. Al Rıza da benim bi oğlum sayılır...
-Bah, yenge hanım! Allah senden razı olsun! Eksik olmayın. Biz goyun meselesini Yozgat’ta hallettik. (Ahmet Ağa bunun üzerine bir espiri yapar) Hem goyun, guzu yedirirseniz alışırıh, çok gelirik o zaman, ha!..
-Başımızın üstünde yeriniz var. Her zaman yediririk Ahmet Ağa. Lâfı mı olur goyunun guzunun. Helâl olsun!
Musa, araya girer:
-Yusuf’la Ali Rıza bir arada olsunlar... İnşallah o da olur.
Musa’nın bu sözü üzerine başkaları araya girerek konuşurlar:
-“Şöyle hep birlikte canım.”
-“Tabi ya, hele bi eskerden gelsinler...”
-“Canları sağ olsun da...”
-“Öyle ya... Önemli olan sağ selâmet gelmeleri. Gerisi golay.”
Ali Rıza oturduğu yerden Rabia Hanıma seslenir:
-Hala, giderken belki uğrayamam. Yusuf’a bir şey göndermek isterseniz, götürürüm.
-Yaa! Bah, buna çok sevindim oğlum. Hazırlıyah bi şeyler...
Rabi Hanım sessiz bir şekilde yavaşça döner ve odadan çıkar. Doğruca Hatice’nin yanına varır. Neşeli bir biçimde Hatice’ye seslenir:
-Duydun mu Hacca?
-Neyi eme?
-‘Gondermek istediğiniz bi şey varsa, gotürürüm’ dedi, Ali Rıza.
-Sahi mi diyon, eme? Gotürürüm mü, dedi?..
-He ya! Öyle, dedi.
Hatice Gelin hemen dışarı çıkmaya yönelir. Rabia Hanım engel olur ve durdurur Hatice’yi.
-Gız, neriye gediyon hemen? Dur hele, bi düşünek. Ne goyah, ne yolluyah?...
-Eme, ben gediyim de mektup yazdırıyım. Sen ne goyacağını düşünüver işte.
-Gız, yavrım! Daha bi hafta olmadı mektup gondereli...
-Ossun eme. Hemi bu başka!
Hatice Gelin çıkar gider. Okur yazarlığı olan görümcesi Lefika’yı bulmaya çalışır. Rabia Hanım kilerin içinde yalnız kalıverir. Düşünür bir müddet. Sonra kendi kendine söylenir:
-“Get, şurdan gaynanamın yanına varıyım. O bilir, böyle şeyleri...”
Ağır adımlarla, gülümseye gülümseye ve ellerini ovalayarak, neşeli bir şekilde evden çıkar. Doğruca Mahi Hanımın evine gider. Rabia Hanım eve girdiğinde bir kalabalıkla karşılaşır. Bu kalabalık yabancı değildir. Hatta çokları kendi çocukları. Üstelik Hatice’yle küçük Lefika kız da burada...
-Vıı!.. Bizimkiler hep burdaymış ya! Gız hepiniz ne arıyonuz burda? Ben de geldim... Evde kimse yoh şimdik! Hadi gızlar, doğru eve... Ben de hemen geliyom.
Hatice bu sırada Lefika’nın kolundan tutar, bırakmaz. Rabia Hanımın emri üzerine o da kalkar ve dışarı çıkmaya yönelir. Rabia Hanım, Hatice’ye de seslenir.
-Hadi Hacca... Sen de var eve.
Hatice gülümseyerek karşılık verir.
-Temam eme. Aha, gızların gediyo işte. Biz, Duman’la mektup yazacık...
-Gızım, yavrım! Hele bi eve varın. Ben geliyim, ondan sona gene yazın mektubunuzu.
-Yoh eme. Bi daha nerde vahit bulurum. Hem yarın gidecamişler ya... (Bu arada Hatice ince ince gülmeye başlar) Bah eme! Yosam mektuba senden selâm kelâm yazdırtmam, ha!..
-N’ediyim yazdırmazsan gızım. Canı sağ olsun oğlumun.
-Hah. Şimdi yazdırırım gaylin.
Hatice, Lefika kızın elinden tuttuğu gibi yan taraftaki kiler odasına girerler. Başlarlar Yusuf’a mektup yazmaya.
Lefika sadece söyleneni yazar. Hatice, küçük görümcesinden hiç çekinmez. İçinden geldiği gibi söyler. Lefika da arada bir güler. Hatta bazen o küçüklüğüne bakmadan takılır yengesine.
-Çoh mu seviyon Yusuf Ağamı, yenge?
Hatice gülerek ve bir eliyle de Lefika’yı iterek karşılık verir.
-N’edecan gız? He, seviyom. Hem bilmiyon mu sanki? Hadi gonuşmıyah da yaz sen.
-Temam yenge. Yazıyom ya. Valla yenge, ne yalan söyleyim, ben de özledim Yusuf Ağamı. Yenge, bi türkü yazah mı mektuba.
-Ne türkusü bu? Ben türku bilmem ki...
-Ben biliyom...
-Sen nerden biliyon?
-Hani sen, geçenlerde kilim dokuyodun ya...
-Hee...
-O zaman emimin ıradıyonunu da getirmiştik ya... Iradıyonda türküler söylüyodu. Ben de defterime yazdıydım. Yaa!..
-Valla, sen pek ahıllısın Duman. Ee, biliyon mu türküyü?..
-He, biliyom. Ezberledim eyicene.
-Neymiş o türkü? Ecik söylesene.
Lefika kız hemen başlar söylemeye:
-“Yandım Allah yandım yatamıyorum
Gençlik elden gitti tutamıyorum
Yârin bahçesinde bir bülbül idim
Alındı dillerim ötemiyorum vah, vah.
Yüce dağ başında kar yiyeyim mi
Yâr senin derdinden eriyeyim mi
Aşkın zencirini taktın boynuma
Kıyamete kadar sürüyeyim mi vah, vah.
Aman aman aman ey
Gülüm aman aman ey
Bugün kara gözlü yârdan
Ayrıldım oy, oy.”
Hatice huşu içinde, gözleri dalgın, Lefika’yı dinler öylece. Lefika bitirmiştir türküyü. Hatice Gelin kendine gelir.
-Bu gadar mı?
-He, bu gadar. Başka da yazarıh yenge.
-Hele şu mektuba başlıyah... Sonuna da türkü yazah.
Hatice Gelin söyler, Lefika kız yazar.
Pek Çok Kıymetli......... Yusuf’um,
Seni pek çok özledim. Selâm ederim, doya doya öperim. Nasılsın, eyi misin? Senin çok eyi oluğunu duydum. Görsen nasıl sevindim. Bizi soracak olursan çok eyiyiz. Yaramaz bir durum yok. Herkes eyi. Başta anayın, ağayın, ebeyin, Hanim bacımın, bu mektubu yazan Duman’ın ve diğer bacılarıyın, herkesin ayrı ayrı selâmları var. Bizleri heç merak etme.
Emmim, “Heç merak etmesin Yusuf, bir ihtiyacı olursa yetiştririm evvel Allah.”diyo.
Bak kim geldi biliyon mu? Arkadaşın Ali Rıza abi. Hem de babasıynan geldi. Emmimle eniştem nasıl ağırladılar bir görseydin. Bütün komşular, akrabalar hoş geldine geldiler. Seni anlattı Ali Rıza abi. Çok sevindik hepimiz. Bizim burda senden başka düşüncemiz yok.
Bir gün kalacaklar. Bu mektubu. Ali Rıza abiyle gönderiyom. Sen bizi heç merak etme. Mektubunu tez gönder. İkbal’ı soracak olursan çok eyi. Onun elini çizip göndermiştim ilk mektubumda. Bu sefer kızıyın öpücüğünü koyuyom mektubun içine. Ayrıca Ali Rıza abiyle başka şeyler de yolluyok.
Mektubuma burada son verirken tekrar selâm eder, doya doya öperim. Iradıyondan dinlediğim bu türküyü sana armağan ediyom.
“Yandım Allah yandım yatamıyorum
Gençlik elden gitti tutamıyorum
Yârin bahçesinde bir bülbül idim
Alındı dillerim ötemiyorum vah, vah.
Aman aman aman ey
Gülüm aman aman ey
Bugün kara gözlü yârdan
Ayrıldım oy, oy.
Yüce dağ başında kar yiyeyim mi
Yâr senin derdinden eriyeyim mi
Aşkın zencirini taktın boynuma
Kıyamete kadar sürüyeyim mi vah, vah.
Aman aman aman ey
Gülüm aman aman ey
Bugün kara gözlü yârdan
Ayrıldım oy, oy.”
Allah’a emanet ol Yusuf’um. Mektubunu sakın geciktirme kara gözlüm.
Seni çok çok özleyen
Sabırla dört gözle
Bekliyen Eşin Hacca
.
Mektup büyük bir titizlikle yazılır, bitirilir. Beyaz bir zarfın içine konur. Hatice tam kapatacağı sırada durur.
-Ecep ememgile sorsah mıydıh? Bi şey diyolar mıydı?..
Sonra kendi kendine vazgeçer. Mektubu, dudaklarıyla ve diliyle hafifçe ıslatarak kapağını kapatır. İyice yapıştırır. İşte tam bu sırada Lefika seslenir.
-Yenge, bi şey unuttuh! Biliyon mu?
Hatice bir an duraklar ve gözleri patlak patlak oluverir birden. Çünkü zarf iyice yapıştırılmıştır. Açılması mümkün değildir. Hemen sorar:
-Neyi unutuh Duman?
-Gul goyacaktıh ya!..
-He, ya! Nasıl unuttuh, gı? Olur mu şimdi gulsüz?..
Gül yaprakları Hatice’nin cebindedir. Cebinden gülleri çıkarır. Avucunun içine alır; bir süre bakar güllere. Boynunu büker ve kendi kendine söylenir.
-Nasıl etsek ki? N’orsek acep, gı?..(Hatice ayakta bir süre düşünür durur. Sonra başını bir yana bükerek konuşmaya devam eder.) N’apalım? Gelecek mektuba goruh, gaylin!
-Yenge, pul yapıştıracıh mı?
-Yoo. Ben öbüründe de pul yapıştırmadım.
-Pulsuz mektup olmazmış. Bizim oretmen dediydi...
-Ben önceki mektubu emmime öylece verdiydim!
-O zaman emmim yapıştırmıştır. Yosam mektup getmezmiş.
-Hahlısın, emmim yapıştırmıştır. Peki, bunu Ali Rıza abiye verecik... Gine mi pul lâzım?
-Bilmem. Ben ağama ya da emmime bi deyim.
-Temam Duman. Hadi çıhah. Doğru eve gidek. Çabuh... Senin de ellerine sağlık gız.
Birlikte Musa Emminin evinden çıkarlar ve hızlı bir biçimde karşıdaki evlerine giderler.
_________ romanın devamı var _________ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.