- 938 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yarası Vicdanının En Yakın Dostuydu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabahın derin sessizliğine bürünen alacakaranlık, güneşin doğum sancısına üzülürcesine, siyahını ufaktan ufağa geriye çekiyordu. Dingin mücadelenin kol gezdiği ortamda, feryatlar çığlık çığlığa yürek dağlıyordu.
Her çatının altında, bir gün öncesinden kalan yaşam artıklarının pusuya sinen gölgeleri olurdu.
Bu gün bu çatının altındaki gölge, bir çocuğun gözyaşlarına tanıklık ediyordu.Anlaşılan gün, bu evde mücadelesine erken başlamıştı. Oysa kadın kendini dünden koparalı sadece birkaç saat olmuştu.
Ne mucizevi şeydi şu uyku…
Korkuları, hasreti, endişeleri, koşuşturmaları onun gibi kucaklayan, onun gibi sarıp sarmalayan başka gönüllü var mıydı acaba? Bedenin yükünü vakumuyla çekiyor, ardından karanlığın örtüsünü dost ediniyor ve beynin melatonin hormonuna hizmet ediyordu.
Kadın gözlerini ovuşturarak çocuğun odasına gitti. Dışarıda alışılmışın dışındaki sesler sessizliği paramparça edecek kadar etkindi. Köpek sesleri, minik serçelerin cıvıltısı, kargaların canhıraş feryatları…
Kadın çocuğun karyolasına gitmeden önce, perdeyi aralayarak dışarıyı görmeye çalıştı. Alacakaranlık sokakta, hayvanlardan yükselen seslerin dışında farklılık yoktu.
-Anne! Dedi çocuk. Neden kargalar bu kadar bağrışıyor, yine deprem mi olacak?
-Yok yavrum! O da nerden çıktı?
-Kardeşimi istiyorum ben! Ne olur anne! Kardeşim gelsin artık...
Kadın oğlunu kucaklayarak bağrına bastı. Geçen yıl yaşanan depremin izleri, verdikleri kayıplarla sürekli kanıyordu. Gözlerinden akan yaşları omzuyla sildi. Ağladığını oğlu görsün istemiyordu. O da çok özlemişti bebesini. Peki buna hakkı var mıydı ki? Üç aylık bebesinin katili kimdi? Onu deprem canavarına kendi elleriyle teslim etmemiş miydi? İşte! O günden bu yana yarası vicdanının en yakın dostuydu. Yan yana ,iç içeydiler. Biri sürekli oyuyor diğeri kanıyordu. Bu yarayı iyileştirmeye hakkı yoktu. Buna inandırmıştı kendini. Vicdanının kamburu virüs gibi her geçen gün oğullanarak yayılıyordu. İşin tuhaf yanı, bu acı artık sevginin kapsamı içindeydi.
’’Kurtulmalısın!’’ Demişti Psikolog. ’’Önce kendini suçlamaktan vazgeçmelisin. O korkunç anda birini gönüllü bırakıp çıkmadın ki… O panikle birini düşürmüşsün. Sizi kurtaranlar bebekten habersizmiş. Bak, sen söylüyorsun, ’’Bir iki dakika daha kalsaydık bizde harabenin cansız birer parçası olacaktık’’ diye… Tedaviye başlamamız neredeyse bir yıl olacak hala düşüncelerinde gözle görülür gelişme göremiyorum. Artık toparlanmak için çaban olmalı. İyileşmeyi istemen gerek. Buna inanman gerek. Yakın çevrenden de sorumlusun. Sevenlerinden… En çok da sana ihtiyacı olan çocuğundan tabii…’’
Kadın, ’’Elimde değil’’ diyordu içinden. ’’Benim elim, kolum, bacağım, yüreğim oldu acım. Ondan kurtulmak demek, bedenimdeki parçalardan birini yok etmek demek...’’
Kucağındaki çocuğun susmuş olduğunu nice sonra fark etti. Şaşırıp kalmıştı. Ne zaman derin düşüncelere dalsa zaman sanki yutuluyordu. Oğlunu öperek yeniden yerine yatırdı.
Kulakları tırmalayan çığlıklar yeniden mi başlamıştı ne? Yoksa hiç susmamışlar mıydı? Perdeyi aralayıp yeniden dışarıya baktı. Görünen her çatı kargalarla doluydu. Başlarını aşağıya sarkıtıp canhıraş bağırıyorlardı. Ortam aydınlıktı. Aşağıda neler olduğunu görmeye çalıştı. Kendisi yüksekte kalıyordu. Balkona çıktı.
İki karga çığlık çığlığa hızla yere kadar inip yeniden havalanıyordu. Sokak lambaları henüz sönmemişti. Buna rağmen göremedi. Aşağıya inip neler olduğuna bakacaktı.
İndi aşağıya…
Yerde yatan yavru kargayı gördü.
Hareketsizdi.
Ana karga her inişinde gagasıyla yavrusuna dokunuyor yeniden çığlık atarak havalanıyordu.
Yavrusu ölmüştü. Belki çatılardan birinden düşmüştü. Belki de anasından uçma dersi alırken dengesini kaybetmişti. Bilemedi.
Kadının İçi yanıyordu. Duvarın dibine çöktü. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Yüreği ana karganın gagasındaydı sanki. Onunla birlikte dürtüyordu yerde yatan cansız bedene… Bu nasıl bir acıydı? Yazmaya kalksa kelimelere sığar mıydı ki? Satırlar harflerle kana bulanmaz mıydı?
Gitse, yavru kargaya dokunsa, ölmemişse evine getirip baksa… Üstüne çullanırlar mıydı ki? Kargaların kinci olduklarını biliyordu. Ne yapacağını bilemeden kargalarla beraber gözyaşı döküyordu. Acısını nereye yerleştireceğini bilemedi. Kaybettiği yavrusuna mı, yerde yatan cansız bedene mi, acıyı paylaşacak kadar engin ruha sahip olan hayvanlar alemine mi, yoksa kendi gibi kor olup yanan ana yüreğine mi?
İçinden bir ses, Nietzche’’ nin bir sözünü fısıldıyordu.
’’Uçmayı öğretemediğinize düşmesini öğretin.’’
İçeride yatan yavrusunu düşündü.’Tanrım’ dedi içinden, ’onun düşmesine gönlüm nasıl razı olur?’
’’Uçuruma gözlerinizi dikip baktığınızda, uçurum da sizin içinize bakmaya başlar. ’’
İşte!
Bu da kendisine bakması gereken gözüydü.
’’Uçurumun bana bakan gözlerini kör etmeliyim’’ dedi içinden.
Gözlerini silerek doğruldu.
Yerdeki cansız bedene doğru ağır adımlarla yürümeye başladı.
YORUMLAR
Değerli arkadaşım.
Oldukça sürükleyici ve güzel işlenmiş bir yazıydı...Bir solukta okudum.
Hikayenizdeki anneyi ve bu hikayede olmayan bir babayı Biz ailecek yaşadık 1983 yılında...Henüz dokuz aylık olan evladımız yanlış bir iğne sonucunda tüm vücudu kangren olarak öldü. O gün ben bir arkadaşımla sohbete dalıp eve geç gelmeseydim ateşi çıkmış ve havale geçiren evladımızı ılık bir suyun altına sokup sonra doktora götürebilirdim....Eşim telaşa kapılıp o penisilin iğnesini vurdurmazdı çocuğumuza...
Bunu tabii ki hiç bir zaman unutmadık ama hiç bir zaman ne ben annesini suçladım : O iğneyi niçin yaptırdın diye ne de o beni suçladı niçin eve geç geldin diye...Çünkü inanıyorduk ki o çocuğun dünyadaki hayatı bu kadardı. Ve inanıyorduk ki onun için birbirimizi suçlamak onu geri getirmeyecek.
Hiç bir psikoloğa gitmeden biribirimize daha sıkı sarılıp, birbirimize destek olarak o acıyı paylaşa paylaşa hafiflettik...Unuttuk mu? Hayır ama vicdanen bir kendimize işkence etmedik. Hangi anne- baba evladının bile bile ölümüne göz yumar ki?
Yazınızın bir kurgu olması dileklerimle selam ve saygılar sunuyorum.
suzan Kuyumcu
Evet, yaşam her şeyi bünyasinde barındıracak kadar obur.Olaylara aynı pencereden bakabilmek elbette ki çok önemli.Ne mutlu size ki eşiniz ve siz bunu başarmışsınız.
Benim öyküm kısmen kurgu. Kargaların canhıraş feryatları, ana karganın delirmişcesine çektiği acı... İnsanlar ve hayvanların, konu evlat olunca
ortak özelliğini vurgulamaktı. Acınızı tazelemiş olmaktan dolayı üzgünüm.
Allah kalanlara sağlık versin.
Selamlar, saygılar.
sami biberoğulları
Yazınızın günün yazısı seçilmesinden dolayı da ayrıca kutlarım sizi.
Eh bu arada kendime de pay çıkarayım...Okunmaya değer yazıdan anlıyormuşum demek ki.
Kutlarım.
Selam ve saygılarımla.