BÜROKRATİK AYGITLAR
Kan ve toprak bağıntısı yanlış. Tapınılan tarihi bloklar, medcezir getirisi. Deniz üstünde boşça dolaşan çer çöp yığını. Birinden kaçsam yüzemem. Altyapılar ve Üstyapılar, birleşmesi gereken apayrı iki dünya; huzurun yırtılan patiska olması ucuz bağırması, ucuz yıkımlara “hayır” sızlık kardeşliği. Çoğul türkü krampları başlamalı, “yalnızlık” bir nefretin soysuz ve şeytan suratlı çocuğu gibi taşlanmalı. Susma
“Bazıları alttan bakar kiremitlere, kırmızı görür”.
İki omzu olan bir dünya düşün beni! Bir omzuma darbe yedim. Faşizm doğdu. Hükümetin devrik cümlecik olmasıyla doğmadı. “O” kendini çalıştırabilen bir makine değildi ama tokluğu sevdi. Güçsüz ezik bir yan’ ın tüm memelerini emdi ve semirdi. O’nunla en büyük kavgamı silah satmaya kalkıştığında ettim. “Sınıflı Toplum ‘lara yandaş oldu. En büyük özelliği “şiddet”. Kutsal zenginlerin altın sorununu “kendi yararına” çözme biçimi.
Ağlak görünüşü altında; gülümsemeyi öğreten palyaçolar tanıdım. Bu kimseler oyun içinde oyun kurmak yerine, beton zeminleri kırmayı tercih etti. Zemin kırılmak yerine çatlayınca tekrar tekrar kaçtıkları hedefe; bu sefer hedef olarak geldiler. Kısır döngü sürekli genişleyen bir balondu içleri. Jupiter’in oyluğundan gelmedi kimseler…
Sevgiden önce saygı duymayı öğrettiler. Saygı duyduklarım yalancı ve ikiyüzlüydü, kötüydü. Bana hiçbir şey öğretemeyen; koltuktan fırlamış yuvarlak, pamuk kaplı Yay’ lar.
Toplum Treni’ne binin…
“Bir kargaya şarkı söyle dedim; ömrü boyunca yeteneksiz olduğuna inandı”.
Uç desem O’ndan yeteneklisi olmayacaktı. Sorgula…
Toplumun nüfuzlu kesimlerine duyulan saygı, yaratılan “saygı saydırma mekanizmaları”, oluşturulan beşinci boyut bulvarlarında, sorgulamaz hale gelen kum tabakası. Sistematik bir özgürlüğe sahiplik bilincini, “dışkalamadan” mutluluk duyan tabaka’danım…
İdeolog elinden aldığım tüm kimlikler renksizdir “cinsiyet karmaşası”, geri dönüşümlü dik petler yığını. Yaksan cinsiyetini dahası türünü görebilirsin. Faturası ağır gelen geri ödenemeyen faizler birikimi çukurları; göktaşı mı açtı o çukurları. Yoksa Mars’ ın oyluğundan mı geldi?
Soyutlanmış tüm gerçeklerin çürümeye yüz tutar bir gün halleri. Ne adımı söyler ne soyadımı. Düşman tasviri güç bir sokaktır, siz çıkmaz ve karanlık sanırsınız O’ nu. Yaşamınız ve nefesiniz ellerine kalbine bağlıdır. Dünyayı kontrol eder, çokça güçlüdür. Cenneti ve cehennemi soyutlamadan gösterir size. Kendi ülkenizde mülteci olursunuz artık.
Paçasından nefret kin akarken, yağmura şemsiye tutmayın!
Tarihin tozlu kitaplarını yokla.
Sansürlenen ciltleri açığa çıkar.
Kazıntıları karala.
Sonsözünü oku O’ nlara güven
Tarih tekerrür eder fakat yalan söylemez.
Kum tabakası…
Kendi çıkarıma un öğüten bir değirmendi sanki “güvendiğim”. Güvendiğim çarkın dişlerinden biriydim. Ne zaman yarım kilo fazla verse bana “iki kilo geri ödeyendim”.
İşçiden üstün, mühendisten küçük’ tüm.
“Otoriteyi etkisiz hale getirebilecek birileri’ nden, birileri olmadan “hiç’tim.
Bildiğim birkaç hikâyenin “ölmesin bekçisi” gerçekleri olan “Başka dünya yok” pankartları.
Katille kurban arasında beyaz bayrak sallanmaz, halkla yönetim arasında barış olmaz “Kavga da olmaz. “Özgürlükçü Eylem Çadır’ larında kimlerin kaldığı, yaşadığı dikkate alınmaz. Almayın!
Mühim olan o çadır sayısının çoğalışı, çoğaldıkça yükselen beyin tizi. Çadır içinde
“oku” “yan” insan yan’ lısı insanlar. İşçi ler ve işsiz lerdir. Mekanizmaların siyasi bilinçlerinin, apaçık yanlış ve haktan uzak olduğunu gene anlatan, gene elden yüzden, yüz kez Düşen’dir.
Defalarca hayat rıhtımına vardım. Çıldırmıştı karada gemiler. Seksen gün ölüsü uçtu avuçlarımdan. Denizde yanardı çokluğa aldırmadan. Acı çığlıklar yükselirdi devasa çadırlardan. Öldürülenler inat mağdurları olarak sınıflandırılırdı. Caiz değildi başkaldırmalar. Günahtı isyan etmek, özgürce sevişmek ağaçlarla, okumak- yazmak araştırmak yanlış bir o kadar da yasaktı. Dinimle uslandırdılar beni “korkuttular”.
“Defalarca öldürmek, sindirmek, çalmak, alay etmek, dışlamak, ezmek, telef etmek” doğru olan. Mubah olan cahilce saygı duymak, adımımı hesaplamadan yıllarca korktuğum bataklığa bir gece ansızın isteyerek ayak basmamdı. Dinimle abdest alıp dinimle bozmamdı; yasak meyvelerini toplamamdı hayat ağacının doğruluk.
“Tükür gördüklerini tükür ki Vatan’a Millet’e yararlı ol; sakla bildiklerini, bildiklerini doğruluk sağlaması yapmadan anlat çocuklarına”… Otomatik Yönetim!
Kan akıtan bir çeşme satın aldı
Azize’ nin beynini yıkadılar kan ve beyin parçacıkları ile.
Azize vampir oldu 500.000 kişilik ordusuyla yönetimi düşürdü.
Kim olduğunu sana kim “söylemedi” kim seni koruyucu bir melek gibi milyonların ters /köşe edilmiş katışıksız inancına taç edemedi?(?)
“Kuş” beynini böldü; uçmazlığa inandı. İşin azdıran kısmı, kuş kitleleri topladı, gökyüzünde yanlış bulutlara çarpa çarpa aptal oldu hepsi. Hiçbiri fark etmedi Kuş’ un yok “olan” aklını.
O’ nu yok aklıyla lider ettiler. Aşağıda kalmış tüm kuşlara maaş bağlandı, O’nlar da itaatkâr; sistemin yarım kilo verip, iki kilo fazla aldığı çarkta döner oldu.
Kime kim olduğumu sormasam; adımı bilen sebebim, yüzdü gitti karşı kıyıya. Ortasından hiçbir denizi yarmadım.
Deniz yoktu; asa çokça.
“Sebebim” bir mikrop gibi üredi. “Sebepler” oldu. Mücadelem doymakken doyurmak, inanmakken inandırmak, oldu.
Boğuldum
!!
Kurtuluş betimi; oluşan müzik gurupları, tiyatro toplulukları, sinemacılar. Her devirde bir şeyler anlattı. O’nlar da sınıflandırıldı, şekilci zihinler ya da Çocuk Beyinler ya da Çocuk beyin liler” tarafından. Kocaman adamlar kadınlar buna inanır sorgulamaz oldu… “Tarih yalan söylemez”.
Kan emen hiçbir insan, kartopunu avuç içinde sevmez.
"Kendi kendime, uyandım bedenimden “uyandırmak adına”…
Halk’a “ateş ellerinizi yakar” dedim; hep yakacak olduğuna inandı. Maşa ben ya da sen olmasan neyse değildi. Tüm insanlık, şizofrenik kurgular arasında bipolar kimliği buldu.
Yarısı pembe yarısı mavi.
“Gerçek kimliğin rengi” yakılmamış düşlerdir, “gerçek kimliğin rengi” damga yemeden özgürce kim olduğunu, neye inandığını, yönetime ve şekilci zihniyetlere aldırış etmeden, saygı yerine sevgiyi öğrenip öğretmektir, “gerçek kimliğin rengi” altında çalışan onlarca insan iki kuruş maaş alırken, kendine milyon dolar layık görmemektir. “Gerçek kimliğin rengi” cennettin değil cehennemin çocuklarının, “kanatlarını”bir gün yakacak ve hesap soracak olduğunu bilmektir…
Ağlamayı gerçeklerle karıştıran ve eline bakan insan kitlesinin, günü geldiğinde “ezilmekten” vazgeçebilme ihtimalinin karanlığı getireceğini düşün “fenerlerin hazır olsun”.
“Karıncalar küçüktür amma; senin gibi makine kullanarak görmez işini” Kendimi bir balık gibi attım ateşler içinden
O bir denizdi ben bir balık
O çok büyüktü ben çok küçük
O nefes almıyordu ben alıyordum.
“Büyüklük O’ nda yaşam ise Ben’ deydi”…
Çırpınarak haykırmışım büyüksün deniz; yutacağım seni.
YORUMLAR
waratte
karıncalar küçüktür büyük ısırır)
sevgiler
_ZERRE_
Masumlar zararsızlar
Ayak altındalar hep
İstedim ezilmesin
Yaşasın karıncalar
.
.
.
.
_/ " Keşke insanlar da karıncalar gibi olsalardı. Onlar topraktadır. Hani bizlerin hep horladığı, çiğnediği toprakta. Kış öncesi bir girerler, aylar sonra çıkarlar. Biz ise bir girdik mi bir daha çıkamayız. Farkımız bu, yoksa bizler de onlar gibi âciz kullarıyız Yaradan’ın. Bakmayın siz o böbürlenen, büyüklenenlere !!.." ERDEM
Fikret Şimşek
karaladiklarim vardi öyle bir zamanlar karincalr icin .. paylasmak geldi icimden ..
sevgimle.