- 828 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Perküsyon Edalı Hayata
Perküsyon Edalı Hayata
Pisuarda benden bir şeyler bıraktım. Her an herhangi bir yerde bıraktığım onca şeyden farksız olan ve yine benden olan bir şey. Aynadaki bir çift göze tebessüm yapıştırdım belki normale dönerler diye. Odamın dağınıklığına küfrettim. Sonra bundan da vazgeçtim, dağınık olan onca şeyin yanında yarım bıraktığım bir bar çikolatanın, içilmekten vazgeçilmiş sütün ve okurken içinde sızdığım kitabın odaya kattığı dağınıklık ambiyansının küfre bu kadarda can atmadığını düşünerek. Çoraplarımı aramanın can sıkıcılığına katlanamadığımdan elime geçen ilk ikisini giydim. Sorun değildi, bunu da üstlenebilirdim. Kıskanç yatağıma oturmaktan son anda vazgeçip üstüme yerleştirdiğim giysilerin temsiliyetine inanmayışımdan onları bu makama oturtmadım. Dört duvar arasında kalma limitlerimi zorlamaktan çekinip yeni bir terk edişe yeltenmemeyi seçtim. Kapının klik sesiyle uçuşan haşeratın kulaklarındaki hassasiyete hayran kaldım. Sonra oda tanrının sıradan bir işidir deyip takdirimi geri aldım.
Sokağa ilk adımımı attığımda hükümranlarının içlerindeki korkuya şahit oldum ve korkusuzluk zırhını kuşanıp her şeyle çiftleşmeye yelken açtım. Sokakları süsleyen hanım efendilerinin etek altlarında uçuşan havayı yararak kaldırımları adımladım. Yürüdükçe uzayan yolların bitime uzaklığının ruhumu yıldıramayışına isyan edişimden olacak ki daha sert adımlarla canını yakmayı denedim. Yürürken ellerimi cebime sığdırıp, ruhumu ısıtmayı denedim. Ama beceremedim. Zira o daha evvel sınırlandırılmış ve sınırın geçiş ehliyeti babama sunulmuştu bile. Oysa bana kızmamalıydı. Her hangi bir işte çalışamayacak kadar sıkılgan oluşumda en az benim kadar onlarda suçluydular. Ve bana kızmak yerine benim ilk filizlenişime sıkıldıklarından bıraktıkları seks ayiniyle gölge yapıp, güneşten mahrum edişlerinin bedelini ödüyorlardı. Ancak tüm yükü benim omuzlarıma yükleyerek. Sokağı dolduran prenseslerin yosmalara bakışlarını gördüm. Ve sabah pisuara neden kusmadığımı sorguladım. Yapmadım ve şu anda yapamadım. Zira açtım. Annemin sabah özenle hazırlayıp beğenime sunduğu börekleri bir fincan kahveye değişmemin hasbihalinde gelen hesaptan kusamayışımın çıkmasına apışıp kalmadım. Zira bunu kendim ayarladım.
Sokağı dolduran onca mahlukun teşhir tepelerinin en tepelerinde gösteri düzenleyip dururlarken bakmamayı yeğledim. Oysa bir prensesin tercihindeki doğruluktan dolayı seçtiği asil adamın unvanıyla prenses oluşuna burun büküşünü izledikçe oros..ları acınası yaratıklara dönüşme evrimlerinde kıskıvrak yakalayıp yüzleştirmekle cezalandırdım. Sabırsız magandaların naralarıyla irkilen, hassas ruhların altın tartılarıyla bile tartılamayacak kadar hassaslığı karşısında umursamazlığıma kırbaç vurdum. Mazoşist değildim. Yada fantezi delisi. Ben sadece sevişirdim. Kadına yapılması gerektiği kadar. Ve her seferinde benliğimde bir izle kalkardım. Temizlenmek için duş almak yerine ben dar ağacı hazırlayıp boğazıma ilmek geçirdim. Az evvel yanından geçtiğim apartmanın, gidişime üzüldüğüne yorduğum yıkılışına sadece güldüm. Ölenleri umursamadım ben sadece binaya verdiğim zarardan dolayı özür diledim. Orgazm olmaya çalışan insan minyon varlıklarıyla gönül eğlendirdim. Her eşlik ettiğim orgazm seanslarında sadec bir figüran olmaktan öteye geçemedim. Zira zevk almadan zevk aldırmanın adıydı bu ve ben bu isimle mutlu olmayı seçtim. Bir et parçasını sadece mangaldayken sevdim. Ve denizlerle çok kavga edip çok restleştim. Her şiddetli dalgasına orta parmağımı gösterip siktir çektim. Ne oldu şimdi, geride hissiyat tepelerinde gezinip paraşütle dibe süzülmüş bir insan çizdim. Ve o çizgiye ruhumla hayat verdim. Neden tombiksi filme dönüştürmediler diye geçirdim aklımdan. Sonra o delik deşik aklıma bir kibrit çakıp aleve boğdum. Duman altı rock barlardaki yeni yetmelerin, ter kokularından ve arpa sularından kendinden geçişlerine hayret edip güldüm. Kızmanın anlamsız olduğu yerlerde ben kavga ettim. Sonuçta geride sadece kendi anlamlarım uğruna tırnaklarımla kazıdığım notalar kaldı gitar tellerinde. Bir kadının uzattığı sigaraya bileğimi keserek yanıt verince kadının delirdiğine şahitlik ettim. Oysa beklide ben delirmiştim. Kesilen bileğimden kan akmayınca. Acı duymayan bedenimin ruhuma sızdırdığı kanlarından biriktirdiklerimi bir küvette doldurup nefes tutma oyunu oynadım. En uzun nefesi ben tutarken ölmedim. Tanrıda sıkılmış olmalıydı benden. Hissettim beni umursamayışını. Beklide yer yoktu onun hastanesinde beni koyacak. Yada bir doktordan muaftı hastalığıma tanı koyacak. Bizde anlaşmayı seçtik birbirimizle uğraşmama yeminlerinin ardından. Bana tanrıyı anlatan ilk kişinin gözlerini morarttım, tanrıya anlaşmış birine sorulmaması gereken soruyu sorduğundan.
Becerildim, becerdiğim hayat adedince. Zevk almadım, belki aldırmadım da hak etmeyen. Ekilen sevda çiçeklerinin yalanla sulanmayınca soluşunu gördükçe sevemeyişimin bir ucube oluşumdan olmadığını fark ettim. Asalet denen objeyi en çok kadında aramayı seçtim. Erkeğin asilzade olma ihtimalinin düşüklüğünden. Ben ihtimalleri hesapladım. Tek becerebildiğim iş buydu. İnsanların, olayların olasılıklarını hesapladım ve sundum. İşte bundan toplumdan kovuldum. Gerçeklerin ürkütücülüğü adımı lanetliye çıkarınca artık bir hüviyet sahibi de olmuştum. Mor rengindeki o asil duruşu girdiğim her kavgada vücuduma yapışınca niteledim. Durdum, duruldum, dur oldum. Kırmızı ışıkla duran her şeyin ben geçerken duruşuyla ehemmiyete büründüm. Yoktum yok olmayı seçtim. Oysa nede çok isterdim görünmez, hissedilmez olmayı. Ben ölüme doğdum yada zaten yoktum. Kış güneşinin aldatışını kadından aldığına inandım ve belki diye asalet aradım hep. Sonra hüsrana uğradım ölüme doğanın ölümlü olduğunu inkar edişindeki kadar.
Bir nevi trajediydi bu olup biten….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.