- 2250 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kara Kalem Günlükleri - 2
"...
ne sen,
ne ben,
ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
ne de âlam-ı fikre bir mersa
olan bu mâî deniz,
melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
..."
ahmet haşim
/Gel keyfim gel...
Seninle konuşacaklarım var, hüzün hakkında.../
Son(r)a, döndüm...
Bunca sevinç yeter, dedim. Kederimi özlemiştim...
Bavullara eşyaları sığdırmıştım da, aklımın kalabalığı anıları almıyordu hafızama...
Düşünmeden uyunmuyordu. Rüyalara bile vizesiz geçemiyordu aklım.
Bir cerrahın yorgunluğu üzerime düşüyordu geceleyin.
Benim için kanserli bir vakaydı yaşamak.
Karanlıkta ciğerini deştiğim...
Ben çocukken, ki annem büyümüştü o zaman ve ben annemin siyah önlüklü, saçları iki örgü ve ayağı çarıklı halinden başka fotoğrafını görmemiştim hiç. Fakirliğine ağlamıştım annemin ve anneannemlerin; fotoğrafın diğer köşesindeki muz çoraplı kız çarptığında gözüme...
İşte ben çocukken hep dua ederdim anneme, onun da muz çorabı olsun diye. Ve büyüyünce çocuk halim hıdırellezde gül ağacının altına ev resmi çizince annem duamı değiştirdim Allah’a..
’Başını sokacak bir evi olsun’ dedim dudaklarımı kımıldatarak. Bir de ellerimi yüzüme sürüp, sonsuzluğa üfledim çabuk ulaşsın diye semaya...
Onu öylesine iyi anlıyordum ki, onun için endişelenecek, üzülecek, belki onun adına nefret edecek, küfredecek, kin tutacak ve tüm bunlardan yorgun düşecek kadar iyi tanıyor ve anlıyordum onu...
Annem garip kadındı. Tuhaf değil, garip kadın demek istedim. Benim annem yaşamaktan çok yaşıyor taklidi yapan içli ve gülümser bir kadındı. Belli etmezdi üzüldüğünü de, biz gözlerindeki hüzünden anlardık hep. Neşeli görünürdü, oysa sorsan istemezdi ya böyle sevgisiz bir hayat yaşamayı. Ben annemin kederinden sevdim siyahı.
Çok düşündüm sonra...
Karasını mı kınıyorlardu kalemimin bilmiyorum.
Yoksa düşlerini mi yersiz buluyorlardı parmak uçlarımdaki seslerin.
Sevişmekten yoruluyordu harflerim, kanamaya başlıyordu yurtsuz kimliklerim.
Akabinde kelimeleri utanıyordu maksadı şaşkın dilimin.
Ağzımın içinde büyüyen gevelerim evvelce hırçın bir denize gebeydi
Annem elini karnıma daldırdı ve çıkardı içimdeki gelgitleri
Annem olmasaydı çoktan ölmüştüm o dalgalara gark olduğumda.
Her gece serseri bir gelincik öldürüyordu ruhumu. Kıpkırmızı kanıyordu soluğum bile. Annem hep yanımdaydı sanki. Anne diyiverince kalbimde kaynayan okyanuslar bile taşıyordu boğazımdan dışarı. Ve her sabah heyecanlı bir güvercin gibi devam ederken hayata, ne çok diriliyordum umutla. Annem benim için dua ediyordu. Zaten o dualar sayesinde batmıyordum bataklığın koynuna. Annem cennetim için çiçek dikiyordu dört bir yanıma. Bense cehennemime pişmanlık biriktiriyordum o sıra. Ama annem hep inanıyordu. İnançlı kadındı annem. Cennette beraber olacağımıza dair hiç kuşku duymuyordu. Ah benim güzel niyetli annem...
Uçkuru çözülen gecenin şerefine
Çektiğin acıların yüzü suyu hürmetine
Merhamet kaç vicdan ederdi ahir zamanda
Aydınlığı okuyordum insanların gözlerinde!
Birileri geçiyordu içinden dünyanın
Tanımadığın insanlar ve çığırtkan bakışları
Kibirli doğurganlıkları vardı alaylarının
Kalbimden aldıklarında dilimdekileri
Sökülmüştüm kanaya kanaya
Dinimize musallat olmuştu iblisler
Annem Kur-an okuyordu
Susarken bulduğumuz dili
Öğrenmek isteyenler olmuştu
(durdu birden soluğum, ne diyordum ben?)
Kalbimden almışlardı işte dilimdeki ahları
Susarken bulduğumuz o dili
Küstah bir uzaklığa itmeliydik aslında
Annem susmak akıl işidir diyordu
-Geç oldu!
Konuşamadığımız her gün için
Sabırla dikiyordum mabedime
Yazık olan geçmiş z/aman kiplerini
Mum gibi eriyen özlemlerde
Bitmeyen işlere kurban ettiğimiz güzellikleri
-Ne olursa oldu, dedi annem
’Bak yola devam ediyor ruhundaki çingene’
Sabrın da sınırlı bir sonsuzluğu olmalıydı
İyi dileklerimi karanlığa gömüyorsam
Unutmak istemediğimdendi geçmişi
Her şey dün gibi kalsın istiyordum bugün de
Bekleyeceksek, ya ölürsek! diyordu içimdeki o deli kızın coşkusu
Annem geliyordu aklıma. Aklıma gelmese yanımdaydı ruhu
Geçersiz bir umudumuz olmalıydı belki de
Kimsenin gelmeyeceğini bilerek örneğin
Bir kıymık batmış gibi etine
Öyle sabırlı
Öyle acı dolu..
İnsanların omuzlarında gizli bir umutsuzluk, ağırlığınca acı, saklanmaya çalışan bir yorgunluk ve belli belirsiz bir tebessüm vardı gözlerinde..
Balkonda oturmuş, tanımadığım insanların, tanıdığım hüzünlerinin ardına gizledikleri sahte neşeyi seyrediyordum..
Uzaktayken mutfakta fokurdayan çaydanlığı bile özlüyordu insan. Anladım ki her çiçek kendi öz yurdunda güzel kokuyordu.
Hayat devam ediyor ve hergün biraz daha kırışıyordu ellerimiz. Düne kıyasla yarına daha çok anı’mız ve acımız vardı bugün. Yaz geçiyor, çocuklar vazgeçiyordu bizden. Umudumuz dibi boylamaya nasıl da olası bir hal sergiliyordu. Beklentilerimizin çıtası giderek düşüyor ve çok şey ummuyorduk artık gelecekten ne güzel. Yaşamaya maruz kalıyorduk yine ve dağınıklığımız kendi karma/şıklığında sevecen, mutlu mesut gülümsüyordu. Hayat denilen animasyonda, gülümsemek, seyretmek, es geçmek, yahut dahil olduğu oyunlarda ona biçilen rolün hakkını vermek seçimlerinden ibaretti insanın. Bugüne kadar mızmızlanmak ne işe yaradı! Evet umudumuz gasp edilmişti. Ben, sen, o, entrika, keder, kabullenemediklerimiz, payımıza düşenler, yaralarımız, berelerimiz derken ömür bitiyordu... Her şey kendi içinde sabit ve suç duyurusu artık bir insanlık suçuydu.
Bin kere gitmek isteyip ve her defasında gidemediğimde yaşadığım durum karmaşasından anlamıştım üzerime devrilen ağırlığınca ağrının eşsiz nimetini. Ben zaten bu halini sevmiştim hayatın. Ve ölümün yaşayanlar için bir sığınak olduğunu biliyordum. Çoğu zaman deliliğime verdim. Öyle bilinsin istedim. Bu dünyada delilere verilen primi hep yerinde bulmuş ve saygı duymuştum. İşi deliliğe vurmak en kolayıydı. Deli olduğunuzda sizi kimse yargılayamaz ve suçlayamaz. Sanırım ben esaslı bir korkaktım!
Sakin olmakta yarar vardı... Biriktirdiğimiz taşları ırmağa kavuşturmanın vaktiydi artık. Dibe vura vura yukarı çıkmayı öğrenmiş ve öğrenmekten artık pes etmiştik. Çiğnenmemiş bir sakız gibi söylenmemiş cümleler vardı dilimizin altında. Dilimizse yeni yetmelerin dilinde ifşa ediliyor, iğfal ediliyor, resmen linç ediliyordu. Biz dilimizin dilimlenmemesini arz ediyorduk lakin, bize kimse ne istediğimizi sormuyordu. Dilimiz laçkaca harcanıyordu ötekileştirenlerin dilinde.
Aklıma yetişemiyordum, kalbimin vagonlarında. Sabrın rayları ne çok aşınmıştı bekleyişlerde...
-’Siz ironiden n’anlarsınız bayım!’ diyordum içimden; sere serpe kağıda gerçekleri döşeyen şairlere hitaben. Ölümlü dünyanın ölümüne maruz kalmış şairesine hayranlık içinde bir gönderme niyetine... bu kadar ’REALİTE’ Türkçeme fazla geliyordu. Taşıyamıyordum ağırlığını yabancılaşmanın.
Mesela kimseyi özlemiyordum; kendimi özlediğim kadar. Bazıları diğerlerini çok seviyordu, diğerleri de ötekileri. Ve ötekiler bazılarının sevdiği kadar sevmiyordu diğerlerini...
Özetle; bazıları, diğerleri ve ötekiler... Mutsuzdu yani...
Hangi memlekette uyanırsan uyan, hüzünler yerli yerinde, hep aynı yerden yakalıyordu insanı. İncinmeler bile dalga geçiyordu incinişimle. Kırgındım ve bu yalnızca kırgın olduğum anlamına geliyordu. Üstelik neye kırıldığımı dahi bilmiyordum. Bu kadar kırılgan oluşum benim maruzatımdı.
’Çöl diye vazgeçmedik, bırakıp gitmedik; savaştık!’ yazıyordu bir afişte...
’Kalıp vahalaştırmayı yeğledik...’
Ne çok düşündüm bu söz üzerine. Ben Don Kişot bile sayılmazdım. O kadar cesur değildim ki, hangi yelle, hangi değirmenle, hangi çölü vahaya çevirmeyle baş edeyim...
Unutuyorum bazen bazı anları..
Sonra geçiyor... Bazen de küfrediyorum hafızamın labirentlerinde saklanan şeylere.
Sevgili evrene her seslenişimde, beni duyuyor diye, kendimden o kadar emin; evren-sel düşünüyorum. Düşünüyorum, öyleyse düşmem yakın! Evire çevire anlamaya çalışıyorum evreni. Bana nasıl kıydı! Kabullenemiyorum bu haksız tavrını. Söyleyecek öyle çok söz yok ki...
Suskunluğum insanlığa sığmıyor, sessizce taşıyorum; çağlayanlarda çığlık çığlığa akan hırçın bir su gibi... Kendi içime birikmek için...
-ki kendime yetişemiyorum kalabalıklarda...
Siyaseti sevmiyorum.
Demokrasi bana ağır geliyor.
Muhalefeti es geçiyorum.
Ve aklın yobazlarından tiksiniyorum.
Dilimde baldıran zehri var
Kalbime mayın döşedim
Aklımda pimi
Ne zaman çekersem diye
Bekliyorum gelenleri...
Nişangâhsız, bodoslama bir ağrıyla selamlıyorum dünyayı. İçimin levhalarından sökülüyor, her güz güneş... O orada biz’e eksik bir sevgi büyütürken, gözüm odanın içine kayıyor. Ölü bir kelebek yatıyor paspasta. Saat üçü onsekiz geçiyor. Çocuklar uyurken hayata, bir şiirin ölümü gerçekleşiyor satırların morgunda. Kim verdi bu neşteri avucuma! Hatırlamıyorum...
Ben olsam darılırdım kendime. O darılmıyor. Bizdeki bu şanssızlık, bil ki kaderdendir diyorum. ’Hayırlısı’ diyor geçiyor. Gözlerimin içine bakıyor, gülümsüyor, gülümsüyorum... Kör bir göçebenin şaşkınlığı var ellerimde. Nereye koyacağımı bilemiyorum parmak izlerimi. Dudaklarımda yelkovan telaşı, hızlandıkça hızlanıyor titreyişi. Sesimde kaç iz var geçmişten gelen ve yüzüme sinmiş kent yılgınlıkları, beni yoruyor... Kim bilir onun da kaç kez yokladı ölüm; vicdanını... Olsun... Her şey steril... Gülümser yanı çok dokunaklı son günlerde...
Kaldırımlardan yuvarlanan bir çakıl taşıdır bendeki
Armonisi rüzgârın
Karmaşalarda devinen bir ihtilal çığlığıydı
Yangınına bulaştığımdan beridir
İçim dışım köz, küllerim uçuşuyordu boşluklarında
Yokluğunda buzdan kaleler eritiyordu iliklerimdeki ateşi
Ne çok aşka salınıyordu ruhumun karargâhları
Ne çok cam kesiği gözlerimden damlıyordu
Yangınları içtikçe kalbim bir zerdüşt oluyordu
Rüzgârları soludukça aklım tarumar ediliyordu
Nerede salınıyordu bedenimdeki provasız ölümler
Benden kaç adım uzakta parıldıyordu gözlerindeki efsun
Begonyaların hatrı için, bir fincan kahve sıcaklığında
Ve bir gün/ah serinliğinde
Bir bebek saflığında
Her yanım aydınlığa sancıyordu en sonra
Ey benim saklı mabedim
Yol ayrımlarında bensiz bir çiğ damlası olmaya meyledersen
Söküp atarsan içinden paslı bir çivi gibi
Umudun köşe başlarında terk ederse bizi
Hatırla!
Biz seninle olmayan bir hayalde
Yaşanmamış bir masalda
Satır aralarında saklı kalan
Yan yana gelmiş iki gülümser harften ibaretiz
Ellerin ellerimi teğet geçiyor
Gözlerin gözlerime muhalif
Benden bir buselik alacağın kaldı...
Benimse senden bir ah çekimlik hatrım...
Ah zavallı kuş, günlerin yağmursuz gökyüzünü aramakla geçiyor, göç bu ülkeden..
Göç!
Düşün düş olarak kalması ne güzeldir.
Velhasıl, neden üzülür ki insan, bin tutam keder için!
Size de oluyor mu hiç?
Nefes alamıyormuş gibi bir his?
Ben şimdi burada kanamalı bir dünya uğruna; salkım saçak, kırık dökük bir özlemle çalkalanırken, ironisiz, imgesiz bir hayat için geceye akıyorken, O orada hasretimin sancısını hissediyor mu? Dilini hiç bilmediğim bu şarkıyı ikimizi düşünerek dinlerken duyuyor mu?
Bir yabancı gibi kıvrılan bu bakışımdan başka yolum yok ona çıkan hissediyor mu?
-Ve ah! Bilmiyorum! O büyülü sesini bir daha ne vakit sancıyacak kulak zarım...
/Duydun değil mi? "yalnız’ sesimi... Ah duy n’olursun, dedim içimden..
Anlaşılmaya öylesine ihtiyacım var ki ve zaman daraldı... Gerçek olamayacak kadar aşk dolu gözleri vardı. Bana kalırsa O, kendimi fazla kaptırdığım bir illizyondu...
Düşüyorum, korkuyorum rüyalardan... Lütfen elimi tutar mısınız?/
Umudu dürttükçe umutsuzluğum depreşiyor. Hatırlamazlığını da hayra yoruyorum artık. Takvim tutmazlığını bu hikayenin. Hiç söz vermediysek bu bizim eksikliğimiz. İçim daralıyor, bazen düşünmek bile acıtıyor canımı. Sıkılmanın da bir haddi olmalı ama benimkisi çok arsız. Bayat ve küf kokuşlu bir ’hayat’ diyorlar aşkın adına. Aşkı ve şiiri aynı cümle içinde kullanmayın, diyorlar. Baş dönmesi yapıyormuş, sağlığa zararlıymış ne de olsa! Laf! Midem bulanıyor ve başım dönüyor. Bak ben diyorum, şiir diyorum içimden ve aşk, ve sen diyorum. Alıkoymasınlar benliğimi... Senden gebe kalmışsam, bir şiir peydahlamışsam geceleyin, kime ne! Şiir benim çocuğumdur. Aşk da benim... Büyütürüm özenle, buna kim ne diyebilir!
fulya/haziran-temmuz2012
YORUMLAR
Fulya, Hoş geldin. Uzun zamandır senden bir şeyler okumamıştım. Kaçırmış olabilirimde. Ama adını görünce hemen geldim sayfana...
Uzundu yazı okudum. Soluklanıp yeniden başladım okumaya. İçim acıdı, bir yerlerde bir ince sızı oluştu... Hüzün sardı dört bir yanımı Fulya..Böylesi etki bırakan yazın için seni kutlarım..
Sevgimle daima.
Fulya CODAL
Çok teşekkür ediyorum desteğiniz için.. Onur duydum..
Sevgi ve saygılarımla..
İçimi ezdin Fulya. İçinden geçerken ezildi içim. Ve kızım olur da büyüyüp yazmayı tercih ederse yazılarında böyle anne demesin. Dayanamam.
Ve Fulya nasıl bitecek bu kavga? Bu kendine haksızlık nereye kadar? Tamam keyfim demişsin yazının başında. Kâhyası da elbet sen. Ama ben hâlâ bekliyorum sabırla.
Mesela kalemine başka şeyleri almanı. Mesela öykü ve yine şiirler mesela.
Bu günlükler üzüyor beni. Fena üzüyor. Ama sevindiriyor da yazmış olman gelmiş olman.
Anne dedin ya sen. Benim hâlâ burnum sızlıyor.
Fulya CODAL
Biliyor musun Sema, bazen düşünüyorum da insan belki de kendinde eksik olanı yazıyor. Aslında gündelik hayatta pozitif bir insanım, yazmaya koyulduğumda negatifleşiyorum. Sonunda öyle şeyler çıkıyor ki, sanki her şey kötüye gidiyormuş gibi. Aslında öyle değil. Ama mutluyken yazamadığım doğru. Yine de yazan insanları, yazdıklarıyla kıyaslamamak gerek. Ben neşeli şeyler yazsam, bu Cem Yılmaz'ın ''doktor bu ne?''sine kadar vardırırım olayı :)
İpin ucu kaçar diye korkuyorum. Ama söz bir dahakine daha sevecen şeyler yazacağım inşallah :)
Sevgimle, çok teşekkür ediyorum..
Angie
ama günlük çok içsel diyorum hani bir de yalnızca iç sesin varsa... ki mektup bile daha dışa dönük. yani asıl söylemek istediğim duygularını kurgusalMI§
Angie
Angie
oysa şamata neseli eglenceli biriyken...
sanirim anlatamadim ben.
sevgimle hep Fulya. ben seni okumayi seviyorum. bu.
Fulya CODAL
Sema, evet keşke konuşabilsek.. Ve anlatabilsem.. Bazı şeyleri bastıra bastıra yazmak icab ediyor. Ama bastıra bastıra dediysem, üzerine değil, en içine bastıra bastıra. Uzun süredir ben kendimmiş gibi yazamıyorum. Her kafadan çıkan ses beni ürkütüyor. Yazmaktan çekinir, korkar ve yorulur hale geliyorum. Mesela babam geçenlerde adımı yazmış googlea.. Okumuş önüne geleni. Kim bilir ne üzülmüştür. Kızım ne çok acı çekiyor diye. Ben acıyı çekmiyormuş gibi yazıyorum. Neşeyi yaşasam da yazmakta zorlanıyorum. Aslında tanınıyor olmak bile bir sıkıntı haline geliyor. Eskiden dilediğimi yazardım. Şimdi sanki üzerime yapıştırılmış yaftalara sorumluluğum gereği kelimeleri incitmeden sökülüyor gibiyim.. Neyse derin mevzular bunlar.. Ruh halim bi güzelleşsin kendine, onlar da yazılır elbet... Neden olmasın..
Fulya CODAL
hayır hayır,gayet iyi anladım, lütfen kuşkun olmasın. haklısın da.. Ayrıca seni okumakta benim için her daim bir lütuf, bunu bil.. sevgiyle hep..
dellysedat
Angie
Selamlarımla.
Fulya CODAL
Teşekkür ediyorum.. Bunları duymak gerçekten güzel..
saygılarımla..
Bazen ben olup icime bakıyorum dışımdan...şaşırıp giriyorum içime...içim dışıma çıkıyor o zaman...sen hep ya içimde oluyorsun ben dışardayken ya da dışımda içim beni boğarken...
Kırılma sakın...parçalanırım...
Uzundu yazı...ama bölümleri şiirle aralaman rahatlatmış...ikinci şiir özetim gibiydi...
Ah Fulya ne zor ölmek bilincine karşı yaşamak...
Geri geleceğim bu yazına...gece yarısı ersin sabaha...
Fulya CODAL
sen beni hiç yalnız komayacaksın değil mi.. :)
dostluğun güven veriyor, sırtımı yaslıyorum huzurla..
varolasın Meltem'im..
sevgiyle..