- 1619 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yorgun Yıllar-2-
Kendime geldiğimde bir sandalyeye ellerim, gözlerim ve ayaklarım bağlı şekilde yere yığılmıştım. Başımda, yüzümde ve bedenimde tarifi imkansız bir ağrılar, sızılar vardı. Burnumdan, başımdan akan kan, açık kalmış dudaklarımdan içeriye dolmuş, dilimi kurutmuştu. Tükürüğüm çoğaldıkça, dilimde kuruyan kanı ıslatarak, ağzımın içinde çoğalmaya başlamış, kokusundan genzimden içeriye girmiş, midem bulandırmıştı. Gözlerimi bir türlü açamıyordum. Adamlar kendi aralarında konuşuyorlardı:
--Kendine gelmeye başladı.
-- O kadar dayaktan sonra kendine gelebilmesi mucize! Valla benim vurmaktan parmaklarım uyuştu. Ne diyor patron?
--“Götürüp atın bir yere, gebersin itoğlu!” diyor.Zaten sabaha çıkmaz bu! Kulaklarından akıyor beyni artık!”
Günlerce yapılan işkencelerden sağ çıkıp, “ölür” diye ümit kesilip, bir çöplüğe atılarak aç hayvanlara yem olmaya terk edilmiştim.. Ta ki o Çingenelerin çöplükten yemek için bir şeyler aramaya gelip, beni görene kadar. Beş - altı çocuk. Yaşları on beş - on sekiz arası. İnce, çelimsiz bedenlerine rağmen beni sırtlayıp evlerine getirmişlerdi.
İki sene boyunca, Hanife ananın zamanında ninesinden yapmayı öğrendiği şifalı otlarla hazırladığı ilaçlarla kendime gelmeyi başarabilmiştim.Sağ gözümü ve yüzümün hemen hemen tümü kezzaptan yanmış, tanınmayacak hale gelmiştim. Bacaklarımın ikisi de kırılmıştı; ama ayağa kalkıp kendi işlerimi görebiliyor, en azından yürüyebiliyor daha doğrusu yürümeye çalışıyordum. İşkence yaparken kollarımı kalın bir ip ile sıkmışlar, sonrasında ise kan dolaşımı olmadığı için kangren olan sol kolumu kesmek zorunda kalmışlardı.
Eski halimden eser kalmamıştı. Artık herkese göre adım başka başkaydı. Kör, topal, çolak… Adımın ne önemi vardı artık? Eskiden tanıdığım hiçbir insan, hatta anam bile mezardan çıksa beni tanıyamazdı. Ki ben bile beni tanıyamıyordum. Aynaya baktığımda bir yabancıya bakıyor gibiydim. Hayatın önce verip, sonra alıp götürdüklerinin hepsi bana Allah’ın birer cezasıydı. Bir anda var olup, bir anda yok olmak bu olmalıydı şüphesiz. Yaptığım hiçbir şey yanıma kâr kalmamıştı. O kadar insanın kanına girip hayatını karartmam karşılığında bu çektiklerim azdı bile. Ben bunları çoktan hak etmiştim.
Biraz daha iyi olup kendime gelmeye başladığımda, bana bunları yapanlardan intikam almak için yemin ettim. Her gün dilenmek bahanesiyle onları takip ediyor, çevirdikleri işleri anlamaya çalışıyordum. Bir gün yine dilenci gibi kaldırım taşına oturmuş beklerken, önümde serili gazete kağıdına adamın biri on lira attı. Elimi almak için paraya uzatırken ”Allah razı olsun” dedim. Siyah takım elbiseli adam, iki adım attıktan sonra geriye gelip başımda durdu. Simsiyah gözlüklerini gözlerinden çıkarıp bana dikkatlice bakmaya başladı.Tek gözümün olmamasına rağmen bir bakışta onun arkadaşım İlyas olduğunu anlamıştım, oysa o bana sadece bakmakla yetinmişti.
Yanıma yaklaşıp ”Kimin kimsen var mı?” diye sordu. Başımı sallayarak ” yok“ dedim. “Yatacak yerin var mı?” Başımı sağa-sola çevirdim. ” İşin gücün de yoktur senin” Başımı öne eğdim. “Bu sakat halinle, sokaklarda nasıl yaşarsın be adam? Haydi düş arkama… Senin için uygun bir yer biliyorum. Oraya gideceğiz. En azından sokaklarda yatmaktan kurtulursun!”
Şaşırmıştım. Öğlen güneşinin yakıcı alevi, kezzaptan yanan yüzüme ve boynuma dokundukça acılarım daha bir nüksediyor dayanılmaz bir hâl alıyordu. Beni bu alevden bir başka alev koruyordu. O da intikam alma iç güdüsünün önüne geçilmez aleviydi.
Siyah bir arabanın arka koltuğuna oturduk. Şoföre ” Dağ evine ” dedi.
Arabanın camından dışarıya bakıyorum. Yüksek binalarla çevrili koca bir kalabalık. İnsanlar bu kadar sıcağa rağmen oradan, oraya koşturuyor. Sahil boyunca el ele yürüyenler. Banklarda oturan sevgililer…
Düşünüyorum da, otuz iki beş yıllık koskoca hayatımın içine her şeyi sığdırmıştım da bir sevgiliyi sığdıramamıştım. Ya seveceğim biri olmamıştı ya da beni seven biri. Gerçi benim sevilecek bir yanım yoktu ya. Hele ki bundan sonra. Gerçi kasabada evimizin yanındaki evde oturan Fahrettin Amca’nın küçük kızına ilgi duyuyordum; ama benim yaptığım işi öğrenince geliş, gidişi kesmişlerdi. Bu aşk ise başlamadan bitmişti.
Aniden önümüze çıkan minibüse çarpmamak için fren yaptı şoför. Önümdeki koltuğa adam akıllı göğsümü vurmuş, tek kolumla kendime sahip olamamıştım.
“Yok ya bir şeyin?” Neden emniyet kemerini takmadın?”
“Hayır yok, iyiyim ben” derken, sızlayan göğsümün üzerindeki bıçak yarasının açıldığını ve kanamaya başladığını biliyordum. En ufak bir zorlanmada yara hemen açılıyor, bir zaman sonra kendiliğinden kapanıyordu. Bu bıçak yarası da Çingene mahallesindeki bir kavgada Nurettin’den, Hasan’ı korumak için araya girmiştim.
Göğsümün içine saplanan bıçağın sızısı bir kez daha soğuk terler dökmeme neden olurken,bizi sollamak için korna çalan arabanın sesiyle kendime geldim.
Şehir merkezinde çıktık. Yaklaşık otuz dakikalık bir yolculuktan sonra, iki katlı bir evin kapısından durduk. Gözlerden uzak dağ başında, tıpkı bir sığınağı andırıyordu. Bahçede kapısında, ihtiyar bir adam, elinde ki bahçe makasını bırakıp koşar adımlarla yanımıza geldi. Yüzümü görünce ürktü . Başındaki kasketi çıkarıp, belinde sallanan anahtarlardan biriyle hemen merdivenleri hızla çıkıp evin kapısını, kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle açtı. Basamakları inerken bir gözü de bendeydi. Yüzü, gece mezarlıktan geçerken hortlak görmüş gibi karmakarışık bir hale dönmüştü. Basamakları o inerken biz çıktık.Arkamızdan öylece bakıyordu. Olmayan koluma ve yürürken birbirine dolanıp sendeleyen bacaklarıma…
Havaların sıcaklığı biraz da olsa etkisini kaybetmişti. Evden içeriye girdiğimizde, beklenmedik bir serinlik kapladı tüm bedenimi. Yerde tek renk olan bordo bir halı koridor boyunca ilerliyordu. Duvarlarda Ayet el Kürsü, nazar duaları, Bakara suresi ve bir koçun gökten melek tarafından indirilip kurban edilmesini konu alan tablo asılmıştı. Adamın elindeki bıçağı görünce niyeyse ürktüm.Aklıma kolumun kangren olduğunu, onun için kesilmesi gerektiğini söyleyen mezarcı Nusret’in ablak suratıyla, patlak mavi gözleri geldi bir anda karşıma…. Ocağın harlı ateşinde kızdırılan balta ile Nusret’in cesaret için susuz içtiği bir şişe büyük rakıdan sonra, nasıl olup da o kafayla kangren olan kolumu kesmesine izin vermiştim. Milim sektirmeden kesmişti. Kesik kolumu ne yaptıklarını bilmiyordum. Hiç sormamıştım.Hem bilsem ne olacaktı…
Koridorun sonunda bahçeye çıkan kapıdan ilerlemeye devam ettik. Burası sadece rengarenk güllerin olduğu, kocaman bir bahçeydi. Güllerin kokuları birbirine karışmış, nazlı bir gelin edasında salınıyorlardı. Arkadaşım önde, ben ardı sıra yürümeye devam ettik. Meyve bahçesinin olduğu yerde, asma ağacının altındaki masaya oturdu. Bana da oturmam için gözüyle işaret etti. Yanımıza gelen ağzı yaşmaklı kadına” Hemen yemek hazırla. Konuğumuz var.”
“ Tamam” der gibi başını eğip, kaldırarak uzaklaştı kadın….
Gözümün içine, gözlerini kıpırdatmadan öylece bakıyor, belli ki bir şeyler söylemek istiyordu.
”Demek sen yaşıyorsun, öyle mi? Öleceğimi bilirdim de, senin yaşadığın aklımın ucundan bile geçmezdi. En son seni bir yere kapatıp, günlerce işkence yaptıklarını, sonra da bir çöplüğe attıklarını duymuştum. Ama neresi olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Birkaç gün aramış, sonrasında ise ümidi kesmiştim seni aramaktan.Ama öldürmeyen Allah öldürmüyor. Şükürler olsun ki yaşıyorsun.”
Yaşamak buysa yaşıyordum. Bacaklarım kırık, gözümün biri işe yaramaz, kolumun biri yok, gerçi diğerinin de ondan farkı yoktu ya neyse.
“ Beni nasıl tanıdın?” Şaşkınlık, harabeye dönmüş yüzümde, oradan oraya gidip geliyordu.
Gözlerimin içine baktı, ve:
“Sesinden!” Sesini duyana kadar, senin olduğun benim de aklıma gelmezdi.
Olan biten ne varsa öğreniyordum ondan. Beni çekemedikleri için haince bir plan kurmuşlardı. Eve gidiş güzergahım üzerinde oynamaya başlamışlardı oyunlarını. Kadınlara olan zaafımdan dolayı ise o kadını alet etmişlerdi bu işe.
Kaderim de olan biten her şeyi yaşayacaktım. Artık aldığım her nefesin fidyesini, bedenimden birkaç parçamın yok olmasıyla ödemiştim.
Ölmek ise ölmek ! Hem de kaç kere…
Beni intikam tutkumdan vazgeçirmek için çok uğraştı. Ama en sonunda bunu başaramayacağını anlayınca, bana yardım etmeye karar verdi.
Son işlerini bozacaktım. Ve onları tek tek yok edecektim.
...