- 1533 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Bu Bir Suç Duyurusudur…
Aziz ve muhterem büyüklerim.
Sunmuş olduğunuz imkânlar, sağlamış olduğunuz istihdam, kurduğunuz demokratik sistem, yansız ve tarafsız adalet, var ettiğiniz “halka sadece haber verme ihtiyacı doğrultusunda hareket eden medya “ ve “Dünya Barışı” adına attığınız olumlu adımlar için size teşekkür etmek istiyorum.
Ya da böyle bir girizgah yaparsam beni ciddiye alacağınızı ve belki yazdıklarımın bir kısmını okuyacağınızı düşünmek gibi ütopik beklentilerim var benim.
“Ütopik”
Elalemin “Word” programı bile “hayali” olarak düzeltiyor ve farkında değil doğruyu söylediğinin.
Nasıl farkında olsun ki garip?
Darbe planları da Kuran mealleri de kural tanımaz yasa metinleri de komplo teorileri de yıkım emirleri de torpil notları da fezleke sunumları da ihbar mektupları da milletvekili yeminleri de atama emirleri de YGS sınav soruları da evlenme aktimize dair bilgiler de faturalarımız da fişlenmelerimiz de tutanaklarımız da idam fermanlarımız da onun sırtından yürüyor nicedir.
“Hayali” zannediyor bizi.
Yazık…
Oysa ne çok şey var bilmediği ya da bizim biliyor olup doğru zannettiğimiz, onun “hayali”; benim “ütopik” zannettiğim…
Neyse, ne diyorduk?
“Ütopik”
Anamın ak sütünü tekrar tadabileceğimi düşünmek kadar güzel, babamı tekrar görüp ellerinden öpebileceğimi düşünmek kadar yürek acıtan bir tansık.
Ve evladımı emanet etmeyi düşünmediğim ve fakat mecbur bırakıldığım bir paradoks word programının bahsettiği.
Koyu siyah önlüğümüz, yaka diye taktığımız kolalı kartonlar, sokak aralarında oynadığımız oyunlar ve annemizin bize seslendiğinde suratımıza düşen hüzün kadar gerçek üstelik.
Yanisi, büyüyeceğini düşünmek kadar uzak, büyüdüğünü kabullenmek kadar zordur bu ülkede “Ütopya” sevgili word kardeşim.
Yanisi, çocukluğunu silah sesleri arasında geçirmek, büyüdüğünü o silah seslerini daha büyük, daha asker silahların suskunluğuyla anlamak, gençliğini - büyük paşaların, kelime anlamını nasılsa kimse bilmiyor diye “anarşist” diye isimlendirdiği - siyah beyaz resimlerinden tanıdığın adamları anladığını zannederek geçirmek, hep yorulmak, hep üzülmek ve hep inanmak demektir “Ütopya”…
Büyümek, seninle büyümüşlerin - ölümün adını bile bilmezken - ölmüşlüğüyle katmerlenmek, acı duyduğunu sanmak ama hiçbir şey anlamadan saatlerin takvime çalıştığını idrak etmek demek “Ütopya”…
Henüz 17 yaşında “Gazi Mahallesi” denen cehenneme girip “neden?” diye kalakalmak, kaçamamak tepende ne aradığını anlayamadığın helikopter sesinden, korkmak; bir önceki sene “Sivas” denen güzel şehrin aleviyle kavrulmak, yandıkça karanlığa karışmak, karanlığa karıştıkça yanmak, yandıkça yanmak demek “Ütopya”…
Büyüdükçe anlamak, anladıkça kahrolmak, kahroldukça seslenmek, sesine ses bulamadıkça kırılmak, kırıldıkça yalnızlaşmak, yalnızlaştıkça umutsuzlaşmak, umutsuzlaştıkça umuda umut ekleme gayretine girmek, hep ama hep güneşi yakalamaya gayret etmek demek “Ütopya”…
Gençliğini kantinlerde - seve seve - harcamak, orta yaşlarını enteresan bir düzenin yanında, hiç de anlayamadığın bir biatla tapınan bir güruhla geçirmek, kızmak, korkmak, telaşlanmak, haykırmak ve hep anlatmaya çalışma gayretiyle geçirmek.. Başka bir şeydir “Ütopya”…
Ukala tavırların ve kelime düzeltme mesain dışında pek de bir işin olmadığı için benim klavyemde, bilmezsin de sen asıl ütopyanın ne olduğunu…
Asıl “Ütopya” sevgili word kardeşim, 1993 yılının 2 Temmuz sabahı, ağzının kenarındaki salyalara Allah adını bulaştırarak, bu ülkenin aydın insanlarını katlederek, bilinçsiz, sorgusuz, sualsiz, her şeye “eyvallah” eden bir güruh yaratma eyleminin ilk adımlarını atan eli kanlı katillerin hesap vermesidir..
Olmamıştır, olamamıştır ama mutlaka olacaktır. İşte senin “hayali” dediğin “Ütopya”, o gün gerçeğe dönecektir.
O sene ve o gün doğanlar yarın 19. Yaş gününü kutlayacak.. Ve 19. Kaybediş yılını anımsayacak 35 tertemiz yüreğin aileleri..
İsmimle, cismimle, yüreğimle ve tüm inancımla yanlarında olacağım 19 yıldır olduğum gibi..
Bu bir suç duyurusudur sevgili word kardeşim.
Hangi kelimemi nasıl düzelteceğini öğretmiştir mutlaka sevgili büyüklerim..
Aynen öyle değiştir işte dediklerimi.
Ve şöyle söyle o emperyalist yaratıcına:
“O duman, o kül, o inanç seni yok edene kadar dimdik burada duracakmış Yavuz Doğan.”
Ve ekle:
“Kendini ihbar ediyormuş…”
Yavuz Doğan
01.07.2012
- Sivas diye geçsin tutanaklara… -
YORUMLAR
Görüş ve inançların insanların düşünce ve eylemleri üzerinde önemli sonuçlara neden olduğu, ancak, insanların olaylara verdikleri anlamı idrak etmekle toplumsal faaliyetleri anlayabileceğimiz i söyler Weber
Bense inandıklarının tersi bir eylem içinde olan bu insanların ne inançlarına, ne de insanlıklarına ve toplumun genel yaklaşımını yansıttığına inanmak istemiyorum ki; yansıtmıyor. Yüreğimizde kapanmayan yaralar açan, acıtan ve içimizde çığlıklar büyüten ütopyalar
Kendi karanlığında sönecektir mutlaka..
......
Tebrikler ve teşekkürler usta
saygımla
yavuz ağabey,
bana kızacaksın belki yazdıklarımdan dolayı. belki de beni kınayacaksın. belkide bana sen şaşırmışsın diyeceksin. ve bana bir çok kere nasihat edenler gibi, her koyun kendi bacağından asılır diyeceksin.
lakin ben bu tür insanların inandığı allaha inanmıyorum. bu tür insanlar olduğu sürece bence 2 allah var. bir böyle insanların allahı, birde kuranı bize indirip , onu rehber edinmemizi nasihat veren allah.
o nedenle ben ne o mollaların allahına, nede şu anda onların uzantısı olarak devam eden ve dini kullanarak, ülke maddi kaynaklarını, yasaları, orduyu, polisi, devleti kısacası herşeyi bu yola dökenlerin inandığı allaha inanmıyorum.
saygımla.
Tebrikler saygıyla...
İlhan Arsel Üniversitesi
27 Haziran
Şeriât demek müptezel bir hayat anlayışını benimsemiş, çocuk zekalı, farklı inançta olan insanlara her an saldırmaya hazır halde tutulan, hoşgörüsüz, sevgisiz, din adamının tasalludundan kurtulamamış, "insan sevgisi" anlayışından uzak ve fikirsel, ahlaksal ve zihinsel anlamda pek geri bir kertede kalmış sefil ve miskin halk yığınları yetiştiren bir rejim demektir. 1,400 yıl öncesinin hoşgörüsüz ve baskıcı sisteminin ortaya çıkardığı şeriât halklarının en temel özellikleri ise "sömürücü efendiler"i, dindar ve ibadetle meşgul gözüktükleri müddetçe, sevmek, pohpohlamak, yüceltmek, "Tanrı" adına cinayetler işlemek, yakıp yıkmak fakat diğer taraftan ise yaşam sorunlarını dünyevi yöntemlerle çözmek isteyen yöneticilere ateş püskürmek, akılcı ve bilimsel düşünceyi rehber edinmiş, "Tanrı ve peygamber emirleri" diye bilinen hükümleri akılcı eleştiriye tabi tutmaya yönelmiş aydınları "cehennemlik" bilmek ya da öldürmektir.
Akılcı, laik ve bilimsel eğitimden uzak kalmış olmak, akılcı aydınların yokluğu, "kutsal" bildikleri hükümleri eleştirel akıl süzgecinden geçirememek, insan ruhunu incelten ve kişinin zihinsel gelişmesinde önemli bir rol oynayan güzel sanatların her dalından mahrum kalmış olmak nedeniyledir ki şeriât ülkelerinin halkları her bakımdan pek geri bir kertede kalmışlar, insanın insana olan sevgisini ve hoşgörüsünü ortadan kaldıran medeniyetsiz bir anlayışın yeryüzündeki temsilcileri olmuşlardır.
Toplumların uygarlık derecesi insan beynini dumura uğratan akıl, mantık ve ahlak dışı ilkel din hükümlerine ve bu hükümlerle halk yığınlarını uyutmaya yönelen yöneticilere gösterilen tepkiyle ölçülür. Ne yazık ki şeriât ülkelerinin halkları, akılcı aydınların rehberliğinden yoksun kalmış olmalarının bir sonucu olarak, bu tepkiyi göstermekten uzaktırlar. Atatürk sayesinde böylesine ilkelliklerden ve vahşiliklerden kurtulma ve uygarlık sıçramaları yapma fırsatını yakalayan Türk insanı, Atatürk'ün ölümünden sonra tekrardan şeriât'ın dipsiz ve karanlık kuyularına çekilmiş, din adamının karanlık ellerine bırakılmıştır.
Tüm bu deneyimler göstermektedir ki, "kutsal" bilinen şeriât hükümleri eleştirilmediği, o "donuk" ve "değişmez" halleriyle kabul edildikleri takdirde yobazlık, hoşgörüsüzlük ve vahşet ortamı oluşmakta, fakat bu hükümler akılcı biçimde eleştiriden geçirildikleri takdirde ise uygarlık sıçramaları yapmak, "insan sevgisi"ne yönelmek, yani "insanlaşmak" mümkün olmaktadır. - Sayfa Yönetimi
Alıntı Kaynağı:http://www.facebook.com/photo.php?fbid=375854322468585&set=a.218688524851833.68675.211071602280192&type=1&theater
Muhteşem bir yazı okudum. Yani öyle şeylere tercüman oldunuz ki altına ne yazsam fazla.
Ki en acısıdır zaten o "Allahuekber" sesleri. Ki nelere mal olduğunu bilmiyorlar hâlâ proveke edenler. Yazık ki herbirinde bin maske dini darlıklarına kurban seçmekteler.
Ürpererek okudum. Ve tüm kalbimle alkışladım kaleminizi.
Bu konunun siyasi, sosyolojik ya da senaryolar kısmına hiç değinmeyeceğim sevgili Yavuz kardeşim. Ama dini kısmına değinmeden geçmek istemedim.
Hz. Ömer (r.a) der ki:
“ Müslüman olmadan önce yaptığım iki şey var ki biri aklımda geldiğinde çok üzülür ağlarım, diğeri aklıma geldiğinde çok gülerim.
Ağlarım, öz kızımı gelenekler gereği acımadan kuma gömdüm
Gülerim, helvadan putlar yapar onlara tapardık sonra acıkınca onları yerdik. “
…………………………..
Bin dört yüz küsur sene geçtiği hâlde putperestliğin bitmemesi gerçekten çok üzücü!
Belki kum bulamıyoruz ama töre gereği ya da muhtelif bahanelerle kızlarımızı gömmüyor muyuz? Üstelik “ şeriat “ bunu gerektirir diye dine iftira atarak…
Helvaya indirgemiyoruz belki ama; makama, mevkiye, şehvetie şöhrete, maddiyata çıkara secde etmiyor muyuz? Üstelik Müslüman olduğumuzu iddia ederek!
Kimin neye inandığı, neye secde ettiği elbette kendi tercihidir.
Benim inandığım Allah (cc), nasıl olduğunu ve ne yapmamı istediğini kendi gönderdiği kitap, kendi seçtiği peygamberle bana anlattı.
Benim inandığım Allah(cc), kendi yarattığı kuluna, olabilecek en büyük günahı işlediğinde bile ölünceye kadar pişman olması için ve hatasını anlayabilmesi için tövbe kapısını açık bırakandır.
Ve hatasını anladığında onu affedendir.
İnsanın kendi canına kıymasına bile kızan, yakma ve öldürme hakkının sadece kendisinde olduğunu, merhametinin gazabından hep daha çok olduğunu bize söyleyendir.
Bağışlayan affedendir.
Sivas olaylarında, din adına bunu yaptığını söyleyen ve öyle inan kişi varsa, biliyorum ki aynı Allah’a (cc) inanmıyoruz!
Benim inandığım Allah (cc) yarattığı hiçbir kuluna böyle bir yetki vermiyor çünkü.
Eyvallah!
Yavuz Dogan
Saygım ve sevgimle..