- 2509 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kelebeğin Ömrü
Kozasından çıkan kelebek gözlerini açtığında güneşin parlak ışıklarını gördü ilk. Ardında güzel kokular geldi burnuna. Kafasını şöyle bir kaldırıp baktığında gördüklerine çok şaşırdı. Önünde binlerce çiçek onu selamlıyordu. Renkler, kokular hayran bıraktı küçük kelebeği. Konup bir yaprağın üzerine hayran hayran seyretmeye başladı.
Arada bir kendine benzeyen kelebekler görüyordu. Onların renkleri de çiçeklerden kalır değildi. Ama hepsi bir telaş içinde o çiçekten bu çiçeğe uçuyorlardı. Sonra binlerce arı çekti dikkatini, öyle hızlı hareket ediyorlardı ki gözleriyle bile takip edemedi küçük kelebek. Bir yandan hayranlıkla çiçekleri seyrederken bir yandan da kendi kendine söyleniyordu, ’Şunlara bak ne aceleleri var ki şu güzelliğin tadını çıkarmak varken nedir bu telaş?’
Yaprağın üzerinden uçup bir çiçeğe konmaya niyetlenirken bir ses duydu, ’yolumu kapatıyorsun çekil şuradan.’ Bakındı sesin geldiği yeri gördü. Yuvasına yem taşıyan karınca kelebeğin ayaklarının arasından geçmeye çalışıyordu. Kelebek, karıncaya çok güldü. Kendinden büyük bir yaprağı taşımaya çalışıyordu, hem de başka bir yaprağın üzerinde. Kelebeğin kendine güldüğünü gören karınca çok sinirlendi. Kızgınlıkla, ’sana söylenecek çok şey var ama acelem var. Aklın varsa sen de durma, en azından çiçekleri ziyaret et, hadi acele et.’ Dedi. Kelebeğin aklı karıştı, neden acele etmesi gerektiğini anlamadı.
Bir süre sonra güzel bir papatyanın üzerine kondu ama aklı karışıktı. Doğadaki bu telaş onu şaşırtıyordu. Her şeyin tadına vararak yaşamaktan yanaydı kelebek, gerçeklerden habersiz. Kimse ona ’kelebek ömrünün çok kısa olduğunu’ söylememişti. Mutluydu orada bulunmaktan. Gözlerini alamıyordu çiçeklerden, hangi çiçeğe konacağını bilemiyordu. Ama acele etmesi gerekiyordu. Peki ama neden? Çevresindekileri fark etmeden, güzellikleri özümsemeden neden koşması gerekiyordu?
Papatya kendisini zor taşıyordu. Çünkü o da yeni açmıştı gözlerini dünyaya. Bunu fark edince papatyanın yapraklarına bir öpücük kondurup gelinciye doğru uçtu. O sırada oradan geçmekte olan daha büyük bir kelebek selam verdi kendisine.’ Çok güzel bir günde gelmişsin dünyaya. İki gün önce çok yağmur yağmış buralara, binlerce arkadaşımız ölmüş. Bence biraz çabuk ol uçmak ve çiçekleri ziyaret etmek için.’ Deyince aklı daha da karıştı. Ama küçük kelebek tembellik ederken akşamın olduğunu anlamadı. Üşümeye başladı. Neredeyse ağlayacaktı ama kendini çağıran kelebekleri görünce biraz rahatladı. Onların yanına gitti. Orası daha sıcaktı. Gün boyu dolaşmak ve üşümekten yorgun düşmüştü. Gözleri kapandı uykuya daldı. Ama etrafındaki kelebeklerin konuşmalarını da duyuyordu. ’Zavallıcık’ dedi biri, ’İki günlük ömrü kaldığını bilmiyor. Ne kadar masum, uçmak yerine hayattan tat almak hevesinde.’ Bir diğeri, ’aslında haklı ama zamanını değerlendirmeli. Bu dünyaya geliş amacımızı unutmamalı. Görevini yerine getirmek zorunda. Tozlaşmak için bekleyen çiçeklere konmalı.’ Derken kelebek korkarak gözlerini açdı. Ağlayarak yalvardı büyük kelebeklere. Büyükler anlattı ona ’ Biz kelebeklerin ömrü üç gündür. Üç gün sonra ayrılırız bu dünyadan. Bir koza örüp içine hapsederiz kendimizi. Şansımız varsa tabi. Rüzgarda, yağmurda, başka canlıların ayakları altında ölüp gitmezsek. Koza örmeyi başarabilirsek başka bir zamanda yeniden geliriz dünyaya. O yüzden bu dünyadaki görevlerimizi yerine getirmeliyiz öncelikle. Ama güzelliklerinde tadına varmalıyız bir yandan.’
Büyük kelebeklerin anlattıkları çok üzdü kelebeği. Kendisi gibi diğer küçük kelebeklerde üzgündüler. Bu güzellikleri yalnızca üç gün yaşayabilmeleri çok acıydı. Bu düşünceler içinde derin bir uykuya daldı hepsi. Sabah gözleri açtıklarında gördükleri manzara çok acıydı. Onlarca kelebek soğuktan ve rüzgardan etkilenip ölmüştü. Küçük kelebek ve birkaç arkadaşı kuytu bir yerde uyudukları için kurtulmuşlardı. Güneşin ışığını hisseder hissetmez kanatları bir iki çırpıp uçtu kelebek. Artık büyümüştü. Küçüklüğü kozasından yeni çıkan kelebeklere bırakıp çiçekten çiçeğe uçtu. Meyve bahçelerine gitti. Elma, erik, kayısı, armut çiçekleri daha güzel ve eğlenceli geldi ona. Bir yandan telaşla uçarken bir yandan güzellikleri özümsemeye çalışıyordu. Artık korkmuyordu ölmekten ya da kozanın içine kendini hapsetmekten. Korkmak yerine anı yaşayıp hayattan tat almaya çalışıyor ama görevlerini de ihmal etmiyordu.
’Hayat, üç gün’ dedi kelebek biraz üzgün ama yaşamış olmanın mutluluğu içinde . ’Yersiz üzüntülerle doldurmak yerine en güzel şekilde değerlendirmeliyiz.’ Sonra bir ağacın en korunaklı yerine bir koza ördü kendine, yaşanmışlıkların ve görevini yerine getirmenin iç rahatlığı içinde. Bir dahaki bahara yeniden uyanmak ümidiyle.....