BABANNEMİN PATİKLERİ
Evimin salonunda fıstık yeşili koltuklarımın üstünde oturmuş, elimde babaannemin patikleri, gözyaşlarımın içinde bugün onun ne kadar çok haklı olduğunu anlıyordum. Nasıl da kıyametleri koparmıştı babaannem; o yırtık patikleri için. Önce annemi suçladı; ‘’Dağınık gelin bakalım nereye koydun, bunca zaman sana toplu olmasını öğretemedim. Yazıklar olsun bana…’’ Diye. Sonra ağabeyimin karısına söylemediğini bırakmadı; ‘’Yırtık diye kaldırıp atmıştır gök gözlü’’ diye. Yengemin gözleri mavi renkti ve babaannem bir türlü sevemedi onu sırf bu yüzden. Oysa yengem dünya iyisiydi ve asla saygıda kusur etmezdi babaanneme karşı. Yine de garibim yaranamazdı babaanneme. ‘’Gelin kısmını öyle rahata alıştırmayacaksın. Yoksa bir daha seni dikkate almaz. Biz büyüklerimizden öyle gördük; kaç zaman sonra yaşmağı ilk kez açmıştım kaynatamın yanında da; yemiştim dayağı heriften. Sen babamın yanında nasıl açarsın yaşmağını diye. Bizde kaynata yanında yaşmaksız durmak ayıptı. Sonrasında da az dayağını yemedim sebepli sebepsiz rahmetlinin. O da büyüklerinden öyle öğrenmişti. Hatun kişiyi öyle rahata alıştırmayacaksın, yoksa baş edemezsin diye. Sen el üstün de tutuyorsun ya gör bak tepene çıkacak sonra bu gelin. Saymayacak seni…’’ Yengem günlerce yemin etmişti çoluk çocuğun üstüne. ‘’Vallahi babaanne görmedim patiklerini. Bilmez miyim onlar senin en kıymetli şeylerin. Elimi bile sürmedim. İstersen ben sana yenisini öreyim.’’dedi de; babaannem durur mu; ‘’Siz onun ne anlam taşıdığını bilmezsiniz; cahil cühela tayfası.’’ Diye terslemişti. Günlerce gizli gizli ağlarken gördüm babaannemi. Bazen dedemin resmini de eline alır; ‘’Kavuşma vakti yaklaştı Arif Bey… Bak patikler de gitti, demek ki bize de yol göründü.’’ Bir anlam verememiştim sözlerine.
İkinci çocuğumu doğurmuştum o günlerde. Babamın çok istemesine rağmen okumak gibi bir niyetim olmadığından liseyi bitirince gözümün tuttuğu talibimle evlenmiş; ilk yılım dolarken ilk çocuğumu da kucağıma almıştım. Arası iki yıl geçmeden kızıma hamile kalmış, doğum sonrası en azından kırkım çıkıncaya kadar yardımcı olsunlar diye annemlere gelmiştim. Araya bayram da girince ev cümbür cemaat dolmuştu. Ağabeyim babamın yüzünü güldürmüş, makine mühendisliğini bitirmişti. İyi bir fabrikada da oldukça güzel mevkie gelmişti. Yengemle üniversitede tanışmışlardı. Başka bir memleketin insanı olmasına, örfü örfümüze adetleri adetlerimize uymasa bile çabucak kaynaşmıştı bizlerle. Evde kimseler yoktu o gün. Herkesler bir yerlere dağılmıştı. Baktım babaannem yine dedemin resmi ile dertleşiyor; yanına gittim. O patiklerin onun için neden bu kadar önemli olduğunu sordum. İçini çekerek başladı anlatmaya. Çok severdi beni. Onun anlattıklarını dinlemek masal gibi gelirdi. Önemli şeyler anlatırken hangimiz olursak olalım adımızı söylemez ‘’torun’’ derdi.
‘’Bak torun insan denilen varlık kelebek misali bugün var yarın yok. Doğuyoruz el bebek gül bebek, büyüyoruz belki kıymetimiz biliniyor belki bilinmiyor. Hayat bir şekilde akıyor gidiyor. Çocukken yararlı olmak işe yaramak pek önemli olmuyor. Her şeyin tazesi genci seviliyor. Ama yaşlanmak var ya; o çok kötü bir şey. Ne zamanki yaşlanıyorsun, eski bir eşya gibi bir köşeye atılıyorsun. Yeri geliyor varlığın bile yük oluyor. Eşyanın en azından eski alıcısı var; insanoğlunun o da yok. Yemekten el çektiriliyorsun, yaptığın temizlik beğenilmiyor. İlk zamanlar en azından torunlar emanet ediliyordu; şimdi sen mukayyete olamazsın diye torun torbada inanılmıyor. Yani artık hiçbir işe yaramıyorsun. O patikler var ya o patikler; daha gözüm görürken elim tutarken ördüğüm patiklerdi. Onlara baktıkça bir zamanlar hala işe yaradığımı hatırlıyordum. Şimdi onlar da yok ve ben artık köşe yastığı gibiyim. Ölümün ne kadar yaklaştığını görebiliyorum. Korkuyor musun dersen her insan kadar. İşte bu yüzden o yırtık patikleri istemem. Bir zamanlar işe yaradığımı hatırlatan tek şey de gitti elimden. Demek ki zamanı geldi. Son ördüğüm şeyler de miadını doldurduğuna göre dedenle kavuşmamız yakın demektir. Yaşımı yaşadım. Ömür denizinden çekilme vakti geldi.’’
‘’ Aman babaanne ya aklına neler getiriyorsun öyle.’’ Dedim.
‘’Üzülme torun…’’ dedi. ‘’Üzülme hepimizin vakti gelecek bir gün. Allah sizinkileri olabildiğince uzak etsin. Çoluğunuzla çocuğunuzla, eşinizle dostunuzla inşallah güzel bir ömür geçirirsiniz. Dileğim bu. Benim patikler kimseler görmeden ortadan kayboldu ya, herkesi suçladım ya, biliyorum aslında kimse saklamadı kimse atmadı. O patikler bana vaktimin geldiğini gitme zamanımın yaklaştığını ve helalleşmem gerektiğini söyledi.’’
‘’Öyle deme babaanne ya! Valla kalbim duracak şimdi. Seni çok seviyorum biliyorsun. Bizi bırakamazsın sen. Hem ne demek öyle işe yaramıyorum falan lafları. Sen bizim babaannemizsin ya başka ne isteriz senden. Sen bizim için elmas gibisin zümrüt gibisin. Varlığın yeter evimizin bereketi için.’’
‘’Bunları seni üzmek için demedim ki torun. İçime doğanları söyledim. Hem Allah’tan başkası bilemez zaten bizim ne zaman öleceğimizi. Yine de hakkınızı helal edin. Çok iyi evlat oldunuz, çok harika torunlarsınız. Bakma o gök gözlüyü sevmiyorum diyorum ama maşallah o da pırlanta gibi. Kusuruma bakmasın artık. Yaşlılık tutamıyoruz işte çenemizi.’’
Konuşacak kelime bulamıyordum. Teselli cümleleri tükenmişti sanki. Sadece sarıldım sımsıkı. Öptüm kokladım. Kızımın ağlama sesi ile kalktım gittim. Bu konuşmanın üzerinden on gün geçmemişti ki babaannem önce ağırlaştı sonra hakkın rahmetine kavuştu. Günlerce söyledikleri kulaklarımda çınladı. İnsan ölümünü hissedebilir miydi? Kızımın kırkından sonra babaannemin de kırkı çıktıktan sonra eşim bizi topladı ve evimize döndük. İlk çocuğumda olduğu gibi kızım içinde anılar kutusu hazırlamayı ihmal etmemiş annemlerde başlamıştım anı biriktirmeye. Bazı ilkler ve bazı şeyleri saklamak âdetimdi. Doğumunda taktığım kurdeleden tutunda tenine değen ilk lif, ilk sabunu, ultrason resimlerini saklamaya kadar her şeylerini biriktirirdim. Eve geldiğimiz ilk günlerde bebeğin sevinci ile babaannemin ölümü birbirine karışmış günlerce açmamıştım kızımın kutusunu. Sersem gibiydim. Buruk bir mutluluk yaşıyordum. Kızımı nüfusa kaydettirdiğimiz için babaannemin adını yazdıramamıştım ama eşimin de rızasını alarak en azından göbek adını ‘’Mediha’’ koymuştum. Eşim subaydı. Bazen günlerce tatbikatları olur, evin yolunu unuturdu. Öyle gecelerin birinde, çocukları uyuttuktan sonra çabucak büyüyen kızımın ayırdığım birkaç giysisini koymak için kutuyu açtım. Gözlerime inanamıyordum. Günlerce aradığımız, bir sürü azarlar işittiğimiz, babaannemin uğruna günlerce gizlice ağladığı o patikler kızımın anılar kutusundaydı. En üstte öylece duruyordu. O kutuya nasıl girmişti, onu oraya kim koymuştu hiçbir fikrim yoktu. Elimde babaannemin patikleri, gözlerimde yaşlar, çocukları uyandırmaktan korktuğum için sessizce dakikalarca ağladım. Ve günler sonra bunların babaannemden bir hatıra olarak gizli bir el tarafından bana ulaştırıldığına inanmıştım.
Zamanla çoluğun çocuğun derdi, hayat telaşı derken unutup gitmiştim bu patikleri. Bugün hem oğlumun hem kızımın anılar kutusunu karıştırırken tekrar karşılaştık işte. Ve altmış yaşımda ne kadar da erken kenara atıldığımın farkındaydım artık. Çocuklarımız bizim kadar bile sabırlı olamamışlardı; bizi bir kenara atmak için. Eskiler en azından torunlara bakması için büyüklerden destek alırlardı. Ama yeni nesil sanki kendilerini yetiştiren anne babaları değilmiş gibi evlatlarını bizlere emanet edemiyorlardı. Artık çocukların eğitimli bakıcıları ve özel hocaları vardı. Eşimi de erkenden kaybedince hepten yalnız kalmıştım. Babaannem babamın yanından hiçbir yere gitmemişti. Ve annem hep el üstünde tutmuştu kayınvalidesini. Bense iki çocuğumun yanına da fazla gelmiştim. Kendi evimde oturuyordum. Eşimden maaşım vardı. Bir de haftada bir temizlik için bir kadın geliyordu. Çocuklar arada ziyaretime gelirler, az bir zaman kalırlar sonra giderlerdi. Hepsi buydu işte. Ben mi yanlış yetiştirmiştim yoksa zamane çocukları hep mi böyleydi bilmiyordum. Ama babaannemin ne kadar şanslı olduğunu şimdi daha iyi görebiliyordum. Babaannem; ölümünün artık yaklaşmış olduğunu doksan iki yaşında hissetmişti. Oysa ben altmış yaşımda eşimin beni yanına çağırdığını hissedebiliyordum. İşin doğrusu sanırım ben de artık onun yanında olmak istiyorum. Benim kaybolan patiklere ihtiyacım da yok böyle hissetmek için… Ve kaybolsa bile patiklerin derdine düşecek ne evladım var; ne de torunlarım…..
09.11.2011/zile
YORUMLAR
güzel yorumları ile beni onurlandıran güzel yürekli bütün kalemdaşlarıma sevgi ve selamlarımı ve teşekkürlerimi yolluyorum.yazarlık bende bazen bir kelimenin bazen bir cümlenin kulaklarıma fısıldanışı yada avaz avaz bağrışı ile olmakta.bu öykünün hikayeside böyle bir fısıltı hatta ısrarı ile oldu. yatağımdan kalkınca ''babannemin patikleri'' diye bir cümle beynimde yüreğimde his susmadan dönenip durdu.en sonunda bunu nasıl anlatırım diye düşününce işte bu öykü çıktı.dilerim çocuklarınız tarafından asla unutulmaz ve bir kenara atılmazsınız...sevgilerimle...
Çok anlamlı bir yazıydı...
Bir yaşam serüvenini gözler önüne serdi.
Acıttı, düşündürdü ve hak verdirdi.
Kutluyorum gönülden
Selamlar saygılar
gülhans
Öğle içim acıdı ki, doğru söylüyorsunuz şimdiki nesil elektronik çağda büyüdükleri için cidden çok garip.
Bu olayı yaşadınız mı, yoksa kurgu mu tahminde biraz zorlandım ve hissiyatım yaşanmışlıktan yana oy kullandı.
Efendim yalnızda yaşanıyor, dert etmeyin, boş verin çocuklarına bakmayı. Amaaaan onlara o kadar çaba sarfettik te ne oldu ?
Lütfen kendinize iyi bakın altmış yaş daha çok şey yapılacak yaş. Hadi bakalım toparlanın ve kendinize gelin.
Biz bundan böyle kendimizi şımartalım, ahiret için heybemizi dolduralım.
Kalın sağlıcakla.