- 991 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KIRSAL KESİM
Kırsal Kesim dedikleri semtteki bir okulun Çok Amaçlı boş salonunun her türlü gereksinimini ve Atatürk Köşesi’nin düzenlemesini Moda ‘da yaşayan hayırsever bir bayan üstlenmişti.
Tüm çalışmalar tamamlanmış sıra solonun açılışına gelmişti. Aynı gün yapılacak İkinci El satışlar da okula gelir sağlayacaktı ayrıca.
Öğrenci ve velilere gönüllü olarak sunulacak çeşitli sanatsal gösterilerin yanı sıra ben de özel olarak hazırladığım Çocuk Oyununu genç arkadaşlarımla birlikte sergileyecektim.
Resmi davetlilerin çoğu gelmiş ve protokolde yerlerini almışlardı. Salon tıklım tıklım doluydu. Ülkede kurulan ilk dernek olma vasfını taşıyan Türk Kadınlar Birliği derneği tarafından hazırlanan plaketi Milli Eğitim Müdürü’nün elinden almam için bulunduğum odaya haber geldiğinde oyunun hazırlığı içerisindeydim. Gidemedim.
Daha sonra sahnedeydim ve dünya avuçlarımdaydı o an. Her şeyi unutmuştum. Ama unutmadığım hatta ilke edindiğim bir kuralım vardı. Ne olursa olsun oyun öncesi çocuklarla kısacık da olsa mutlaka diyalog kurardım. O gün de velilere yönelik olsun istiyordum bu konuşma. Hem salon velilerle doluydu. Hem velilere karşı ben çok doluydum.
Yıllardır minicik çocukları tv ekranlarına çıkarıp boncuk boncuk göz yaşı döktürüp yokluk-yoksulluk edebiyatı yaptırmalarından. Köy kökenli olmalarının acılı arabesk feryatlarından. Öğrenim görememiş olmanın şansızlığından. Eşitsizlikten yakınıp duran bu insanların ne denli kurnaz bilmiş ve yalnızca çıkar amaçlı yakınlık kurduklarını çok iyi biliyordum. Ve bunlara hemen her yerde rastlayabilirdiniz. Bir çoğu taa nerelerden nerelere gelmişlerdi üstelik.
Aile içi eğitim diye bir şey kalmamıştı. Her şeyi okuldan öğretmenden bekliyorlardı. Kendileri iki çocuğa iki tatil gününde bile tahammül edemezlerken…
O zaman aileye, aile terbiyesine ve ailenin kutsal varlığına gerek var mıydı?
Bilmediğimiz anlayamadığımız çözemediğimiz farklı bir savaşa hazırlık yaptırılıyordu çocuklara adeta. Bencil, acımasız, sorumsuz ve maddiyatçıydılar alabildiğine bir çoğu.
Yere göğe sığdıramadığımız o manevi değerlerimize ne olmuştu? O güzeller güzeli çocuk masumiyetini saflığını temizliğini kimler almıştı ellerinden bu kadar zamansız hem de? Hiperaktivite denilen tuhaf bir hastalık nedeniyle doktorlara taşınıyordu çocuklar. Bu durumu zeka üstünlüğü sayıp böbürlenen ve çocuklarının bu halinden gurur duyan ailelere hatta eğitimcilere bile rastlanıyordu.
Bu nedenle ortalık çocuklarının hatalı yanlış ve tehlikeli davranışlarını suskunluk ve övünçle izleyen anne-babalar ve televizyon kanallarını doldurup taşıran konunun uzmanlarıyla kaynıyordu.
Ve bunun adı da: Konuşan. Hakkını arayan. Bilinçli, aydın, atılımcı, özgür ve özgüvenli bir gençlik yetişiyor! oluyordu. Henüz emekleme döneminde uzun koşu hazırlığı yaptırılıyordu çocuklara. Birçok şeyde ve her zaman olduğu gibi.
Hayatı çeşitli tatları ve renkleriyle aşama-aşama. Dönem-dönem farkında olarak yaşayıp sindirmeleri gerekirken tez elden ve bir solukta yaşayıp tüketiyorlardı yazık ki. Sonrasında tükenme sırası nelere gelecekti kim bilir…
Oyunumuz beğenilmişti. Daha çok da veliler tarafından. Yaptığım sitem, uyarı ve hatta suçlama içeren konuşmama karşın ayakta alkışladılar.
Okulun Aile Birliği gelenlere evlerinden getirdikleri ufak tefek ikramlarda bulundular. Ne ben ne arkadaşlarım ikramın yapıldığı salonun kapısından bile geçmedik. Hiç kimse de ilgilenmedi bizimle zaten. Sonrasında bir kaynaşma oldu ortalıkta. Anlaşıldı ki dernekten bazı arkadaşların çantaları ve de içindeki para cüzdanları yerlerinde yoktu! Ayrıca salonun iskemleleri ve sahne perdesi de acımasızca zarar görmüştü o kısacık sürede. Hiç şaşırmadım. İyi tanıyordum toplumun hemen her kesimini çünkü. Vermenin ne olduğunu bilmiyorlardı. Almanın. İstemenin dışında. Emeğin. İnsan Onurunun nasıl bir şey olduğundan haberleri yoktu. İçleri hiçbir şey için sızlamıyordu. Utanmıyorlardı yaptıkları kötülükler için.
Oyunda aksesuar olarak kullandığımız okul çantasını o gün evden telaşla çıkarken yanıma almadığımı fark ettim. Ve koskoca okulda tek bir öğrencinin çantasını oyunda kullanmamıza izin vermediğini de o gün gördüm tüylerim diken diken olarak. Ve hepimizin yalnızca gönül zenginliğine sahip olduğumuz genç oyuncuların yiyecek ve yol masraflarımızı ben karşıladım yine. Evimin acil gereksinimlerini hiçe sayarak. Ne Belediye ne Dernek bir araç tahsisinde bulunmayı bile düşünmemişlerdi. Bu da onurlu, özverili, yurdunu-yurttaşını seven. Maddi zorluklar içindeyken bile zengin insan duruşunu yitirmeyenlere ödetilen bir bedeldi bu ülkede.
Yeşil Kart sahiplerinin çoğunun lüks arabalara sahip olduklarını bu kartları haksız yere kullandıklarını bizzat devlet yetkililerin ağzından duymuyor muyduk. Ortalık hızla yayılan bu tehlikeli virüslerle kaynıyordu fokur fokur.
Yıllardır değişmeyen kılıf hazırdı nasıl olsa: Toplumumuz eğitimsiz efendim. Eğitimsiz!
Çok ayıp! Bu sözler hem Türk milletine büyük hakaret olmuyor mu! Böylesine muhteşem ve derin geçmişi olan. Bu denli soylu-soplu yüce bir ulusun bir toplumun eğitimsizliğinden nasıl söz edebilirsiniz!
Peki eğitimli olmak nasıl bir şeydi acaba?
Kimlere eğitimli denir?
Bunun okulu var mıdır?
Nasıl eğitimli olunabilir?
Herkes eğitimli olabilir mi?
Öncelikle bunları bilmek öğrenmek anlamak gerekmez miydi.
Başladım ben de sorup soruşturmaya yine.
Başbakanın bir okulda çocuklara söylediği bir cümlesi geldi aklıma birden.
Ne diyordu:
“Oku! Düşün! Uygula!”
Ardından başka bir cümle takılıyor gözüme.
Okuyorum:
“Kleptomani bir Çalma hastalığıdır. Tedavi edilmezse onunla birlikte yaşamak zorunda kalırsınız!”
Düşünüyorum. Evah! Ödüm kopuyor!
Böyle bir hastalığım olsaydı tedavi olamazdım inanın. Nerede öyle psikologlara-psikiyatrlara gidebilecek parasal durum bende. Hele ki hastasızlıktan neredeyse kapıları örümcek bağlamışken, toplumun hızla akıl ve ruh sağlığı yitimine uğramasıyla birlikte hasta akınına uğrarken ben randevu bile alamazdım öyle kolaylıkla.
Devlet Hastanesi desem...Oralar da bir başka alem…
Hadi mecburen gittim diyelim.
Derdimi anlatıp derman diledim.
O da ne! Ortalıkta bir koşuşturmaca bir telaş sormayın gitsin. Başhekiminden hizmetlisine kadar çevremi sarmışlar. Asansörün kapısı açılıyor ayakları tekerlekli üzeri pembe saten örtülü masayı iki kişi heyecanla getiriyor önüme. Üstünde pembe renkli meyveli kocaman bir pasta! Bir yığın eli mikrofonlu insan birbirleriyle yarıştalar bana sordukları soruların çeşidiyle.
-Bu güne kadar nerelerdeydiniz?
-Bu talanın, şu vurgunun sorumlusu da siz misiniz?
-Kırmızı bültenle aranırken nasıl böyle baş tacı edildiniz?
-Ayağınızda yarım pabuçla dolanır dururken ülkenin sayılı zenginleri arasına nasıl girebildiniz böyle aniden?
-İyi ki varsınız!
-En büyük sizsiniz!
Alkış kıyamet! Pastayı kesiyorum ağzım kulaklarımda.
Olur mu olur! Burası Türkiye! Hem de bal gibi olur.
Hayalle gerçek iç içe.
Uygulayıp duracağım ömür boyu bu alışkanlığı ben.
Tabii benden ne gördüyse aynısını kızım. Ardından onun çocukları. Doğal olarak.
Gelelim bir başka cümleye:
Yalandan kim ölmüş ki!..
Doğru. Yalandan ölenine rastlayanınız oldu mu bilmem.
Ama doğru sözden ölenine!..
O zaman UYGULA GİTSİN!
Döneklik suç değildir.
Doğrunun da doğrusu bir söz.
Gönül benim değil m?. Dün verdiğim sözden bugün dönebilirim.
İnançlarımdan da vazgeçebilirim. O dündü. Bu gün başka bir gün.
Kime ne! Diyemez miyim?
O zaman UYGULA GİTSİN!
Ve herkes kendine göre yorumladı bu eğitimli olmanın şeklini.
Bilgili, bilhassa entelektüel, aydın, görgülü, gezgin, zengin, popüler, tanınmış, belinde silah-başında külah-geçmişinde günah olmak gibi özellikler ön sıralardaydı.
Bu vasıflardan bazılarına sahipmiş gibi görünen bazı şahsiyetler! çıktı karşıma maskesiz yüzleriyle.
Amanın! On parmaklarında on kara!
Bir ülkenin koskoca Milli Eğitim ve Kültür Bakanı mecliste ve bulunduğu hemen her ortamda horul horul uyuyorsa. Ve aniden uyanmanın etkisiyle olsa gerek insanı hayretten hayrete düşüren konuşmalar yapıyor ve üstelik yurttaşların haklı itirazlarına karşılık onları neredeyse dövecek kadar pervasız olabiliyorsa eğer...
Vay benim bu eğitimsiz başıma ve canım yurttaşıma!..
YORUMLAR
Tülin Hanım, Gerçekten sizi bu anlamlı yazınız için alkışladım.
Dediğiniz gibi her türlü kötü alışkanlıklar alkışlanır ve ödüllendirilir olmuş. Bu duruma kayıtsızlığımız mı getirdi, duyup bana neciliğmizden mi bu hallare geldik, bilmem ama geldik işte.
Çocuk terbiyeyi ve görgüyü ailede alır . okul öğretimi devam ettirir ve eğitimin çogu aileden gelir.
Yemek yemek, bir büyüğünle konuşmak, selamlaşmak, başkasının emegine saygı duymak v.b. durumlar aileden görülüp işlenir çocuk kafasına.Okulda da bu desteklenir.
Malesef ki tamamen yanlışlardayız. Aile, taşrada başka, şehirde bir başka, çocuğuna bağnazlık öğretiyor.
Noldu bizim Adab-ı- Maşeret kurallarımız, noldu bizim ananelerimize ve göreneklerimize.??
Hepsi sümen altı edildi ve bu zamanda şimarıklık ve terbiyesizlik alkışlanıyor.ÇOK çok üzülüyorummmm...:((
Ayrıca Ben sizin yaptığınız işinizde de başarılar diliyoırum. Saygımla daima Tülin Hanım.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Ben sizi boşuna sevmemişim.
Görüyorum ki pek çok duygu ve düşünce beraberliği içindeyiz. Bu da beni çok sevindiriyor. Hakkımdaki güzel sözlerinize de ayrıca içten teşekkürlerimi iletmek isterim.
Sağolun varolun.
Aile içi eğitim diye bir şey kalmamıştı. Her şeyi okuldan öğretmenden bekliyorlardı. Kendileri iki çocuğa iki tatil gününde bile tahammül edemezlerken…
O zaman aileye, aile terbiyesine ve ailenin kutsal varlığına gerek var mıydı?
Bilmediğimiz anlayamadığımız çözemediğimiz farklı bir savaşa hazırlık yaptırılıyordu çocuklara adeta. Bencil, acımasız, sorumsuz ve maddiyatçıydılar alabildiğine bir çoğu.
Yere göğe sığdıramadığımız o manevi değerlerimize ne olmuştu? O güzeller güzeli çocuk masumiyetini saflığını temizliğini kimler almıştı ellerinden bu kadar zamansız hem de? Hiperaktif denilen tuhaf bir hastalık nedeniyle doktorlara taşınıyordu çocuklar. Bu durumu zeka üstünlüğü sayıp böbürlenen ve çocuklarının bu halinden gurur duyan ailelere hatta eğitimcilere bile rastlanıyordu.
Bu nedenle ortalık çocuklarının hatalı yanlış ve tehlikeli davranışlarını suskunluk ve övünçle izleyen anne-babalar ve televizyon kanallarını doldurup taşıran konunun uzmanlarıyla kaynıyordu.
Ve bunun adı da: Konuşan. Hakkını arayan. Bilinçli, aydın, atılımcı, özgür ve özgüvenli bir gençlik yetişiyor! oluyordu. Henüz emekleme döneminde uzun koşu hazırlığı yaptırılıyordu çocuklara. Birçok şeyde ve her zaman olduğu gibi
Öyle güzel ifade etmişsiniz ki!
Anlattıklarınız çok üzücü. Bazen bu işler nasıl düzelecek diye düşünüyorum iyi bir çözüm bulamıyorum. Ortada sadece bir tabak bulgur pilavı ve etrafında oturmuş kalabalık ve aç bir aile hayal edin. Kaşığı ilk sallayan doyar, kenarda kibar kibar bekleyen aç kalır. Dökülmesi, saçılması, sofra adabı kimsenin umurunda değil. İşte bu insanların hayatına da böylesi bir hoyratlık hakim olmuş.
Uzatmak istemem sözü ama, bir anımı da anlatmadan geçemedim. Bir güneydoğu ilimizde halka açık sema gösterisi düzenlendi. Gösteri öncesi bunun kutsal bir tören olduğu ve alkışlanmayacağı konusunda uyarı yapıldı. Gösteri bitip semazenler daha sahneyi terk etmeden vatandaş postnişinin oturduğu kırmızı renkli postun üstünde fotoğraf çektirmeye koştu.
Herşeye rağmen o okuldaki bir çocuğun bile hayatına dokunabilidiyseniz buna değer. Hadi hiç biri birşey anlamadı diyelim, balık bilmezse Halik bilir. Emekleriniz boşa değil. Selamlar.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Merhaba;
Çok haklısınız. Çocukların geleceği için ne kadar kaygılansak yeridir. Bilgi beceri algılama düzeyi yüksek, fakat kendilerini toplumdan soyutlamış manevi anlamda çok yoksul bir nesille karşı karşıyayız ki bu da uyuşturucu tehlikesi kadar önemli bir tehlike…
Günde en az 20 kişiyle orada-burada bir şekilde diyalog kurmaya çalışıyorum. Ama bir çocukla göz kontağı bile kuramıyorum inanın. Yazık.
Selamlar.
efendim yazı kırsal kesim olunca benide ilgilendiriyor haliyle çünkü bende kırsal kesimden kırsal kesime geldiğim için kırsal kesimde cahil çok ama onuruyla yaşayan insanda azınsınmayacak kadar çok yokluk içinde yaşayanları hor gören kesimde hep o kırsal olmayan aydınların çok çıktığı kesimlerde oluyor eğitimli olmanın verdiği gururla üstelik eğitimli olmak demek alın teri olmadan kazanılan paralarla kolejlerde okumak demek oluyor malesef kendi yaşadığı ülkesinin örfünden adedinden uzak avrupalıdan fazla avrupalı olmak eğiitimli olmak demek böyle bir şey bence okuduğumu anladığım kadarıyla değerlendirmeye çalıştım efendim saygılarımla selamlar
TÜLİN ÖZTUNÇ
Dikkat ederseniz burada sözünü ettiğim NE zengin-yoksul, ne kolej-köy okulu ve ne de başarı-başarısızlık durumları değildir elbette. Öyle olsaydı bu güne değin canla başla koşturup dururmuydum? Benim her zaman ki yakınmam ahlak üzerine olan kısmıdır.
Bu durumu kullanıp çıkar sağlamayı amaç edinmiş olanlardır ki elbette onlar kendilerini çok iyi bilirler. İyi bir semtin göbeğinde oturup da her şeyden bihaber olanlar olduğu gibi...
Esenlikler dilerim.