- 1641 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
...?
Hep aynı şeyleri yazmak, benzeri şeyleri okumak, rutin aynı model haberleri seyredip içimde ölmekten, cidden usandığımı hissediyorum artık. Biraz sükûnet, biraz paylaşım, biraz sevgi rüzgarı istiyoruz sönmeyen bu alevin çevresinde. Toplum genelinde mevcut olan bu yılgınlık hepimizi sarıp sarmalıyor doğal olarak. Hayır, anlamadığım o ki; ne istiyoruz toplum olarak biz bu ülkeden.
Yıllardır yazıyoruz, çiziyoruz ve dönüp aynı çemberin içinde aynı türküyü yeniden söylüyoruz,tekil korolar halinde.
Türküm, doğruyum, çalışkanım.” “Türk değilim, doğru değilim, çalışmıyorum.” “ İnsanım, doğru çalışmalıyım, çalıştırmalıyım” olmalı. “Neyi peki? “insanı yaşat ki devlet yaşasın” modelini.” Sürekli aynı konuları tartışıp, aynı kulvarda çarpışmaktan kelimelerimin başı dönüyor.
Daha dün; terörü eleştiriyorken acı acı, bu gün; gündeme aniden kaldırım olayı oturuyor hiç beklemediğim bir görüntü ile. Gencecik bir işçiyi toprak yutmuş. “Toraklar yutsun seni” sözünü icad eden adama çok kızıyorum. Bu öfke içimde geçmeden daha, şehit haberleri alt yazı olarak geçiyor gözlerimin önünden. İntikam ne kötü bir eylem ki; soluksuz can yutuyor daha can bedenden kopmadan diyorum. Aklımın yuvarlanan parçalarına sığınıyorum,“yaşamalıyım yaşamalıyım.”
Belki de bunu söylemeliyiz artık. “Yaşatmalıyım!” Son ülke gündemine Suriye olayı düşmeden bir önce, sekiz şehit haberi vardı. Üzüldük, ağladık, yumrukları masalara vurduk ihtimal. Sonuç ne peki? Yine hüsran.
Suriye”nin uçak düşürme olayı bizi derhal o noktaya kilitledi çünkü. Ne çabuk unutuyoruz dünü. Sekiz şehidin yeri belli şu an. Ya bu olayda Akdeniz"de kaybolan o iki askerin akıbeti…
Cumhuriyet tarihini çok araştırdım, sayısız makale yazıp sitemizde paylaştım. Kırdığım insanlarda oldu, kırıldığım insanlarda… Şu an düşünüyorum da, biz hala aynı o noktadayız, değişen hiçbir şey yok gibi görünüyor ortada. Ve yalnızca, kırıp kırıldığımızla kalmışız ne yazık.
2011-2012”yıl itibari ile ülkemizde birçok yeni adımlar atıldı. Bunların en ilki “Kürt açılımı” oldu. Birlik beraberlik içinde olup gerçekten arzu edilerek bu yolda yürünürse şayet, bu çabalar mutlak ve muhakkak bir yanıt bulacaktır sonunda diye düşünüyorum. Bu nokta da, Kürt halkının yaklaşım ve bakış açısı ve yine sahiplenme duygusu da çok önemli tabiî ki. Yüzünü “dağa” değil devlete dönmeli.
Örneğin; TRT “kuruluşunun açmış olduğu Kürtçe kanal konusu.
Kıyametler koptu, ülke elden gitti gidiyor naraları ile yazılı ve görsel medya toplumu galeyana getirdi durdu. Oysa bir dil öğrenmek, bir medeniyet kazanmak demek değil mi? Kürt halkı ile yıllardır çarpışan bu düşünceler tümüyle “öteki” damgası vurulmuş bir kanun saçmalığından ibaret değil mi? Yoksa bu gün “PKK” dediğimiz bu illet,nereden doğmuş ve neden var! düşündük mü?
12.Eylül olaylarında iyice rayından çıkan bu “çok yanlı” anayasa kuralları, mevcut olan “hukuki sistemde” kapanmaz çukurlar açıp demokrasiyi önce yaraladı, sonra topladı ve ardından yutup aynı meydanda durdu. İdamlar, sürgünler, işkenceler ve nihayet halka enjekte edilen boyutsuz kin!
Gittiği yerin ana dilini bilmeyen bir öğretmen, yine kendi ana dilini bilmeyen bir topluma eğitim taşıdı durdu. Okulda Türkçe, evlerde Kürtçe eğitimi alan çocuklar, melez bir demokrasi ile ateşin içine atıldılar. Bu Cumhuriyet tarihinin başlaması ile uygulanmaya geçen sakat bir kanunun getirisidir. “Türkiye Cumhuriyeti ve resmi dil Türkçe!” buna mutlaka ve kesinlikle evet! Ama şartlanmış bir eğitim sistemine kesinlikle hayır. Türkçe, Kürtçe, Fransızca, İngilizce ve hatta Arapça öğretilmeli bu çocuklara. Müfredat anca başını kardırabildi, hayırlısı olsun diliyorum millete.
Sigara yasağı uygulamaya geçti. Hemen ardından “eyvah! Dinciler bizi ele geçiriyor, eğlence yerlerimiz kapanacak, özgürlüğümüz elimizden alınacak !“angaryası koptu. Yapmayın Allah aşkına, adam yokluktan yakınıp duruyor. “Açız diye ağlıyor… Biz ölüyoruz parasızlıktan” diyor. hal böyleyken cebindeki parayı ailesine ve çocuğuna harcasa fenamı? Diye gayrı ihtiyari soruyorum kendime.
Ve görüyorum ki değişen hiçbir şey yok aslında. İnsanların parası da var keyfide gayet çıtır yerinde.
“yiğidi öldür ama hakkını yeme”felsefesi çok önem arz ediyor. Bir olayı yaşamakla izlemek noktası aynı acıyı tattırıyor mu insana gerçekten. Bu koca bir yalan.
Ne toprak evlerde anne bağrından kopartılıp dağ da “hain vatandaş” gömleği giydirilen fidanların çaresizliğini anlıyoruz ve nede son model arabaları ile yağlı caddelerde kapital bayrağı dalgalandıran fidelerin o coşkun “enaniyetini” kavrayabiliyoruz toplum olarak.
Ülkemin dört yanında kuru gıda ile gün sayan “gelenekçi” bir ailenin sefaleti ile şehir merkezinde son model evlerdeki “modern” bir ailenin israfını aynı caddede yan yana getiremiyoruz. O gelenekçiler suçlu! Peki ya siz yenilikçiler… Kabul edemiyoruz gerçeği; çünkü buna yüzümüz yok hiç birimizin. “Ben doyayım, sen bak!” modeli resmileşmişti. Ondan ki yıllarca halkı sömürdünüz hep, demokrasi diye. Şimdi ise insan yiyorsunuz aradaki fark ne?.
Bu gün başbakandan gündeme dair açıklamalar bekleniyor. Ancak; daha konu ele alınmadan ve ne söylenip nasıl bir politika izlenecek bilgisi sunulmadan, malum taraflar telaşlı ve bir o kadar da kıpır kıpır öfke kabartıyorlar. Çünkü çözüm değil, çözümsüzlük peşinde koşturuyor bu insanlar.
Muhalefet ile görüşme yapıldı konuya dair. Fakat makam odalarından çıkılır çıkılmaz derhal ”bilmiyorsunuz ”naraları ile yeni bir tartışma ve taşlamaya gidildi. O bilmiyorsa eğer; buyur sen bildiğini sun! Çözüm arayışı birlik ve beraberlik içinde aranıp bir sonuca ulaşılsın. Ama hayır! “İktidarda O var!” O yüzden yalnızca; “o nasıl harcanır” ideolojisi hâkim insanlarda ve onu nasıl alt ederim planları mevcut.
Oldum olalı kendi içine gömülen Arap birliğine karşı içimde hep bir tiksinti uyandı. Özellikle; orta doğu politikasındaki o istikrarsız duruş ve elleri bağlı seyir halleri bu düşüncelerime tuz biber oldu. “Arap baharı” diye adlandılıran bu rüzgar; bir çok dikta rejimi tahtında indirmiş olsa da, bu yaranın üstü hala açık ve ne yazık ki kanamsıda durdurulabilmiş değil.
Devletler yıkılıyor bir yerden ve yeni bir devlet kuruluyor bir başka yerden. Demokrasi için ille de Avrupa birliği veya birleşmiş milletler kanunları mı-kanunlaştırılıp uygulanmalı toplumlar arasında. Bir millet kendi yasasını kendi yazmalı değil mi? Veya ille de önce kendi halkını katledip, ardından yamalı bir özgürlük satın almaya mecbur mu?
Bu gün Suriye olayında Beşşar Esed”in arkasında Rusya İsrail ve İran bulunmaktadır. Öyle ki; kardeşim dediği ve aynı dini görüşü paylaştığı bu ülke uçağını “uluslar arası” sulara gömecek kadar gaddar olan bu zihniyet dost olamaz asla. En azından ben, bu yönetimi asla kabul etmiyorum. Din ve insani görüşünü, gayri öteki bir zihniyete satan yönetim, dindaşım dahi olmasa, insani vasfını yitirmiş bir zavallıdır yalnızca.
Burada önemli olan nokta;” rejim ile halkı - samanla çöpü ayırmak” gibi ayıklamayı becerebilmek noktası olmalı.
Malum olan orta doğu politikası ve ülkemizde yıllardır dinmeyen terör kavgası birbirine paralel olan iki ideolojik görüşün sistematik bir eylemidir.
Bu dış ellerin okşadığı o coğrafya insanı yaşadığı topraklara ”benim devletim” diye sahip çıktığı vakit ora da“biz bir milletiz” bütünlüğü görülecek ve onlar asla amaçlarına ulaşamayacaklardır. Ki zaten, artık kanları son damlaya gelmiş görünüyor büyük ihtimal.
Gündem karışık. Hepimiz intikam istiyoruz haklı olarak. Fakat şunu unutmamalı; Esed bir siyasi gücün varlığıdır yalnızca. Suriye halkı ise esaretin elinde harcanan mağdur bir millet.
Atılacak tüm adımlar; uluslar arası hukuk kurallarına uygun olmalı ve “Esed rejimini devirip yerine demokratik ve insan haklarına uygun bir devlet modeli inşa edilmelidir.”Suriye halkı adına yapılmalı ve mutlak sonuca ulaşmalıdır bu konu. Yoksa bir uçak yüzünde her ülke savaşa girse, dünyada insan diye bir varlık kalmazdı.
Şer görünen bu olayın ardında Esed muhakkak ve mutlak koltuğundan atılmalıdır.
Rabbim ülke ve milletimizin ve tüm mazlum insanlığın yanında olsun.
YORUMLAR
Bu konulara artık deyinmeyeceğime dair çok söz verdim kedime.
Fakat olmuyor ne yazık. gündemi ele aldığımız bir gurup ile fikir çalışması yaparken
diğer yandan" öteki" zihniyet çarpışması akabinde çok acele yazıp ekledim yazıyı.
sanırım böyle sakinleşmek daha bir uygun..
anlam bozukluğu ve imla hataları varsa şayet şimdiden özür beyanımı düşüyorum.
saygılarımla...
Öylesine içten yazılmış ki ve öylesine bizi anlatıyorki acı gerçekleri, ülkemin , milletimin halini...başımızı kuma gömüp görmezden geldiklerimizi öylesine gözümüze sokuyor ve artık açın gözünüzü diyor. Keşke çok daha kitlelere ulaşabilse yazınız, bir gazte makalesinden sıkılıp okuyamanlar çok şeyin farkına varacak yazınızı okuyunca... Pek çok yüreğe ses olan yazınızı kutlarım....
Mehtap Yıldız
biz ırkçı,dinci veya ırk,renk olarak değil
biz insan olarak yaşamak istiyoruz yalnızca...
bu yoruma bir kaç cümle dahi düşmeyi çok isderdim ancak hemen çıkmama gerekiyor....çok saygı ve selam ile...