- 827 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Tarçın Kokusu
Çocukluğundan kalan kokulardan biriydi, her sabah o fırının önünden geçerken duyduğu koku. O kokuyu her duyduğunda ister istemez bir hüzün kaplardı içini. Bazen dayanamayıp fırına girip kokuların geldiği kurabiyelerden alır ama kendi yemezdi. Köşe başında yalnız yaşayan yaşlı kadına verirdi. Bazen de trafik ışıklarında mendil satan çocuklara paylaştırırdı. Kendi de ısırırdı bazen bir tanesinin ucundan ama bitiremezdi, kuşlara verirdi kalanını.
“Tarçın kokusu” evlerinde çok duyulan bir kokuydu. Şimdi Kaf Dağı kadar uzak olsa da evleri, o koku hiç gitmezdi aklından, burnundan. Ne güzel günlerdi. Dört çocuğun koşuşturmalarına ahşap merdivenler dayanamaz da gıcır gıcır gıcırdardı. Anne merdivenin başından rahat durmaları için bağırırdı. Babaanne gözlüğünün üzerinden bakarak “yüreğime indireceksiniz bir gün, biriniz yuvarlanıp bir tarafını kıracak” derdi. Tarçın kokan saçlarını beyaz oyalı bir tülbentin altına gizlerdi. Kar yağmış gibi iyice beyazlamıştı. Bazen “pamuk nine” derdi mahallenin çocukları. Saçlarının pamuk gibi beyaz ve yumuşak olmasından değildi mahallede çok sevilmesi. Çünkü saçları pek gözükmezdi. Ama yaptığı o mis gibi tarçınlı kurabiyeler yüzünden olabilirdi. Onun kurabiyelerini sevmeyen yoktu. Kokusu zaten ta sokağın ucundan duyulurdu. Arada bir hiç tanımadıkları kadınlarda çalardı kapılarını. Yazın soğuk limonata eşliğinde kışında sıcak tarçın çayı ya da ıhlamurla birlikte ikram edilirdi tarçınlı kurabiyeler. Hiç kimse annesi bile o kadar güzel yapamazdı bu kurabiyeden.
Çok sevdiği tarçınlı kurabiye sebep oldu güzel günlerin bitmesine, ne garip. Evlerinden eksik olmayan bu koku ailenin darmadağın olmasına sebep olmuştu. Babaanne yine iki tepsi yapmıştı kurabiyesinden. Artık eskisi kadar iyi tutturamıyordu kıvamını ama hâlâ lezzetliydi. Çocuklardan arta kalan kurabiyeler bir cam kavanozda mutfaktaki rafta saklanıyordu. Ortalarda olsa anında biterdi. Annesi habersiz gelen misafirler için bir köşede pasta, kurabiye bulunsun isterdi. Çocuklardan küçük olanlar gizlice kurabiye yemeye karar verirler. İsteseler anneleri de babaanneleri de onlara yiyebildikleri kadar kurabiye verirlerdi. Biraz büyük olan ablası onu ikna ederek sandalyeye çıkarır, zorla yetiştiği kavanozu tutmaya çalışırken dengesini kaybeder. Kavanozla birlikte ablasının üzerine düşer. Ablanın yüzü, kolu kendisinin elleri, karnı kesik içinde kalmıştı. Akan kanlardan korkan iki kardeş olanca gücüyle bağırmaya ağlamaya başlayınca anneleri koşar gelir. Onları o halde görünce ne yapacağını bilemez, dövünmeye bağırmaya başlar. İkindi namazı kılarken bu sesleri duyan babaannesi telaşla merdivenlerden inerken ayağı uzun namaz entarisine takılır ve merdivenden yuvarlanır. Babaannenin hareketsiz kaldığını gördüklerinde çığlıklar daha da yükselir. Komşular koşar seslere. Babaya haber verilir. Ambulans çağrılır. Sağlık görevlileri geldiğinde karşılaştıkları manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Kanlar içinde ağlayan iki çocuk, ordan oraya koşan bir anne ve yerde hareketsiz yatan bir nine…
Önce babaanne ambulansa alınarak hastaneye götürülür. Sonra çocuklar. Baba yaşlı annesinin başında, eşi de çocukların başında geceyi geçirirler. Çocukların bazı kesiklerine dikiş atılsa da çok öneli bir sorunları olmadığını söyleyince doktorlar anne rahat bir nefes alır. Ama “pamuk nine” içi yapılacak pek bir şey yoktur. Kalça kemiği kırılmış, kırılan iki kaburga da akciğerleri delmiş. Yaşlı olduğu için ameliyat etmekte tereddüt eden doktorlar ertesi gün öğleye doğru acı haberi verirler.
Bu durumu eve geldiklerinde söylerler iki küçük yaramaza. Hayatlarının en küçük yaramazlıkları nelere sebep olduğunu duyunca çok üzüldüler. Bir de ağabeyleri göz yaşları içinde onları suçlayınca dünyaları yıkılır. Günlerce odalarından çıkmadılar, zaman zaman yemeklerini bile odalarında yediler. Evde huzur kalmamıştı. Babaları içine kapandı kimseyle konuşmaz oldu. İçinden iki yaramazı ve eşini suçlasa da dışından hiçbir şey söylemedi. Ama onlarla göz göze gelmekten kaçtı hep.
Yaz bitip okullar açılınca ağabeyleri yatılı okula gitmek istediler. Sınavları kazandıkları için kimse itiraz da etmedi. Ablası da okula başlayınca evde yalnız kaldığı günler ona cehennem azabı gibi gelmeye başlamıştı. Babaannesini, tarçın kokularını, masalları ne çok özlemişti. Evin içindeki suskunluk her geçen gün büyüyordu. Babaanneden geriye kalan boşluk da her biraz daha büyüyüp herkesi yutuyordu adeta.
Evde bir daha tarçınlı kurabiye pişmediği gibi “tarçın” adı bile anılmadı. Sanki yasak konmuştu. Rüyalarında görürdü çoğu zaman “pamuk nine”yi. Elinde bir tabak içinde tarçın kokulu kurabiyeler. Tam elini uzatıp alacağı an uyanması çok can sıkıcıydı. Ağlardı çoğu zaman uyanınca.
Yıllar geçti aradan. Tarçın kokusu ve tarçınlı kurabiye yasağını bozan kimse olmadı ailede. Kendi de bir anne olunca aklına gelmeye başladı yasaklar. Ama cesaret edemedi bir süre tarçınlı kurabiye yapmaya, ta ki bu mahalleye taşınıncaya kadar. İşe gitmek için her sabah fırından kurabiyeler çıkarken buradan geçerdi. Duyduğu tarçın kokusu içini acıttı bir süre. Sonra almaya başladı kurabiyelerden ama yiyemedi.
Tarçın kokusu babaannesiydi, tarçın kokusu çocukluğuydu, tarçın kokusu annesinin ölümüne dayanamayıp hasta olan babasıydı. Artık merdivenlerinde, salonunda koşamadığı ahşap evleriydi. Tarçın kokusu unutamadığı geçmişiydi…
YORUMLAR
şimdi o kokulardan eser kalmadı ,keşkem yeniden çocukluğuma dönsemde dedemden kalma o köhne ahşap evde güzüne sobada fırında patetes yapsamda yesem ah keşkem ,bu güzel çocuksu yılları bize tekrar yaşatığınız için nice kurabiyeli kokular dilerim o eski günlerdeki gibi sevgilerime....
Hüseyin TOPHAN tarafından 7/16/2012 11:26:36 PM zamanında düzenlenmiştir.