- 1104 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
itiraf nağme
Enteresanlığın bir algı oyunu olduğunu düşünüyorum. İlginç olmak veya olmamak anlayışla ilgili.Farklı olmak illaki dışlanmak ile neticeleniyor ise sorunu benzerlerde aramak gerekir.
Ve bu bir itiraf nağme dir.
Çok iyi yüzme biliyorum ama, boyumun yettiği yere kadar. Yetenek ile cesaretin bir birini sevmesine birbirlerine kenetlenmelerine asla izin vermedim. Ölmekten korkmak değildi bu, bu cesaretimi güçlendirmek manasına gelirdi ki, buna henüz sonuçları bakımından, ne ben hazırdım ne de bu dünyanın hazır olduğunu düşünmekteyim.
Büyüklerin arasında küçük kalmaktansa, nispeten küçüklerin arasında büyük kalmayı tercih ettim. Bu yok olmamak için kendime uygun bir mecra bulmak manasına geliyor. Çünkü yok olmak, hali hazırda yokken korkutucu olsa gerek.
Belirli bir konuda ihtisas sahibi olmak düşüncesi bile zul geldi bana. Kendimi hiçbir sokağın numarası önceden belirlenmiş her hangi bir evine kilitlemedim. Sadece bir burcun özellikleri ile yetinemedi karakterim. Ya da belli asırların bileşeni olmak, manasız bir sürekliliğin, manasız bir sürükleneni olmak duygusu yaşatıyor ki bana, intihara eğilimim bundandır.
Somut düzensizliklerin üstüne gidilerek, soyut düzensizliklerin ise onlardan uzaklaşılarak, düzenli bir şekle sokulacağına inandım. Zikrim hep bu yönde oldu. Fikrim her zaman olduğu gibi alacalı.
Her tanıdığım insanda kendimi aradım, bulduklarım karşısında ise hep kendimden biraz daha uzaklaştığımı gördüm. Belli bir standart içine sokmak gerekliliği haiz olunca, ki bu toplumun bireylere dayattığı ve yaşla ilişkilendirdikleri bir anti sentez idi, farkındaydım, ama farkındalık yaratmak için kanıksanma ihtiyacı hasıl geldiğini, duygusal benliğimin çerçevesinden yaka paça atmak suretiyle, mantık köşemin en baba yerine oturtmaktı gereken, yaptım.
Kangren olmaktansa uzvum, çöpe atılmaksa kaderi, diyet niyetine aldım koydum önlerine.
Sırada kendimi sığdırabileceğim bir kap bulmak vardı, bu sayede çevremi daha özenle takip etme imkanı buldum. Gezdim gördüm anlam veremediklerimi okudum en çok dinledim. Çıkarım yapmak ile çıkarma yapmak arasındaki fark kadar delil topladım, gerçeği yalandan ayırt etmek adına. Suçsuzluğu cezalandırmak ben katından başlayıp ta ki Allah katına varıncaya kadar, ki o iki nokta arasındaki tüm kulların hakkını yemekti bana göre. Bu da cehennemin var olduğunun kanıtıydı. Henüz ölmeden vicdani kabuslar görerek uyumaya çalışmak, ateşe alışmaktan zordu bana göre.
Kubbe biçiminde bir kap buldum önceleri, koydum kendimi, kendimden içeri. Her dalgalandığımda azaldığımı hissettim, azaldıkça dalgalandım. Okyanus olsam dayanamazdım. Kapattım kubbenin açık bölümünü. Uzun bir zaman çoğalamadım. Sahibi olacağım hiçbir sahipsiz yoktu artık. Sahibi olamayacağım her şey sahipsiz kalmıştı. Denenmişler, şekillendirilmişler, dayatılmışlar, kabul görmüşler ve ya görmemişler benden değildi. Her bulduğum kaptan sızıyordum bir şekilde kuruyordum, çekiliyordu ruhum. Kap aramayı bıraktım.
İçtiğim sigaranın filtresiz olması insanlık namına, kirli bir filtreden yansıyıp düşüyordu insanlığıma. Dumanın da boğduğum, pervasızlığımdı, bütün yalancı yanım bu. Aldatan, küfreden, kötü örnek olan, sadakatsizliği ile bir mutluluk asrının önüne sis gibi çöken.
Ben günahsız değilim. İnce düşüncelerimin esaretinde yanlışlarımı dizginleyip, onları bodrum katına saklamayı kendime hak eyledim. Seviyenin düşüşüyle beraber daha derinlere girmek, belki bir gün kaybetmek, önce hayali ile, sonra dileği ile.
Yeniden doğmak için ölmek gerekmezdi, bunu öğrendim. Arta kalmış birkaç damlanın filizlenmek adına büyük bir nimet olduğunu fark ettim. İyi bir bahçıvanın sadece topraktan yarattığı, kelimelerin anlamlaştıramayıp sadece, secde ettikleri varlık alemini görünce. Her hangi bir insanın, toprak su güneş dağ tepe ırmak vs. gibi bir ummanın içinde avucunu açıp özünü serbest bırakacağı hüsnü kabulüne erdim.
Denge mevzu bahis ise ben bu mevzu ve bahis için gerektiğinde sağ kefeye gerektiğinde sol kefeye koşuşturup durdum. İki ölçekli bir harita vardı önümde, bu haritaya rehberim dedim önce öptüm sonra anlıma koydum.
Birincisi, tüm insanlık alemi için var edilmişti. Objektif ve ya sübjektif bakış açılarının üzerine düşmesiyle beraber bu karanlığı tekrar simyacı gözlere yansıttığı bu haritada, tüm şehirlerin ismi aynıydı. Tüm ırmaklar aynı yere dökülür iki avuç arası tüm bilinenler en ince detayların daha ince detaylarla ilmik ilmik birbiri içerisine girmesiyle beraber bilinmez ama, kabul görünür aslında görünmez ama bilinir bir sanat eserine dönüşmüştü.
Denize yukardan bakan ay ın bir gece yarısı dalgalarla alıp o ışığı getirmesi ayaklarının ucuna, ay a ulaşmak için hangi yönden başlayacağını göstermekteydi Adem oğluna. Bir adım ötesiydi asıl olan. İnanmak için denizde boğulmak mı gerekirdi? Belki bu korku benim, ‘yüzme biliyorum ama boyumun yettiği yere kadar’ sözünü, insan oluşumdan söylediğimi kanıtlamakta. Korkularımın beni nasıl bir çember içinde sıkıştırdığının kanıtıydı. Bir de ötesi vardı, yetinemeyişimi adlandırmak olurdu ki, hiç sanmasam da, cadı hasbihaliyle yanmak için yeterli yankıyı oluşturuyordu bu fısıltı kulaklarımın içinde. Ne haddime demek gibi bir şey bu, istisnai ve kişinin acizliğini cesaretinden sanmasıyla ilgili. Ya da sınamasıyla ilgili bildiklerine mi, inandıklarına mı, inandırılana mı? Kendi içimde doğruluğuna inandığım ve bu doğrultuda yönlendirdiğim düşüncelerle haksız kazanç sağlamak ne kadar adil kılabilir ki beni. Karşı koymak dürtüsü, bu bir yetenek ise amennah ya değilse başka birinin hassasiyetinden faydalanmak, onun hiç girmediği o suç mahalline girip bulduğum şeyi şans olarak görüp boynuma asmak ne kadar bana bahşedilmişti. Hiç girmedim.
Olanı olmadığı gibi gösterme çabası, olmayanı oldurmaya çalışma hırsı arasında çelişkiye düşmüş yorgun bedenlerin yorgun ruhlarına empoze etmek, akla gelmeyecekleri, hayali şeytan düşlerine batırıp koymak masa üzerilerine ve açlığa alıştırılmış bu kişilere ye demek kolay bir yöntem ola gelmişti. Bir de anlamamak ya da anlamak ortasında salak numarası yapanlar.
Bilim, bilinmeyenin kapısını aralamak anlamına geliyorsa, bilinmeyene inkar değil şükran duyulmalı. 35 yaşın yolun yarısı ettiği bir ömürde, hangi hakka hürmet ile hangi akla hürmet edileceği konusuna daha şüphesiz yaklaşılmalı. İnancı mutlak egemen kılmak maddeden soyutlamak gerekir. Geçmişin 10.000 yıllık ilgisi ile, verisi ile tapınmak ya da tapınmamak geleceğin 1 saniyesine nasıl denk düşecek? Sorusuna cevabımız yoksa, daha temkinli davranmalı. Her an önümüze ayı çıkabilir ya da bir geyik ya da bir çocuk, tabelalara güvenmek bazen yetmeye bilir. Güvenmediklerimizle karşılaştığımızda.
Birde tabelaları kurşunlayanlar.
İhtimallerin denizinde bir damla kadar yer kaplamamız nedeniyle, içimizde öz olamayan yani üvey bir güven yaratmışızdır. Tercih sebebidir bu, çok olmanın iliklerlimize dna larımıza kattığı ve o an gelene dek gördüğümüz halisülasyon halidir ki, Mantıken baktığımızda yargılaması insanların kendilerini, yarattıkları o balonu gökte seyrederken delmeye denk gelir. Kimse kimseden beklemez, çünkü beklenmeyen hiçbir şey gelemez. Mesela hiçbir kimse savaşta ölmemiştir. Ve ya katledilenler arsında olmamıştır. En güzel hali ile milli piyangoda büyük ikramiye o balondakilerden hiç birine vurmamıştır. İyi yada kötü yönleriyle ele almak gerekirse memnuniyet hali, vazgeçilmez üstüne konuşulmaz uğruna savaşılmaz isyan veya inkar edilemez bir haldir. Gidişatından memnun olmayan biri sallarsa o balonu, ilk o aşağıya atılacaktır. Barış halindeki en güçlü o dur. Bir de afet hali vardır ki. atılmaya ilk zayıflardan başlanır. Birde azalanın yanında olmaktan yorulanlar vardır.
Yaftalar anlaşılmak adına, anlımıza yazılanlardan daha belirleyicilerdir. Domates ile armut un renklerinden konuşmaz hiç kimse farklı tat almaktan şikayet etmez. Kader, şikayet sebebi olmayacak rahatsızlıkların ulaşmasıdır Tanrıya. Küfretmenin duyumsanmamsıdır, içselleştirlmesidir, legal hale getirilmesidir. Ve bozgun aracı olarak kullanılır amacı köleleştirmek olan zihniyetlerce. Araç, amaç birlikteliğinden doğan para olur en basit tabiri ile, bir de karbon kâğıdının üstünde çizileni görsek. Görmeden şık bir perde iner gözlerimize. Kornişlerden biri kırılır yere düşer. Ha bir eksik ha bir fazla, der güneşi örteriz ellerimizle.
Birde denge için merdiveni tutanlar.
Uçların hegemonyasına sarılmak evet gençlik iksiri olabilirdi. Şekillenme adına gençliğin derinliklerinden feyz almak içgüdüsel olarak bizi hayvanlardan ayırabilirdi. Evet farklı olmak saygı görür bir nitelik kazanmak için bir nimetti. Ama, ama ların heyulasında farklı iki ucun ortasında kendimize bir renk seçmek yerine. Ya siyaha ya beyaza sarılmak hep birlikte sürüklenmemizin en büyük nedeni oldu en ufak bir heyelanda. Bu, derin bir orman içindeki tüm ağaçların kökleriyle dallarıyla birbirine tutunması ile oluşan bir yaşam alanı ile, ortasından çöl geçen iki ayrı yakada sıralanmış ağaçların fırtınaya gerek kalmaksızın her rüzgarda bile eğilmekten bükülmekten kurtulamayacağı anlamına gelir.
Bir de ortada kalıp kurumuş yanmışlık var.
Bu yüzdendir ki, sağ kefe ile sol kefe arasında koşmaktan, yorulmaktan fakat şu an itibari ile hala bu yaşam denilen sandalı deniz üzerinde tutmaktan gayrı bir arpa boyu bile ilerleyemedim.
Birincisi olarak adlandırdığım, başka bir değişle toplumsal alış verişe dayalı bir sistemin içerisinde tüm alem gibi küçülmekse olay küçülmek dedim, büyümekse büyümek belli bir zaman duraklamasa duraklamak, doğa gibi kendi koymadığı kanunlara kendi koymuş gibi uymayı zaruret olarak benimsedim. Bir gün her şey aslına dönecek umuduyla.
İkinci harita, kendim bizzat şekillendirmekteyim. Özellikle birinci harita (varlık haritası) üzerinde yaşarken onda yitirdiklerimi (benliğimin aziz parçalarını) topladığım ve, kendime has dağlar göller yaşam alanları oluşturduğum bir harita.
Denge ikinci planda bu haritada, beni var eden her şey ilk planda olmakla beraber, daha karışık daha çözümlemesi zor ve daha yaşanılmaya değer.
Ben bu tarafta; korkulardan sıyrılmış, umut için yaşamayan umutla beslenen ve aşk sözcüğünü kimyevi analitik olasılıksal boyutlardan arındırmış hatta, iki boyut arasındaki köprüyü sırf bu kelime için yapmış, ilk ve son yolcusu geçtikten sonra yıkmış bulunmaktayım. Tek kullandığım rakam var, bir.
Alabildiğine yaşamak, konu ne olursa olsun özgürlük manasına gelir bende. Her gece katil olmak benim hürriyetimde. Her gece yalnızlığım beni öldürebilir ‘özgür makdül’ olmak yaşanılmaya değer bir hadisedir.
Onur kelime manası ile, içten yükselen ve gökyüzünü kaplayan sonra damla damla akan, her kum tanesine, her defne yaprağına, her göz yaşının akacağı yeri belirlemek için ondan önce kirpiklerden yanağa süzülen bir damla, değildir diğer tarafta kelime manasıyla. Bu tarafta böyle.
Bu tarafta adalet adildir. Tek kişilik gösterinin cellat ı olmak ile idam sehpasına çıkan kişi olmak arasında ki en derin fark, eşitliktir.
Bu tarafta sevgi samimidir, karşılığı beklenmez, en naif ön yargı bile beklemez, bir parçacık gülümsemeyi. Hüznün en çirkin halini öpesin gelir.
Bu tarafta mantık yoktur çünkü, her şey mantıksızdır. Sistem, rüzgar gülünden ibarettir.
Bu tarafta balık tutarsın, aç kalmamak adına, şarap içersin ayık kalsın diye dünya.
Bu tarafta özlem ekersin bahçene, o nu biçersin her sabah
Bu tarafta çocuk büyütürsün mesela…
YORUMLAR
Belki bu taraftada ölürsün..
çok güzel kalemine ve yüreginize saglık...