- 805 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜLÇİN ( Bir Katilin İtirafı )
GÜLÇİN
(Bir Katilin İtirafları)
1
Lise son sınıfına başlayacaktım ki babamın tayini Antep’e çıktı. Haliyle benim de son sınıfı, benim için bir bilinmez olan şehirde okumam kaçınılmaz oldu. Okula başlamadan bir ay önce babam benim kaydımı Antep’e aldı ve okulların açılmasına bir hafta kala da taşındık. Arkadaşlarımdan ayrılmak çok zor oldu. Nesrin ile vedalaşırken az kalsın ağlayacaktım. Eğer lise son sınıfını İzmit’te okusaydım, Nesrine açılacak ve kendisinden ne kadar hoşlandığımı anlatacaktım. Fakat babamın despot yönünden çekiniyordum. Yoksa babama, İzmit’te kalıp son sınıfı bitirme fikrimi söyleyecektim. Ama babamdan çok çekiniyordum, söyleyemedim.
Bir toz bulutunu deşip geçercesine, bizim otobüs Antep’e girerken içimde bir daralmanın başı buyruk at gibi koşturduğunu iliklerimdeki sızıntıdan anlayabiliyordum. Antep’e ilk girişimizden kaç ay sonra bu duyguları, hisleri hatta Nesrini unutabileceğimi anlayabiliyordum ama o ilk izlenimler beni bertaraf etti. Aklım Nesrin’de kalmıştı. Onu yolda gelirken düşündükçe içimde mahmur bir sıcaklık oluşuyordu ve oturduğum koltuğa kenetleniyordum, hiç kalkmayacakmışım gibi. Adana surlarına geldiğimizde kendimi bir binanın bodrum katında kalmış gibi hissediyordum. Sanki herkes dışarıda zerre miskal adedince mutlu, bense her şeyden habersiz gibiydim, bu havasız ve tozlu bodrum çıkmazında. Nefes alırken öksüren yaşlı bir ihtiyarın öksürükleri gibi bir duyguya kapılıyordum. Daraldıkça içim, daralıp büzülüyordu. Otobüsün ışıkları kapanınca, karanlıktan faydalanıp bir kaç damla gözyaşı döktüğümü itiraf edebilirim. Öylece Adana’yı da arkada bırakmıştık. Adana’dan sonra sıra sıra başlayan dağların en uç noktasına hayran kaldım, Nesrinle orada el ele dolaştığımı hayal ettim, ama otobüs hızlı gidiyordu ve dağları da geride bırakmıştık. Benin hayalim o dağların duruğunda, Nesrinin elini tutarken kaldı. Antep’e varana kadar konuşmadan yolculuk etmiştim. Derken Antep’e vardık. Nerenin, neresi olduğu konusunda, elinde bavuluyla cadde ortasında gezen bir yabancıdan farksız değildim. Her şeye duvarlar örmüştüm o an. Anneme, babama, Antep’e ve üstüme geldiklerini hissettiğim tüm insanlara, yani topyekûn herkese kapıları kapatmıştım. Ve böyle başladı yalnızlığım Antep’te. Acıyla başlayan dostluklar ebedi olurmuş, derdi babam ama o zaman bunu düşünecek halde değildim. Ve sanırım, gerçekten de öyle oldu.
****
Okulun ilk günü sınıftan çıkmadım. Herkes sarmaş dolaşken, ben rıhtımsız bir limanda dalgalarda savrulan bir kayık gibiydim. Dalgalar arasında fark edilmeyen bir kayık gibi; kürekçisi olmayan… İlk gün sıramdan kalkmadan ve kimseyle konuşmadan kendi yerimde sabitlendim. Günü, elinde bavulu ile cadde ortasında nereye gideceğini bilmeden olduğu yere çivilenmiş o adam gibi sıramda oturarak geçirdim. Derken hafta sonu geldi ve evde sulanan bir çiçek oldum, dışarının yüzünü görmedim. Gidecek bir yer bilmiyordum, üstelik gezebileceğim bir arkadaşım bile daha yoktu. Yani anlayacağınız ilk zamanlar rotasızdım. Alışmak zor oldu. Ancak Gülçin’i görene kadar sürdü bu halimdeki tuhaflık(?).
Gülçin lise birde okuyordu. Gülçin’i gördükten sonra, teneffüslerde dışarı çıkmaya başladım. Teneffüslerde çıkıyordum derken bahçeye gitmiyordum, gider Gülçinlerin sınıfının kapısında beklerdim. Kaş gözaltından onu seyrederdim. Gülçin nereye, ben oraya giderdim. O bunun farkında mıydı? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Gülçin’i uzaktan uzağa izlerdim. İlk görüşte beni etkilemişti. Nesrini unutturacak kadar, Gülçin’de beni kendisine çeken ne vardı? Hiçbir fikrim yoktu, sadece Gülçin’i ilk görüşte beğendiğimi söyleyebilirim. Belki Nesrine benzediği için. Belki de Nesrini onda gördüğümdendir. İtiraf etmeliyim ki Nesrini kopyalayıp, Gülçin’in bedenine yapıştırdım desem, doğruları ifade etmiş olacağım.
***
Antep’e geleli iki üç ay olmuştu. İlk yazılıları vermiş ve derslere başlayalı bir hafta olmuştu.
Erhan’la aynı sırayı paylaşıyordum. Cansu da orta sıranın en sonunda oturuyordu. Yanımız olurdu. Salt, Cansu ve Erhan benimle gezerdi. Her daim benimle konuşuyorlardı. Diğerleriyle hiç muhatap olmuyorlardı. Sanki sınıftaki diğer arkadaşlar bu ikilinin düşmanıydılar. Nedendir bilmem ve hiç de sormadım, niçin sınıftaki diğer arkadaşlarla pek gezmediklerini. Oysa onlar da iyi çocuklardır. Erhan ve Cansu’yla birlikte okula gidiyor ve birlikte okuldan çıkıyorduk. Zaman aşımında artık ayrılmaz üçlü olmaya başladık. Sınıfta birlikte, biz bize gezer olduk. Biz bize oynar olduk. Diğerlerine kapıları kapatmıştık. Her şey çok güzeldi. Okulda gezerken, ben nereye gitmek istiyorsam oraya giderdik. Her şey çok güzel gidiyordu. Benim bir dediğimi iki yapmıyorlardı artık. Ben de anlamış değildim onların bu halini. Bende ne vardı ki bu kadar bana bağlanmışlardı. Onlar bana bağlanmışlarken, ben de Gülçin’e bağlanmıştım. Okulda sürekli Gülçin’in bulunduğu yerlere gidiyordum, haliyle onlar da beni takip ediyorlardı. Gel zaman git zaman derken, artık okulun birinci dönemi bitmiş ve biz karnelerimizi alacaktık. Ve karne günü, karnelerimizi öğlene doğru aldık. Karne günü yarım gün okulda kaldık, tatile girdiğimizdendi. Ve yarıyıl tatili başlamıştı. Bu yarıyıl tatili bana hiç yaramadı, zira Gülçin’i nadir gördüğümden özlem alevleri her yanımı sarmış ve artık deli gibi âşık olmuştum. Okullar yarıyıl tatiline gireli daha beş gün olmadan, benim için aylar olmuştu gibiydi. Hemen her gün bizim ikili, Erhan ve Cansu, bizim eve gelmeselerdi, belki o beş gün hiç geçmezdi, bilmiyorum. Bizim ikili her geldiklerinde yüzümdeki bertaraflığın sebebini soruyorlardı, aksatmadan. Bense her defasında yok bir şey diyerek geçiştiriyordum. Ya da güne uygun bir yalan uyduruyordum. Tabi nereye kadar, artık tatil beni daraltı, öyle ki üflemelerimden püflemelerimden geçinilmez olmuştu. Bunu herkes fark etmişti. Herkesin farkına vardığını daha sonra anladım, özellikle babam ve annemin bu içine kapanışlığımın farkına vardıklarını...
Haftanın, salt, her günü Cansu ve Erhan bizim eve gelirlerdi. Fakat o gün, perşembe günü, gelmediler. Telefon açtı, Cansulardayız sen de gel dedi, Erhan. Şaşırmadım desem yalan olur ve gerçekten şaşırdım Erhan’ın beni Cansularda beklediğini telefonda söylemesine. Hiç böyle yapmadılar şimdiye kadar. İlk kez bizim ikili beni çağırıyordu bir yere. Oysa hep onlar benim gittiğim yere gider ya da bizim eve gelirlerdi. Bu sefer gerçekten şaşırmıştım. Neyse, tamam geliyorum, deyip kapattım telefonu. Odama çıktım, üstüme düzgün bir şeyler giydikten sonra dışarı çıktım. Kapıdan tam da çıkıyordum annemin nereye gittiğimi sordu. Cansulara gidiyorum anne, dedim düşünmeksizin. Ve çıkmıştım dışarı. Cansulara doğru yürürken, her şeyin üstüme geldiği savındaydım. Daralmaktan patlayacaktım. Nedir bu daralma? Bu sıkıntı? Nefes alırken dahi zorlanıyordum, asayla yolunu döven bir ihtiyar gibi. Hava hafifti ve soğuk esiyordu. Vücudumda soğuk bir titremedir almış başını gidiyordu. Bu havanın soğukluğu değildi, adım gibi emindim. Kimi insan bunu söylemekten sakınır ama ben şimdi bunu söyleyebiliyorum; bu yalnızlığın verdiği soğuk bir titremedir… Yoldan geçen biri bana yol tarifini sorsa, ağzımı ilk açmamda ağlayacağımı söylesem mübalağa etmiş sayılmam aslında. Hatta bir ara ağlamaklı burnumu çeker gibi oldum, tabi bu esnada tüm gözlerim üstümde olduğunun kanısındaydım, Allah’tan ki soğuktan, ekser, insanların burnu akıyordu. Yaz olsaydı, ağladığımın farkına varamamaları mümkün değildi. İnsanların tuhaf bakışlarında yürüyerek Cansuların evlerinin önüne gelmiştim. Sağ taraftaki zile bastım. Çok geçmeden kapının bir tıklama sesiyle açıldığını anladım. Ve kapıyı ittim, merdivenlerden çıkmaya başladım. Dairenin kapısında Cansu’nun beklediğini gördüm. Hafiften tebessüm ediyordu bana. Çok anlamlıydı tebessümü.
***
Okullar sene sonun tatiline yaklaşırken, biz de üniversite sınavına hazırlıklarına daha çok zaman ayırmaya başlamıştık. Hatta okul yönetimi ikinci dönemin sonuna yaklaşırken herkese izin çıkardı ve son sınıf öğrencileri artık okula gelmiyordu. Sadece ders çalışırken çözemedikleri sorusu olanlar okula geliyordu. Gülçin’e âşık olduğumu kendisine söylemesem, benim için hayat zindan olur. Bu yüzden sınava hazırlanmayı bile düşünemiyorum ki kaldı ders çalışmak…
O gün Cansuların evine gittiğimde, Erhan ve Cansu bir sıkıntımın olduğu anlamışlar ve beni oyuna getirdiler, bu yüzden de eve çağırmışlardı. Aslında buna oyun denmez… Cansu beni kapıda karşılaşmıştı. İçeri girdim ve her şey normal seyrinde devam ediyordu. Cansu’nun annesi ve babası mutfakta oturdukları gözüme çarpınca, merhaba demeden geçemedim, yemek yiyorlardı ve hal hatırlarını sorup salona geçtik Cansu’yla. Erhan salonda oturuyordu ve başka kimse de yoktu. Erhan beni görünce ayağa kalktı ve hoş geldin dostum babında karşıladı. Bir tuhaflığı sezmiştim ama ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Salonda bir müddet oturduktan sonra salonun kapısında Cansu’nun babası göründü, bana dönerek hoş geldin oğlum dedi. Gayriihtiyarî olarak ayağa kalktım ve hoş bulduk Zülfikar amca, dedim. Sonra kızına döndü, kızım diğer arkadaşlarınız gelmeyecek mi, diye sorunca aklımda sorular geçmeye başladı. Ne oluyor dedim kendi kendime. Sonra arkadaş dedikleri kim ki? Hem Cansu’yla Erhan sınıfta benden başka pek kimseyle gezmiyorlardı ki. Bekleyelim bakalım, ne olacak diyerek heyecanlı gözlerle etrafı seyre dalarak beklemeye başladım. Cansu ve Erhan da bana hiçbir şey anlatmıyorlardı. Hatta anlatmak değil, bahsini bile yapmıyorlardı. Her zamanki gibi bizim eve geldiklerindeki gibi konuşuyorlardı. Arada bir bana da dönüp sorular soruyorlardı, münazara ettikleri konuda fikrimi alıyorlardı. Cansu babasına birazdan arkadaşlarının geleceğini söyledi. Söylemesinden kaç dakika geçmeden kapının zili ötmeye başladı. Cansu’nun zili duymasıyla, ha işte geldiler demesi bir oldu. Yerinden kalkarak kapı açmaya gitti. Kapıyı açınca kalabalığın uğultusu geldi.
……………….
Gülçin’in kendi tabağıyla ilgilendiğini gördüm, yavaş yavaş ve ufak lokmalarla bir sanat eseri yapar gibi börek ve pastaları incelikle yiyordu. Ve o gün ilk sorumu sormuştum Gülçin’e, pastaları ve börekleri beğendin mi? Aldığım cevap, hı hı evet, olmuştu. Ve ilk mutluluğumu yaşadım. Günlüğüme, hı hı evet, kısa ve parçalı cümlesini yazarken mutluluğumdan uçuyordum, cümleyi yazarken heyecandan yazının şekil güzelliği bir anda bozula yazılmıştı.
O günden sonra sık sık konuşmaya başladık. Okulun bahçesinde geziyorduk, kimi zaman ben Gülçinlerin sınıfına, kimi zaman da Gülçin bizim sınıfa gelirdi. Artık epeyce konuşuyor olduk ama bu hal deli gönlümü doyurmuyordu. Bir şeyler olması lazımdı. Gülçin’e karşı olan bu aşkı itiraf etmeliydim ama nasıl? Geceleri başımı yastığa koyduğumda, tamam yarın kesin söyleyeceğim, diyorum ama yarın oluyordu ve bir bakıyordum ki son ders de bitmiş eve gidiyormuşuz. Yani her gün yarın söylerim diyordum ama bunun üstüne de Gülçine açılmayı öteliyordum. Bazen bahçede otururken olsun ya da koridorda pencere kenarında yanında beklerken, kolum onun koluna değdi değecek gibi oluyordu. Gülçin’in yanındayken de Gülçin’i düşünüyordum ondan habersiz. Hani elimi kaldırsam ona çarpacak kadar yakındım, fakat onun senden habersiz olması bir yıldız kadar uzaklaştırıyordu.
Çıkmaza girmiştim. Sene sonu gelmek üzereydi ve benim Gülçin’e açılmam gerekiyordu. Yoksa hayatımı keşkelerle dolduracaktım.
Sınava pazar günü girecektik. Bugün Gülçin’e açılmam için son gün olacaktı. Yoksa sınavdan sonra bir daha görmem zor olacaktı. Evvelki gece karar almıştım, artık kesin söyleyeceğim diye. Sabah oldu ve okula heyecanla gittim. Sınıfın çoğunlu gelmişti. Alt sınıfların da yazılıları bitmiş, artık diğer cuma karnelerini alacaklardı. İki üç gündür ders işlemiyorlardı. Sadece vakit geçirmek için geliyorlardı okula. İkinci dersin saatleriydi. Gülçin’in sınıfına gittim ve onun yanına gidip, derakap sırasına oturdum. Önce merhaba dedim, sonra nasılsınla devam ettirdim. Yarım saate kadar konuştuk. Aklımda bin bir türlü planlar yapıyordum ama nafile. Sonra bir kitapta okuduğum bir pasaj aklıma geldi. Söylemek isteyip de söylemeyi ötelediğimiz şeyler üzerineydi. Şayet birine sevgiye dair bir şey diyeceksen hiç beklemeden söylemeyi söylüyordu, akabinde çünkü diyordu, her şey her an geç olabilir. Ben de derin bir nefes aldım ve içimdeki daralmayı genişletmiştim kendimce. Sonra Gülçin’e döndüm, seninle dışarı çıkalım mı, sıkılmadın mı burada? İyi yanına denk geldi galiba, evet ya sıkıldım burada, dedi. Çıktık dışarı. Bahçede bir iki tur attıktan sonra, bir anda aklıma gelmiş gibi -yalancıktan bir eda ile- bak ne diyorum, dedim, hadi Aşinaya gidelim, kafeye, ne dersin? Bilmem nedendir, o gün Gülçin’in yüzünde hoş bir mutluluk vardı. Her halde bunun etkisi olacaktı ki ‘hayır’ kelimesini kullanmıyordu. Benim şansıma… Kafeye gittik, camekânlı yere oturduk. Garson kız geldi ne arzu ettiğimizi sordu. Daha sonra siparişimizi vereceğimizi söyledik. Garson kız peki dedi ve gitti yanımızdan. Garson kızın yanımızdan gitmesiyle konuşmaya başladı Gülçin:
“Ben lavaboya kadar gidip geliyorum. Beş dakikaya dönerim.”
“Peki.” Dedim. Bunu fırsat bilerek, çantamdan günlüğümü çıkardım. Gülçin’i ilk gördüğümden bu yana her şeyimi ve Gülçin’i aklıma her gelişinde, her görüşümde oluşan duygu ve düşüncelerimi yazdığım; Nesrine olan duygumun geçici olduğunu bana gösteren günlüğümü açtım. Ve sıcağı sıcağına dünden kaldığım yerden yazmaya başladım, sanki yıllar sonra bugünü yazıyormuş gibi yazmaya başladım. Artık yazamayacağım günlüğüm, Gülçin lavabodan çıktı geliyor… Pardon Günlük…
2
Yukarda anlatılanlar Gülçin’e âşık olan gencin günlüğündendi. Ben kimim? Birazdan anlarsınız benim kim olduğumu. Ama önce şunu itiraf etmeliyim ki çok pişmanım yaptığımdan, bu korkunç vahşilikten. En başından başlayacağım, izninizle.
Sınavlarına kaç hafta kalınca öğrendim bu genci. Öğrendim ki Gülçin’e yeşilleniyormuş. Ve bu delikanlıyı öğrenmem, bir sineğin her gün beynimi bir bit yemiymiş gibi yiyordu. O günden sonra bu genci takip etmeye başladım. O gün, yani Cuma günü okulda bunların gezdiğini gördüm. Bu gencin Gülçin’e o kadar yakın oturduğunu görünce, niyetinde daha ileriye gittiğini anladım. Canıma tak etmişti bu genç. Her gün nefretle zikrediyordum. Okuldan çıktılar, caddede yürüyorlardı. Bense arkalarında onları enselerine binmiş gibi takip ediyordum. Önlerini kesip, gencin yakasına yapışacaktım ama cadde kalabalıktı. Bir fırsatını kolluyordum. Sonra Aşinaya geçtiklerini gördüm. İçimdeki ateş şiddeti tavandan vuruyordu. Kendimi zor tutuyordum. Gözüm dönmüştü. Emniyet binasının önünden geçtiğimin farkına bile varamamıştım. Onlar karşı kaldırımda yürüyorlardı. Ben emniyetin köşesinde önce bekledim. O esnada onlarda içeri girmişlerdi. Karşıya geçtim ve onların oturduklarını görebildim. Camekânın yanına da oturunca daha da öfkelendim. Şimdi bu satırları yazınca, keşke diyorum okuldan çıkmasalardı. Keşke diyorum, keşke camekânın dibindeki masaya oturmasalardı. Ama iş olduktan sonraki pişmanlık neyi değiştirecek ki? Hiç… O zaman, kendimden geçişim varlığımı yoklukla tehdit ediyordu. Çok tedirgindim.
Onlar camekânın önüne oturdular, beş dakika sonra da Gülçin yerinden kalktı ve lavaboya gitti, salt, bir erkek ile bir kadının buluşmasında, ilk iş kadının lavaboya gitmesi gibiydi. Bu da erkeğe olumlu bakan bir kadının profiliydi. Gülçin lavaboya gittikten sonra, gencin Gülçin’in çantasına eli uzatarak alıp çantaya elini sürüp sevmesini görünce tepem attı. İçeriye girip girmeme konusunda ikirciliğe düştüm. En sonunda Aşinaya nasıl daldığımı anlamadan direk gencin yanına gittim. Ulan sen misin Gülçin’e yeşillenen dedim, ceketimin iç cebinden sürekli taşıdığım bıçağımı çıkarak kaç kez sapladım gencin karnına. Gencin o esnadaki yüzü gözlerimin önünden hiç gitmiyordu, önce yüzü buruştu sonra bana tebessüm ederek en büyük acıyı verdi. Genç yere yuvarlandı. Ben bir iki dakika şoka girdim, çok pişman oldum o esnada. Ama iş işten geçmişti, sağ elim kandan kırmızıya boyanmıştı. Elimdeki bıçağı atarak olay yerinden kaçtım. Akşama polisler gelip beni evden aldılar. Götürdüler, direnmedim ben de... Pişmandım... Eve gidip odama kapandığımda ağlıyordum. Mahkemeye çıktım, çok pişman olduğumu söyledim. Yaşım küçük olması sebebiyle ve pişmanlığımı da göz önünde bulundurarak bana yirmi yıl hapis verdiler.
O olaydan şimdi yirmi yıl geçti. Ve hala pişmanım. Gülçin’i sık sık görüyorum. Ama Gülçin beni tanımıyor. Hapishanedeyken kural dışı bir olayda bulunmuyordum. Bu yüzdendir ki müdür beni seviyordu. Ve ayrıca bir iki kez zaruri izne çıktım, vaktinde hapishaneye geri döndüğüm için de emniyet müdürü de beni takdir etmişti. Şimdi bir okulda temizlik işine bakıyorum. Koridorları ve sınıfları temizliyorum. Sağ olsun hapishane müdürü, emniyet müdürüne söylemiş ve o da beni okula hademe olarak çalışmamı sağlamış. İşte Gülçin de bu okulda sınıf öğretmenliğini yapıyor. Ve her gün Gülçin’i görüyorum. Artık yüzüme bile bakmaz. O bir öğretmen, bense bir hademeydim.
İyi niyet göstergesi için de ilk bir yıl sabah okula giderken ve okuldan çıkarken emniyet müdürünün yanına gidip imzalı rapor ediyordum, günün vukuatsız geçtiğine dair.
Şimdi o gencin günlüğünü hala saklıyorum. Arada bir açıp okuyorum. Her okuyuşumda gözyaşı dökmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Pişmanım…
not: yedi yıllık birlikte olduğum kişiye evlenme teklifinin arafelerinde, bu hikaye yüzünden ayrıldık... ne çareyse(?)...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.