- 730 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KURTAR BENİ - 15
Sözleştiğimiz saatte Müge ile buluştuk. Her yer karınca gibi insanla kaynıyordu. Müge’ nin beni davet ettiği yemek salonu tıka basa doluydu. Bize ayrılan masaya geçtik. Boğaza nazır bir masa ayrılmıştı adımıza. Kaç yıl olmuştu İstanbul’a geleli ve ben ilk kez boğazda yemek yiyordum. İnsanlar arasındaki yaşayış farkının en güzel örneğiydi bana göre. Az gelirli insanların rüyalarında bile göremeyecekleri bir mekânda, çevremizdeki insanlar doğallıkla hareket ediyorlar, şen kahkahalar atıyorlardı. Sanırım hiç birinin de, kenar mahallelerde oturan insanlardan haberleri bile yoktu. Etrafımı seyrederken bu düşünceleri sokmuştum beynime. Oysa geçmişte yaşadığım sıkıntılar, ileride bu insanların konumuna getirdiğinde, sanırım onlar kadar duyarsız davranamazdım.
Müge, sürekli geliyor olmalıydı. Garsonlar ona yakınlık gösteriyorlardı. Birden huzursuz olduğumu hissettim yeniden. Tabağımıza konulan nefis yiyeceklerden ve az önce seçim yaptığım yiyeceklerin fiyatlarından etkilenmiş olmalıydım. İki farklı halk arasındaki uçurumun bu kadar dikkat çekici olması, benim düşünce yapıma ters geliyordu.
Yemeğimizi yedikten sonra bir süre daha oturduk. Denizdeki yakamozların ışıltısı sakinlememe yetmişti. Saatime baktım. Sinema saatine çok az zaman kalmıştı. Ne hikmetse, o kadar istekli olduğum halde sinemaya gitme isteğim kalmamıştı. Yine de belli etmedim. Oraya gitmek üzere yola çıktık.
Afişlerde, ilgimizi çekebilecek değişik bir film yoktu. Müge’ nin de sanırım isteği yoktu. O bana baktı, ben de ona… En sonunda ortak kararla salondan çıktık ; çay bahçesine girdik. Hafif bir müzik yayılıyordu ve sanırım benim de ona ihtiyacım vardı. Konuştukça bir sürü ortak noktalarımızın olduğunu fark ediyorduk. Sanırım arkadaşımı bulmuştum. Yine de arkadaş seçimlerimde çok seçici davranırdım. Müge için de karar vermek için henüz erken sayılırdı.
Evime döndüğümde, kuş kadar hafiflemiştim. Gözkapaklarım iyice ağırlaşmıştı. Zorlukla üzerimi değiştim ve uykunun kollarına attım kendimi.
Ertesi gün, daha zinde, daha neşeli olarak kalktım yatağımdan. Son günlerdeki beni iyileştiren gezilerin, yemeklerin eseriydi bu halim. İşe gittim ve dosyaları gözden geçirmeye başladım. İşlerden, elimi, eteğimi çekmiştim. Rehavet, hiç iyi sonuç vermezdi çoğu zaman. İyice dalmışken, telefonum ısrarla çalmaya başladı. Almacı kaldırdığımda, telefondaki ses, Melike’ in sesiydi.
Avaz avaz bağırıyordu. Donup kalmıştım. Şaşkınlığım geçtikten sonra heyecanla konuşmaya çabaladım.
- Melike Hanım, ne oldu? Başınız belada mı? Neler oluyor?
- Kurtar beni Aysu Hanım? Ne olursunuz polis çağırın. O, kapıda ve az sonra kapıyı kırabilir. Elinde kocaman bir bıçak var.
- Tamam panikleme… Hemen geliyorum. Sakin ol.
- Çabuk olun ne olur?
Telefonu kapattım ve etrafımda dönmeye başladım. Ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum. Kimseye bir şey söylemeden koşarak çıktım bürodan. Yolda polisi aradım ve durumu özetledim. Hiçbir şey umurumda değildi. Onunla müvekkil- avukat ilişkisi dışında bir yakınlığımız vardı. O anda, silahımın olmasını istedim. Taksi şoförüne hızlanmasını söylüyordum. Trafik çok sıkışıktı ve hızlanmak mümkün değildi. Yine de aralardan hızla ilerlemeye çalışıyordu. Nefesimi tutmuş, yolu takip ediyordum. Bir taraftan da polisi arıyordum. Hayatımda duyduğum en yüksek sesti ve kulaklarımın zarını patlatacak kadar şiddetliydi…
devam edecek
Nermin Kaçar