- 872 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
ÇOCUKLUK PENCEREMDEN!...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çocuksu duygularla hiçbir şeyi umursamadığım, dünyanın olası sıkıntılarına pas geçtiğim; kendimi oldukça mutlu hissettiğim zaman dilimidir çocukluğum. Yaşlılığımı belirgin bir şekilde hissettiğim son zamanlarda dalıp gidiyorum; çocuksu anılarıma. Kah gülümsüyorum, kah da hüzünleniyorum… Zaman zaman kendi çocuklarımla yaptığım sohbetlerde aramızda şöyle konuşmalar geçiyor:
- Oğlum, sen hiç at ve eşeğe bindin mi, ya da ayaklarına nal çakılırken gördün mü? ( olumsuz yanıtlayacağını biliyorum zaten.)
- Görmedim, nereden göreyim; köyde yaşamadım ki!..
- Sen hiç, taşların üzerinde sere serpe güneşlenen yılanla burun buruna geldin mi?
- Manyak mısın baba sen? Daha neler …
- Oğlum, sen leyleklerle dost oldun mu hiç?
- Baba sen iyiden iyiye bunadın ha! Öyle sorular sormak da nereden aklına geldi?
Biliyordum ki çocuklarımın hiç biri benim yaşadıklarımın zerresini bile yaşamadılar,tanık olmadılar beynimde yer eden anılara… Onlara, intenette nasıl oynanır sorsam, hemen gözleri kapalı yanıtlayacaklarını biliyordum.
Neyse… Kendi çocukluk anılarıma döneyim.
Atların ve eşeklerin ayaklarına nal çakılmasından haz duyar, çivilenip kalırdım kısa boylu, tıknaz, yaşı elliye dayanmasına rağmen oldukça güçlü yapılı; yazın kavurucu güneşli günlerde boynuna bağladığı kovboyvari görüntülü adamın dükkanının önünde…
Hayvanlar, yeni kunduralarını giyecek olmanın gizli sevinciyle; ayaklarını hiç tepki vermeden Efendilerinin(!) yardımıyla gür sesli nalbantcıya uzatırlardı.
- Korkma oğlum! Rahat ol! Birazdan yeni papuçlarınla hava atacaksın taşlı yollarda…
Hayvanlar, itaatkar bir içgüdüyle sessiz kalırlar, beklerlerdi. Ayaklarının kenarlarından çıkan çiviler, kesilip törpülenir, nallar sağlama alınırdı.
Yeni kunduraların, taşların üzerindeki çıkarmış oldukları ritmik sesler, kulaklarımda çınlanır, günlerce gitmezdi…
Akbaba!..
Sakat kalıp, hemcinsleriyle dönemeyen ve Niksar halkıyla adeta özdeşleşen leyleğin adıydı. Yaz bitmiş, sonbahar kapıyı çalmıştı. Kışın gelmesi de pek uzak sayılmazdı. Neden gitmemişti bu leylek? Hem topallıyordu da!
- Akbaba, yavrum, kızım, sultanım! Çarşı esnafının yiyecek vermek için leyleğe seslendiği kelimelerdi. Bu seslenişte acıma hissediyor; hüzünleniyordum içten içe…
Akbaba, aksayarak; orta çarşıdan Arasta’ya dek aheste adımlarla gidip gelirdi; hep aynı güzergahta.
İki yaz, iki kış mı geçti; o hep hüzünlü dolaştı Niksar’da. Yaz başlarında şehri ziyaret eden hemcinsleriyle “ lak laka lak “ yaparak saatlerce sohbet edip hasret giderdi ama bir türlü bacaların, demir direklerin üzerine uçup da gidemez, dostlarıyla buluşamazdı… Hep aşağıdan yukarıya doğru kafasını çevirmekle yetinirdi.
Birgün ansızın yitip gitti! Akbaba yoktu! Gözlerim hep onu aradı ama bir daha bulamadı. Yüreğimden kan damlayarak Akbabayı sayıkladım uykularımda!..
Yılan Kabusu!..
Bağların, bahçelerin sulanması için şehrin yüksek yerinde konuşlandırılan havuzun suyunda yıkanmak, Niksarlı her çocuğun en büyük tutkusuydu. En uzak mahalledekiler bile Derebağ mahallesinin tepesindeki havuza hücum ederlerdi. Havuza giderken de kestane bahçelerinden kestane hırsızlığı yapmak sanki normal bir şey gibi gelirdi hepimize.
Taşların üzerinde uzun uzadıya güneşe kendini verip boğazındaki kurbayı sindirmeye çalışan yılana görünmemek için canhıraş nasıl koştuğumu ve havuzun sularına kendimi attığımı sormayın vesselam…
YORUMLAR
Çocukluk anılarınla, benide yıllar öncesine götürdün. Niksarlı olupta, Arasta Çarşısından geçmeyen yoktur.Dolayısıyla topal leyleğide bilmeyen yoktur.Bu arada geçmişle bu gün arasında kurmuş olduğun köprü harika..
Tebrikler Kardeşim, hoşçakal..
Durmuş Çağlayan tarafından 7/6/2012 7:05:58 PM zamanında düzenlenmiştir.