5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
703
Okunma
Cebinden çıkardığı bez parçasını dereye daldırdı. Sonra ıslak bezi Artin’in alnına sürdü. Alın biraz olsun çamurdan temizlenince sıra gözlere geldi. Gözleri elmacık kemikleri ve şakaklar takip etti. Yanaklar için bezin tekrar suya batırılması gerekti. On dakikalık uğraştan sonra Artin’in yüzü seçilebilir hale gelmişti.
Onu sırtında taşıyamazdı. Yanında kürek de getirmemişti. Geriye dere boyundan topladığı çakılları cesedin üzerine yığmak kalıyordu. Artin’in kana bulanmış parkasını çıkardı. Parkanın başlığını büzüştürdü, fermuarını kapadı, kollarını düğümledi ve onu çakılları taşımak için heybe haline getirdi.
Yılın bu mevsimi derenin suları bol olurdu. Bu yüzden taşların çoğu yükselen su seviyesinin altındaydı. Aldırmadı, bileklerine kadar girdi suya. Dondurucuydu. Kışın ortasında çırılçıplak çıksa dışarıya bu kadar üşümezdi. Yine de eğilip taşları cekete doldurmaya devam etti.
Kaç sefer yaptığını saymadı. İki kere ceketin başlığı çözüldü; topladığı çakıllar gerisin geri dereye boşaldı. Her defasında tekrar başlığı büzdü, tekrar taşları topladı. Sonunda Artin tamamen yığının altında kaldı. O ise hazırladığı mezarın yanına çöktü, adamın yüzünü temizlerken kullandığı bezi yüzüne götürdü ve ağlamaya başladı.
“Onu da alalım mı?” diye sordu onbaşı.
“Gerek yok” dedim, “Yerimizi belli etme riskine değmez.”
Onbaşı gözünü tüfeğin dürbününden çekti.