- 1635 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SADECE MOTORCULARA -2-
Eh artık, en favorim olan Pan Europan Honda’mı , Anes motordan bugün alıyorum. 2007 model ,kurşuni metalik, sıfır bir canavar. Monte edilmesini beklerken, korumalık olabilecek .stekır larını ve arka çantayı da ,taktırıyorum .Son anda .çantaya kol dayama ve üst ışık da, ilave ediyoruz.
Haydi çocuklar, haydi bitirin artık. Birkaç gün sonra İstanbul-Marmaris-Bodrum-İzmir-Çanakkale-İstanbul gezimiz ,dört motorla başlayacak. Daha önce ,2005 Pan Europan kullanmış olduğum için ,motora yabancı değilim. Öncekinin rengi, bordo idi ama bunun, gümüş gri rengi ve aksesuarları bana ,daha cazip geldi. Montesi yapılırken, onun adını,‘Bozyürek’ koydum. Türkiye’de yaşayan, engerekten sonraki en zehirli yılan.
Nihayet üzerindeyim, Bozyürek’in .Vahşi bir kısrağa binercesine ,çıkar çıkmaz Anes motordan, ustaları dinlemeyip, Çorlu’ya doğru, 210 kilometreye uzuyorum.130 beygirlik canavara, yol vız geliyor. Biraz arka çantada sallama var ama umurumda değil ,tek düşüncem Marmaris’e, Bodrum’a, Çanakkale’ye ve İstanbul’a dönmek.
Dört motor ,yola çıkıyoruz .İki BMW 1200 GS ve birde 650 DAKAR var grupta .Hepimiz ayrıca, çadır da aldık yanımıza. Ne olur, ne olmaz. İkisi karılarıyla, biri de, kız kardeşiyle geliyor .Buluşma yerimiz FSM Köprüsünün Anadolu çıkışı.
En erken ben, çıkış noktasındayım. Elimde üstüpü, zaten gıcır gıcır olan motorumu ,tekrar tekrar siliyorum. Yeni motor, gerçekten büyük zevk. Bir önce ki, motorum ,VFR 800 Honda da, çok temiz bir motordu ama dizlerim ağrıdığı için, uzun yolda yoruyordu beni .Onu satarak, bu 16. Motorum olan ,Bozyürek Pan’ı almıştım.
Hayırlı olsun, güzelmiş ve kaçıncı motorun ,faslından sonra, teker döndürüyoruz. Önde, ben gidiyorum, kendimi Dakar 650ye ayarlayarak. Darıca İskelesinde, bekleme yapmayarak ,öne geçip, arabalı vapurun en önüne, yan yana yerleşiyoruz. Üst katta, yeni tanıştığım hanımlarla sohbet ediyorum. O kadar ,neşe içindeyiz ki, bilmem kaç kez gördüğüm yerlere, yeniden gidiyorum. Bu sefer, bir de Datça yolunda festival var. İki gün için ,orada takılacağız. Motor festivalleri gerçekten çok ilginç oluyor.
Benim tek gelmem, pek iyi olmadı. Dur bakalım ,Marmaris’de daha önce gezmeye gelebilirim diyen ,Pelin var. Ama bu sefer de, onun numarasını bulamıyorum. İlk durağımız İnegöl. Mehmet’in Yeri’nde acayip lezzetli, karışık köfteleri mideye indiriyoruz. Bu güzel ,bahçe içindeki yerde, bir de hamaklar var ki, uyumamak imkânsız. Zaten hanımların ilk işi, yatmak oluyor. Ben de, biraz kestiriyorum.
Uyandığımda ,kendimi toplamış, yüzümü yıkamış ve virajlı yollarda yatmaya hazırım. Tek olmak, sürüş açısından, daha serbest hareket imkânı veriyor Öğle bir güzel gidiyoruz ki, Varan tesislerindeki sucuk keyfi, yeniden acıkan midelerimizi bayram ettiriyor. Denizli-Afyon kavşağındayız. Kısa bir mola ile Denizli Pamukkale Koru Motel’e ,atıyoruz kendimizi. Motel yerine ,yemeği civardaki, kuzu tandırcılara giderek yiyor, bir parça da, yerel şarap içiyoruz. O gece ,yorgun ama mutlu bir şekilde ve tek başıma uyuyorum.
O sabah ,güzel bir Motel kahvaltısı ardından ,Denizli turu yapıyoruz. Burası benim ,hem doğduğum, hem görev yaptığım ,hem de aşık olduğum kadının yaşadığı yer .Bütün kısa boylu, minyon kumrallara, o mu diye bakmaktan boynum ağrıyor. Çok güzel olmuş Denizli ,pırıl pırıl ve yaşanacak bir yer.
Denizli’den ,süratle çıkıp Kale yolu ile Muğla’ya teker döndürüyoruz. Bu yolda, motor için çok güzel, virajın ve manzaranın bol olduğu, çay içilen yerlerin, köy kahvelerinin ,en ucuz ve en çok olduğu bir yol. Hele ,o şiveleri var ya ,insanı hem güldürüyor ,hem de çok mutlu ediyor. Yurdumun ,öz insanları bunlar. ‘Hadi gayri, abem, len, gıı, beni bak ,aham beni ması yap.
Muğla’da ‘Dondurmam Gaymak’ filminin çevrildiği yerde, dondurma yiyip, birde Muğla köftesi götürerek, yola çıktımızda ,öğle sonrası olmuştu saatler. Bu gece ,Marmaris Hisarönü ‘ndeki ,benim Apart Otel ciğimde kalacağız.
Gelişimizden haberli olan otele bakan aile, etleri almış ızgarayı yakmış, rakıları dondurmuş ,havuz başına mükellef bir sofra kurmuş bile. Ne muhteşem bir gidiş, Değirmenyanı Apaçhe Apart’a. Montu çıkartan ,havuza atlıyor. Onları ,‘Yahu etler oldu, rakılar ısındı ,şaraplar ekşidi ‘ diyerek ,botlarıyla, elbiseleri ile girdikleri havuzdan zor çıkartıyorum.
O gece, çok güzel geçiyor. Bir kaç güzel kız, masamıza hizmet ediyorlar ,köyden arkadaşlarım geliyorlar. İçki ve et bol, fıkralar, şarkılar, peş peşe patlıyor ,çok gülüyoruz. Gece ,tek yatmak, biraz canımı sıkıyor .Pelin ,Ankara’ya gitmiş, ondan da havamı alıyorum.
Ertesi gün, Apart’ın biraz ilerisinden geçen motor gruplarının gürültüsü ile uyanıp, kahvaltımızı yapıyoruz. O köy yumurtasını, tereyağının ve yeni sağılmış sıcak sütün tadı ,hiçbir yerde bulunmaz. O kadar içmeye, yine çivi gibiyiz. Çünkü burada oksijen ,%21 değil %23 oranında. İnsan ,sürekli dinç ve aç oluyor.
Datça yoluna vuruyoruz kendimizi. Aktur yakınındaki Motosiklet Festivali bölgesini, oklarla ve işaretlerle belirtmişler. Erken gidenlerden oluyor ve iyi bir çadır yeri kaparak, yan yana dört çadır kuruyoruz. Henüz tuvaletler temiz ama akşama doğru sorunlar başlıyor. Letonya’da , Ukrayna’da, Almanya’da tertemiz ve sürekli sorumluları var da ,bizde neden bu düzen tutmaz ,anlamış değilim. O sene ,42 yıllık motorcuyum. Epey eski dosta rastlıyorum.
Sohbetlerin yarısı motorlarla, kalanı ise müzik, macera ve kadınlarla ilgili. Benim Bozyürek, epey ilgi görüyor. Tabi bir de , ’’ Sen hani Road ‘cıydın ? Hani Drag yarışçısıydın? İhtiyarlamışsın, motora binişinden belli’’
‘’Ulan ibneler, açılın lan şu yoldan. S..erim sizin tafranızı, alayınızı. Motor karılar gibi ,güleceğinize , siz de yaşlı motorcu olun da görelim.’’
Bozyürek ile gazlayıp, koca motoru, olduğu yerde fırıldak gibi çeviriyorum. Sonra ,tek tekere kalkıp ,onların alkışları arasında, üzerlerine sürdüğüm motoru ,ön fren ile kıçını dikerek durduruyorum. Yepyeni motoru, zorladığım için üzgünüm. Teker kaldırmama sözünü , Kıbrıs’ta ,motoru ters çevirdiğim den beri tutuyordum. Ama bu eski dost olacak ,ibnelere ve manitalarına , henüz ölmediğimi başka türlü anlatamazdım.
O gece , Yunanistan ‘dan gelen,yirmi motorluk , güzel bir grupla tanıştık. İçlerinden biri, iyi Türkçe konuşuyordu. Ertesi gün, Karaincir’e gidip, denize girmek için yola çıktığımızda , iki kızın kullandığı bir 650 GS ve CBF 600 olduğunu gördüm. Çok hoşuma gitti. Arkalarında birer kız daha vardı. İyi cesaret doğrusu, helal olsun.
Ova Bükü’nde deniz ,yaz günü ,nasıl soğuktu nasıl. Üşüyüp çıktım sudan. Kıyıda, salaş bir masaya kurulup , biramı yudumlarken, Yunanlılar yanıma geldiler. Festival de ,kalmak istemediklerini, Bodrum’ a geçeceklerini söylediler. Biz de ,oraya gidecektik. Kendilerine katılmamızı , istediler. Kabul ettim.
O gece, Datça’da, sahilde balık yiyerek,güzel bir akşamı daha geride bıraktık. Çok geç olmadan geldiğimiz ,Festival alanında , gençler , güzel dans ediyor ve bira içiyorlardı. Onlara katılıp, biz de ,neşelendik. Bar’da tek başına içen , bir hanım gördüm. Onun kiminle olduğunu düşünürken, bir genç yaklaşıp , arkasından gözlerini kapattı. Bir sübyancı daha ,diyerek, önüme döndüğümde, kadın gülerek ‘’My Son’’ deyince, genç motorcunun , onun oğlu olduğunu anladım. O gece ,geç saatlere kadar ,İngiliz’ce, Türk’çe, Yunan’ca, Tarzan’ca ve işaret diliyle çok tatlı anlaştık. Müstehçen Türk fıkralarını, el kol ,taklit ve uydurabildiğim her yolla anlatınca ,kadın gülmekten kırıldı. O da bana, Yunan fıkraları anlatı . Çok güzel bir gece olmuştu. Tabi oğlu gelip anacığını alıp , çadırına götürene kadar.
Sabah grubumuza, beş İstanbul’lu daha katılınca, yirmi dokuz motor olarak ,Bodrum’a doğru yola çıktık. Lider benim ve ilk durak Milas. Yol kenarında , Yatağan tarafından gelirken, gördüğümüz dere kenarı ve ağaçlar içinde ,mola verdik. Sedirlere yayılan bütün motorcular ,sızıp kaldılar. Sürahi ile ayran içip, üzerine beş gözleme yersen böyle olur işte.
Bodrum, motorcu dolu. Bizim grup, Türk bayraklarını, Yunan’lılar ise hem Türk, hem de Yunan bayraklarını takmış olduğu halde ,şehir turu yapıyoruz. Turistler ve cafeler de ,oturan motorcu dostlarımız dan ,epey alkış geliyor.Her taraf ,cıvıl cıvıl güzellerle dolu. Bites ‘de , deniz manzaralı ,havuzlu bir otelin ,neredeyse yarısını doldurup, motorları kapının önüne sıralıyoruz. Yunanlılar’da da ,güzel motorlar var.Sonbaharda ,Yunanistan’a gittiğimde, Atina ‘da, bu arkadaşlar, bana çok güzel ev sahipliği yaptılar.
Gece ,Barlar Sokağın ‘a ,motorları almadan ,taksilerle eğlenmeye gittik. Bütün grubu ,içkiye ve birkaç kopilin sataşmalarına rağmen ,vukuatsız ,otele geri getirebildim. Dönüşte , bir kaç kızın uygunsuz kıyafetlerle ,havuza atlamalarına ise, canım karışmak bile istemedi. Ben de ,havuza girip, güzelim denizi ve ışık dolu şehir manzarasını seyre daldım. Elimde votkalı, şahane bir kokteyl, boğazıma kadar suyun içindeyim, yıldızlar dünyaya ,iniş yapmaya kararlı gibi , kafam çok güzel, kızlar donlarıyla havuzdalar. Ulan kızım, bu götü ipli donlar, sizi hiç kaşındırmaz mı ?
Oğlu ile gelen kadın, yanıma geliyor. İşaretle havuza girmesini söylüyorum. Adı Aleki, kumral , kocası dört yıl önce ölmüş, kırk yaşına yakın. O kadınların , ben de ,erkeklerin en yaşlılarıyız. Beyaz eteğini sıyırıp ,ayaklarını yanımda havuza sokuyor. Arkadaşlarım , onu havuza çekmemi söylüyorlar ama oğlu bizi gözetlemekte ve çok sinirli. Konuşurken, ayaklarını okşamaya başlıyorum. Muhteşem bir vücudu var. Eteğini ,dizlerinin üzerine kadar sıyırıyorum, artık güneşten yanmış taş gibi bacakları okşamaktayım. O da ,sıfır numara kestirdiğim kafamda ,dolaştırıyor parmaklarını.
O nu ,elbiseleri ile havuza çekiyor ve boynuma sarılmasından istifade, acayip bir şekilde öpüyorum. Oğlan, havuzun öbür tarafından, Yunanca bir şeyler söylüyor. Türk- Yunan savaşı çıkabilir. Ama diğer Yunanlıların, aldırmadığını görüyorum. Bir delilik yapar da ,üzerime gelirse, zaten onu dövebilirim. Aslında ,bizim iki ,evli hanım ,‘’Oooo ‘’ diye bağırmasaydı ,ilgilenen olmayacaktı. Oğlan, ne söylediyse kadın, son bir öpücük daha verip ,havuzdan çıkıyor. Üzerine yapışan beyaz elbisenin içinden onun da ,tanga giymiş olduğunu görüyorum. Bir gece daha ,tek başına.
Ertesi günü , bütün Yarımada’yı motorlarla gezip, İstanbullu beşliyi uğurladık. Rotamız Kuşadası. Sahilden, o güzellikleri, yudum yudum içerek,denizi, doğayı içimize çekerek Kuşadasına gelip, çöp şişimizi ve Yandım Çavuş ayranımızı ,doyasıya yedik. Öğleden sonra, hareket ederek, Seferhisar Otobanından ,doğruca Alaçatı’ya vardık. Yunanlıların istediği , asıl yer burasıydı. Alaçatı’yı çok beğendiler. O gece ,motor kıyafetleri gitti ve beyaz elbiseli, bir sürü güzel bayan doluştu, kaldığımız iki pansiyonun bahçelerine. Vahşi kızlar dan ,bir hanımlık ve zerafet akıyordu. O gece, çok güzel eğlendik. Aliki’ye ,Türk rakısı içirince, sınırları kaldırdık bile. Oğlu ,sadece bakıp , uzaklaştı.
Mutlu gece de, her gece gibi ,yerini sabaha bırakınca, yalnız yatmadığım için sevinçli, o gün ayrılacağımız için üzgün uyandım. Grubu kaldırmak, zor oldu. Hepsi de, uykuya doymamış çasına, leş gibi uyumaktaydı. Alaçatı, çok güzeldi. Bir de , dönüşte ,Tanju Okan’ın sürekli takıldığı mekanda , onun boy resminin önünde , şarkılarını dinleyip, sakız likörü ile kahvelerimizi yudumlayınca , her şey ,daha da güzel oldu. Aliki ‘ye ,el emeği kolye ve bilezik aldım. Artık ,oğluna aldırmıyor, kimseyi umursamadan ,beni durmadan öpüp ,kokluyor, benim de ,ağzım kulaklarımda.
Allah kahretsin, her güzel şey ,hemen bitmek zorunda mı? Üçkuyular’da, bizim evi, arkadaşlarıma gösterip, Aliki’yi , Annemle tanıştırıp, korna ve gaz vererek ortalığı, bir birine katarak , hepsiyle teker teker sarılıp vedalaşırken, birden dudaklarıma yapışan Aliki , oğlu hariç ,bütün grubun alkışını alıyor .Yunanlılardan ayrılıyoruz. ‘’I love you Yaşar, I love you, My freend ‘’
Alaçatı’nın ,iki günlük hayali, gözümün önünde, gaz basıyorum. Ayvalık sapağından sapıp , arkamdan gelenlerin toplanmalarını bekliyorum.Şeytan’ın ayak izini görmeye gidiyoruz. Son iki motor yok. Biraz bekliyor ve 650 DAKAR ‘la geri dönüyoruz. Olacak şey değil, bir motor yerde ve karı kocalar , dört kişi , bir minübüs dolusu ,tarım işçisiyle kapışmışlar.
Kadınların ikisi, bizim kızlara saldırınca, ben de, kask’ı elime dolayıp, arkamda saklayarak, fırlıyorum. Bir adam, karısını kurtarmak isteyen arkadaşıma ,arkadan yumruğu geçirip, düşürünce, benim kask, onun suratında patlıyor. Tek vuruş, ağız burun darmadağın. Diğerleri , kask savurarak ,üzerlerine gelen bu takviyeden , darbe yememek için kaçışıyorlar. Ayrılıyoruz. Sadece ,kadınlardan birinin ,göz altı tırmalanarak , biraz derin olarak çizilmiş. Jandarma gelip ,hepimizi karakola götürüyor .Neyse ki ,şikâyetçi yok da, bir saat sonra ,herkes dost olmuş vaziyette barışıp, karakoldan sarmaş dolaş çıkıyoruz. Kask vurduğum adam da, beni affediyor. Kapalı olarak kavşağa giren minübüs ,bizim motorlardan birini düşürmüş. Her zaman ki, şoför hatalarında biri. Gezi, yeniden devam ediyor.
Ayvalık’ta bir tur atıp, Cunda Adası’na geçiyoruz. Burada yemek , içmek ,ne büyük zevk. Balık işini ,çok iyi biliyorlar. Kafaları, öğlen sıcağında çekince, grubu, yola çıkartmayıp, parkta ,yeşil çimler üzerinde, iki saat öğle uykusu ile dinlendiriyorum.
Didim ‘de denize giriyor, akşam yemeği için ,Ören ‘e geçiyoruz. Şu motorculuk ne durmaz, ne yorgunluk tanımaz ,bir şey. Cepte biraz para da olunca , gel de, motorcuyu durdur. Ören , tam bir Avrupa Sayfiye kasabası. Çok beğeniyoruz Ören’i. Geceyi sahilde , uçsuz bucaksız kumların üzerinde ,çadırda geçiriyor ve sabah ilk iş olarak denize, pırıl pırıl sulara ,kendimizi bırakarak, güne yeniden merhaba diyoruz.
Şimdi sırada, Akçay var .Akşam üzeri geldiğimiz Akçay’da meydandaki büyük balıkçıda ,yemeğimizi yiyerek, o kalabalık içinde ,yorulana kadar, volta atıyoruz. Sabah Altın ovada kahvaltı ve Asos ‘da öğlen yemeği. Diğer ismi ,Behramkale olan ,bu antik şehirde doyasıya geziyor,her eserin bizde uyandırdığı şaşkınlığı, medeniyete tuttuğu ışığı hayretle yaşıyoruz.
Asos’da bir gece kalalım ,diye plan yapmışken, süre kendiliğinden ,dört güne uzuyor. Şnorker ile, epey derinlere dalıyor, derinliğin gizemli mavisini ,aklıma kazıyorum. Amma zengin balık ve ahtapot yatakları var. Neyse ki, av burada kesin, yasaklanmış. Mayo ve şortlarla dolaşmaktan , nerede ise, motorcu olduğumuzu unutacağız. Asos’da yediğim ahtapot salatayı ve zeytinyağını unutmam mümkün değil .Buranın tekir balığını ,adeta içini temizlemeden yiyebilirsiniz.
Kale’ye iki defa çıktık. Denize, şöyle sıkı bir koşsanız atlayabilirsiniz gibi, neredeyse. Eski insanlar, ne kadar zahmet ve korku içinde yaşamışlar, her şey, bin bir emekle yapılmış.
Kaz Dağları, Türkiye ve Dünya için, acayip bir cennet. Burada nefes almak, doğal yemekler yemek, serinleyen gecede, şöminede yaz günü sucuk kızartmak , sarp yamaçlara tırmanıp, bazen denizi ,bazen ormanı aramak, ruhu Tanrıya teslim edip, bom boş , Mecnun gibi dolaşmak gerek.
Yöre halkı motorculara alışmış sanki. Bahçe içinde, bir pansiyonda kalıyoruz. Hizmet eden kız ,çok güzel bir köylü kızı. Çift örgülü, uzun sarı saçları var. Belli ki , göçmen kızı. Çok koyu getirdiği çayımı ,açık getirmesi için, ricada bulunuyorum. İkinci çay da ,koyu gelince ‘Bira rengi gibi olsun’ diyorum. Kız yok oluyor. Herkes çayını bitirip gitmek üzere kalkarken, o ağlamaktan gözleri şişmiş olarak dönüyor. ‘’Ağabey, bana bira rengi çay getir dedin ya , ben hiç bira görmedim ki,rengini nasıl bileyim. Kime sordumsa, benimle alay ettiler. ‘’ İnanamıyorum. İçki girmeyen bu köyde , bu kız , bir de hiçbir yeri görmediyse, birayı da, rengini de, nasıl bilsin ? Üzülüyorum gerçek,sarışın köylü kızına.
Şehitler Abidesinin önüne ,yedi kişi saf düzeninde dizilip, onların bizim bu gün, bu güzel vatanda ,hür olarak gezmemizi, kimseden geçiş belgesi dilenmeden , hesap vermeden ,onurla dolaşmamızı sağlayan, bizler için genç yaşta, feda ettikleri canlarına ,şükran ile dua edip, saygı duruşunda bulunuyoruz. Onları sevk ve idare ederken , General Hamilton’un , Atatürk için söylediği ;‘’ Karşımda öyle bir Türk Komutanı var ki , sanki beynimi okuyor. Hangi harekat planını uygulasam, hemen onun karşı planı hazır ‘’ deyişini, arkadaşlarıma hatırlatıyorum. Hepsi ,nur içinde yatsınlar, benim gazilerini süründüren, milletimi affederek.
Geceyi , Gelibolu’da bolca gezip, akşam yemeğini, Hamzakoy da , balıkla ve şarapla güzelleştirip, Saroz da, kumlar üzerine kurduğumuz ,çadırlarda geçiriyoruz. Sabaha karşı , çadırımda birinin daha olduğunu hissediyorum. Kim ola ki ,derken, meyvelerimi kart,kurt yiyen ,koca bir yaban domuzu ile, göz göze geliyorum. Hayvanın hiç korkusu yok. Her şeyi silip süpürdükten sonra, yavaş yavaş gidiyor .
Tekirdağ’da, köfte yemeden, şıra içmeden olur mu hiç? Çok acıktığımız için, her kes ikişer porsiyon yiyerek ,kendine geliyor.Öğleden sonra ,teker döndürecek ken ,benim motorun şarjı bittiği için ,bir saat kadar oyalanıyoruz. Köfte aşkına, kontağı açık bırakarak, hayatımda ikinci defa ,aynı hatayı işledim.
Gece İstanbul’da ve Ortaköy’deyiz. Starbucks Cafe , bize yuvamız gibi geliyor. Garsonları ve sahibi ile kucaklaşarak, enteresan kahvelerimizi yudumluyoruz. Gece yarısı vedalaşıp, ayrı istikametlere ,yol almaktayız. Telefonun ,o saatte israrla çalıyor, cevap vermem için durmam gerek. Telefon susmuyor. Saat sabahın 0130 olduğu , ve bu kadar israrla aradığı için,sağa çekip telefonumu çıkartıyorum. Arayan biraz önce ayrıldığımız, BMW 1200 GS nin sürücüsü. Motor arıza mı yaptı acaba diye açıyorum.
Bir kadın cevap veriyor. Arkadaşımı soruyorum , Ok Meydanı Hastanesinin Acil Servisinde , yaralı yatıyorlarmış. TEM yolunda, kendilerini sıkıştıran bir kamyondan kaçarken, sağdaki kamyonun arka tekerleğinde patlamışlar. Hemen yanlarına gidiyorum. Oğlanın, sağ topuğu, çizme olmasına rağmen, motorun altında kaldığı için kırık. Omuzu ve kask’ı adeta yok olurcasına sıyrılmış. Kızın ise, kask boyun kayışı koptuğu için, başının arkası patlamış. Koruyucu bellik ve pantolona rağmen, kalçaları ve sırtı perişan.
Gelelim bu kazanın cümbüşüne, Bütün gece ve ertesi gün onların kaldırıldığı odada ,sandalye üzerinde kalıyorum. Henüz eve gidemedim. Diğer motorcular ,ziyaret saatinde doluşuyorlar. Her kes de, kazanın nasıl olduğunu öğrenmek ve yorum yapmak hastalığı var. Tabi sonunu ,Allah kurtarmışa bağlayarak.
Birden içeriye ,on iki yaşlarında bir kız çocuğu ve otuz beş yaşlarında , meymenetsiz bir kadın giriyor. ‘’ Allah belanı vermiş ‘’ diye başlayınca, bir yeni gelen kadına , bir de yatakta ,yüz üstü yatan , yirmi günden beri, hayatı çok güzel paylaştığımız, güzel insanlara bakıyoruz. O gece, eve geleceğini telefonla bildirip, yerini belli eden arkadaşım, telefonunu kapatsa bile , ilk yardım defterinden ,karısına yakalanmış. Ulan salak , niye telefon ediyorsun. Gider anahtarınla kapını açıp, içeri girersin. Hem de ,sürpriz yaptı derler , keriz oğlu keriz.
Yol boyunca evli zannettiğimiz ve çok sevdiğimiz iki insan, son derece mahcup ve ağlamaklı. Erkek söyleyecek bir söz bulamıyor. Kız çocuğu şaşkın ve korku içinde. Neyse ki, hemşire gelip ,durmadan bağıran ,bu çirkin kadını dışarıya çıkartıyor. Adam ,bana dönüp ‘’Kusura bakma , karımı gördün. Onunla gelseydim, bu gezi başında ,hem bana ,hem de size ,zehir olurdu .Sizi ,bu durumun içine çektiğim için, çok üzgünüm ‘’
‘’Boş ver be oğlum. Çok güzel geçen bir ,üç haftaydı. Zaten ömürde kaç hafta var ki ,mutluluk veren ‘’
Dört ay sonra, Uzunya ‘da ,kırk motor kahvaltı ediyoruz. Şamata bir sohbetin ortasındayız , bir motor daha yaklaşıyor. Üzerinde üniseks deri giysilerle , kafalarındaki kaskları çıkartmadan, soframıza doğru gelmekteler. Siyah kask camları kapalı, erkek elinden tuttuğu kızı ,bize doğru getiriyor .Masa donmuş, çay bardakları, çatallar elimizde kalmış, sesler kesilmiş ,gelenlere bakmaktayız. Masaya, beş metre kala durup, kaskları çıkartıyorlar. O da ne? Bunlar ,bize kendilerini evli diye yutturup, sevgili çıkan dostlarımız. İkisi de ,sol ellerini gösterip biz evlendik mesajı veriyorlar . Kalkıp ,oğlanı kucaklayarak havaya kaldırıyorum. ‘’ Kahramanlar kahramanı, burada. Arslan be ,motorcuların Arslanı ‘’ Kız, beni tebrik etmiyor musunuz ,deyince ,’’Asıl aşk için verici olanın , erkek olduğunu, hele o korkunç yengeden kurtularak ne büyük bir iş başardığını ‘’ söylüyorum.
Arkadaş motorcuysan motorculuğunu bil. Senin motordan ve motorcudan hoşlanmayan bir kadınla ne işin var? Öyle bir kadınla yat kalk ,ama sakın evleneyim deme . Yoksa ,senin elin kolun olan , ruhunun yarısı, beyninin üçte biri motorundan ayırmaya kalkarlar da , ne bok yiyeceğini bilemezsin , benim gibi.
Bak Ağbi, yatılı gezilere arkanda bir hatunla gelirsen sorarım. Bu ne yahu adamın karısı mahkemede bile, o orospuyu benim gruba ,kabul etmemem gerektiğini söylemiş durmuş. Bundan sonra, kız mız getirmeyin arkadaş. Ya da ,elinizde evlenme cüzdanı olsun. Hatta, motorun ön camına yapıştırarak ,gelin gezilere.
NOT: 19ncu motorumu aldım. CBF 1000 , siyah ve vahşi bir makine. Adını Karadoğan koydum. Marmaris gezisine,çıtı pıtı,doğayı ve gezmeyi seven, yolcu bayan arıyorum. Bana da mı evlilik cüzdanı soruyorsunuz? Ulan ,bu cüzdanı çıkaranın…..Yani, para cüzdanını demek istedim, Karıcığım.
E. Yaşar Ovalı 22. 06. 2012
YORUMLAR
Keyfle okudum. Ne güzeldi konakladığınız ve yemek yediğiniz yerle. Yazınızın içinde kayboldum ve bende gezdim siz motorcu dostlarla :))
araba kullanmak benim için çok eğlenceli olduğundan uzun yolu çok severdim. Bana takılırdı babam. Sen tır şöförü olurdun erkek olsaydın diye. Neden kadın olmaz mı demeye cesarettim yoktu elbet :))
ellerinize sağlık...
kukurikuu
Hep sayfamdasındır bilirim de, nedense bu sefer ,hem de bu kadar uzun bir yazıda seni hissetmek, çok hoşuma gitti.
Uzun yol güzeldir gerçekten.Cebinde paran ,yanında sevdiğin ve bol zamanın da olursa tadından yenmez.
Güzel yorumun için, çok teşekkürler.
inci*
kukurikuu
Sabırla okumanıza sevindim.
Çok teşekkür ederim.