Sabret Yüreğim
Günlerden bir "on iki" nisan sabahı doğan güneş ile birlikte, öğle saatlerinde yükseldi ilk feryadı hayata, okundu kulağına ezan Allahu ekber diye ve ardından fısıldandı ismi, sen onun torunusun, nice İstanbullar fethetmelisin, Sen Fatih’sin, Fatih’in torunusun dedi babası... Çok küçüktü, ailesinin en küçüğü, halk arasında denir ya hani son yonga, tekne kazıntısı falan filan.. Kendinden büyük kardeşlerinin yaşları oldukça büyük olduğu için yalnız kaldı çoğu zaman, oyuncakları ile birlikte , dolapta babasının gizlediği bir kutu hobby çikolata ile gizli gizli geçirdi günlerini işte, kardeşleri büyüktü ondan ama 3 tane de kalkanı vardı, bu sayede hiç biri ona zarar vermesine izin vermedi, ablasının sırtında gitti bakkala, gökyüzünde ay dedesini izleyerek... Büyüdükçe oyuncakların yerini defteri kalemi aldı, küçük yaşlarda başladı şiir yazmaya, babası da şair ruhluydu, gördükçe aşka geldi yazdı yazdı yazdı... Yıllar geçti aradan, günler, saatler, saniyeler... Kimi zaman güzel günler geçirdi, kimi zaman acılar tatsızlıklar, keşke demek için, ne kadar zihninden geçen duygular zorlasa da sınırlarını, İyi ki demeyi ihmal etmedi hiç bir zaman, her gittiği kapıda son anda kaybetse de bazı şeyleri, kazandıkları ile yetinmesini de bildi, şükretti ve sadece dedi ki "SABRET YÜREĞİM"... yeri geldi aç kaldı, yeri geldi yolda kaldı üniversite yollarında yağmur altında, biliyordu hissediyordu güçlü olması, kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini biliyordu o genç yaşında, pes etmedi isyan etmedi hiç bir zaman, bekledi ve şükretti sadece, yürümesi gerektiyse de evine kadar olan kilometrelerce mesafeyi, yılmadı, usanmadı yürüdü, tabanları acıdı ağrıdı belki yoldaki dikenlerden, taşlardan ama hayat bu ya, pes etse belki daha kötü olacaktı, Allah’ın emri bu sabret demiş, pes etme, ben sana karşılığını veririm.. Bu yolda en büyük bir destekçisi vardı, şuan ki mesleğinde, hayatında en büyük pay sahibi insan, amcası vardı, tıpkı fatihin yön göstericisi olan Akşemsettin efendi gibi, yol gösterdi Fatih’e surları aşabilmesi için, yanında durdu daima, günlerden bir gün kaybetmeye başladı hocasını, amcasını... Dermanı zor bir hastalığa yakalandı, dayanamadı Fatih’in yüreği bu acıya, ağladı sabahlara kadar amcası için ama dua etmekten başka ne gelirdi ki elden, söz verdi kendine ve amcasına, bir gün o surları aşacağını ve İSTANBUL’u fethedeceğine söz verdi.. Zaman su gibi akıp geçti, raflar tozlandı, çiçekler kurudu yeşerdi, çiçek açtı defalarca.. Büyüdü Fatih, artık imparatorluğun başına geçme zamanı gelmişti, hayalinde ki, dualarında ki kardelen çiçeği İstanbulu’nu dağlara çıkıp bulmanın, surları aşıp sarılmanın zamanı gelmişti ve gerçek olmaya da başladı 1 ekim günü duaları... Fatih o beyaz atının üzerinde bir dağın yamacında, karşısında ise güzel İSTANBUL onu bekliyordu, arada bazı engebeli yollar vardı ve hala da var dikenli ağaçlar, bataklıklar olduğunu biliyordu ama bunları düşünen de kim vazgeçmeden sürdü atını surlara karşı, Fetih için, aşk için, Allah için koştu elinden tutup kardelenin, o surlarda hüküm sürebilmek için ve İstanbul’da İstanbul’un koynunda o aşk ile ölebilmek için...
Fatih Gökgöz Denizli/Çal/Süller/Bekilli/Sarayköy de geçen 22 yıllık bir yaşam öyküsü...
YORUMLAR
Yazınız tek bir satır da dahi tekdüzeleşmemiş. Anlatım hoşuma gitti.