- 672 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Platonik deyinmeler...
Bildiğim en anlamlı sözcüklerle örüp cümleleri serdim kapına. Yavan geldi, basit geldi sana hepsi. Ya bilmedin ya da anlamadın cümlelerimi ve sonlarındaki üç noktanın yükü olan kervanlara sığmayan duygularımı. Belki de yalancıların süslü aşk cümlelerine alışkın olduğundan öyle cümleler bekledin benden.
Beceremezdim ki yalanları süslemeyi, ilk defa sevmiyordum belki ama ilk defa vuruluyordum, ilk defa içimden bir şeyler uçuyordu ismini duyduğum zaman, her defasında ölecek gibi olup sonra senin için yeniden diriliyordum…
Oysa ben seni yalansız, dolansız, yalın sevmiştim. Belki yüreğimden başka verebileceğim hiçbir şeyim yoktu. Ama sevilene, seven bir yürek servet etmez miydi? Yalancıların verdiklerinin yanında yüreğimi pul saydın sen. Oysa öyle saf bir yürekle gelmiştim ki sana, çocuklar gibi günahsız. Çok şey değildi istediğim, bir göz kırpması ya da ufak bir tebessüm yeterdi elimdeki şekere sahip olmana…
Oyunlar oynamak isterdim seninle, sağdan soldan bulduğum misketlerle. Uçurtma uçurmak, yorulana kadar seni kovalamak orman yolunda ya da göl kıyısında. Neden biliyor musun? Çünkü her şey çocukken temiz ve saf oluyor, büyüdükçe tüketiyoruz, kirletiyoruz değerli olan her şeyi. O yüzden belki de çocukça şeyler yaşamak isterdim seninle.
Sana saraylar, köşkler yapamazdım ama gönlümdeki tahtın sultanı yapmaya hazırdım. Zaten kapıları tek sana açıktı gönül sarayımın, hâlâda boş. Ama sana yetmeyeceğini biliyordum aslında. Yine de ikimiz için kurduğum dünyamın temel taşı yapmıştım seni, elimde olmadan. Öyle bir dünya kurmuştum ki senden habersiz, başrolü oyuncusu olmayan bir filmin figüranı gibi yaşadım o dünya da. O da bana yetmedi…
Sonra hasretinin körüklediği sevda yangını sardı ormanlarımı ta göl kenarlarıma kadar. Ve yokluğunda öyle kurudu ki dudaklarım, harman ayında oruç tutmaktan daha dayanılamaz bir susuzluğa düştüm. Önceki ayrılıklar gibi değildi, et tırnaktan ayrılmış gibi değil, bu sefer balığın sudan çıktığı gibi aklım başımdan çıkmıştı…
Yangınımın son deminde sağanak halde hüzün yağmurları sel olup akmaya başladı gönlümün zirvelerinden, yangından geriye kalan ne varsa silmek istercesine. Hayallerimin kucağına sığınan birkaç umut ışığının son kıvılcımlarını da sele verdim. Evveli mavinin tonları yaşamımın, sonrası kül rengi hicran oldu, yokluğunun pençesinde.
Şimdi ikinci defa tazeliyorum ayrılıklardan kalan, rutubetli tenhalarda biriktirdiğim duygu kırıntılarını. Dedim ya umut bitti, yokluğunun çölü sardı dünyamı her saniyede, her nefeste bir şehrim hatta bir ülkem daha kül oluyor kurduğum dünyamda. Hiç birisi için yas tutmuyorum şehirlerimin, zira sultanı olmayan bir dünyanın varsın çatısı çöksün, temeli batsın.
Artık biliyorsun ya, yokluğunun felaketler zinciriyle bağlı, sesine hasret, esir tutulduğum zifiri karanlık mahzenlerdeki rutubetli hücremi hayalinin aydınlattığını. Şimdi gel istersen kürtaj yapıp al yüreğimden parçalarını, kanayacak belki yüreğim, belki de bir süre acı çekecek. Böylece kurtarmış olacağını düşüneceksin ikimizden birini, ya öldürerek beni ya da öldürerek kendini.
Ama yok alamazsın ki, gücün yetmez…
13/06/2012 Erzincan
Adem Yıldırım
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.