- 916 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ATEŞ BÖCEĞİM
Çevrene yaydığın ışıltılı güzellikler ve hemen herkesin iyi- kötü gününe ateş gibi enerjinle koşup durmandan dolayı bu lakabı sana yakıştırmamın üstünden tam on bir yıl geçti.
“Mucizevi bir gündü.” dediğin tanıştığımız o günü en ince ayrıntısına kadar anımsayıp, her defasında gözlerin dolu dolu aynı heyecanla yine ancak sen anlatabilirsin…
Gel ben de; Kadıköy Anadolu Lisesi’ nin son iki yılını bizimle birlikte yaşayarak tamamlayan ve bana manevi bir evlat, kızıma özlemini duyduğu bir kardeş olan müşterek oğulcuğumuz Gökhan’ cığımdan söz edeyim az da olsa.
(Onu dünyaya ve bu yaşa getiren annesi olarak kıskanmak yok! Kep giydiği günün davetiyesi yalnız bende ve özel dosyalarım arasında.) Liseden sonra çok istediği ve babasının da eğitim gördüğü İTÜ nün Elektrik/Elektronik bölümünü kazanıp, orayı da başarıyla bitirmesinin ardından, burslu olarak gittiği İtalya/Milano Üniversitesi’nde yaptığı iki yıllık Yüksek Lisans sonrasında yurda dönmüş ve vatani görevini hiç izin kullanmadan ifa etmişti. Kısa sürede yine çok istediği önemli bir kuruluşta işbaşı yaptığı güne sıra geldiğinde ise sanırım gözyaşı dökme sırası da bana gelmişti…
Çünkü on bir yıl önce bir lise öğrencisi olarak iki yılını geçirdiği ‘sevgili odasının’ kapısından bu kez, öncelikle değişmeyen pırıl pırıl ahlakıyla ve başarılı genç bir mühendis olarak çıkıyordu çok farklı bir heyecanla…
Ve onu daire kapısından ben uğurluyordum sevinç göz yaşlarıyla içim içime sığmayarak…
Kısa bir süre sonra işyeri karşı yakaya taşındı. Ancak bu deniz arası ayrılık dört ay kadar sürdü. Çünkü iş yeri onu ülkeler arası iki yıllığına Polonya ve İspanya’ya gönderdi.
“Gökhan bu günlerini size borçlu inanın. O iki yıl içerisinde gerçek bir anne bir öğretmen oldunuz ona. Bazı hafta sonları eve geldiğinde onu her defasında çok değişmiş ve öylesine güzel alışkanlıklar, düşünceler edinmiş olarak buluyorduk ki karşımızda…Senin bize Allah’ın bir lütfu olduğunu düşünüyorduk ailece.” dediğin sözlerin ise benim için çok büyük bir değer ve anlam taşıyordu.
Çünkü sen benim için; “Yüreğindeki sonsuz sevgisi. Vefası. Kıymet bilirliği ve gönülleri fetheden insani ışıltısı, Kocaeli depremi sonrası yerle bir olan, ancak bu gün hala hastalarına aynı ilgi, sabır ve anlayışla hizmet veren kendi adını taşıyan Şükran Ezanesi’ ndeki ilaçlardan daha Şifalı olan Ateş Böceğim idin…
Geçen günlerin birinde yazar Elif Şafak’la, gazeteci Balçiçek Pamir’in karşılıklı birbirlerini ağırladıkları bir söyleşiye rastladım televizyonun bir kanalında. Bu arada Elif Şafak’ın yayınlanacak olan yeni bir kitabının reklamını da sıkıştırdılar araya tabii…
Ee, ailenin konumu, varlık, olanak ve kolaylıklar işin içinde olunca…
Her şey de ona göre kolaylaşıyor, mümkün ve göz önünde olabiliyor.
O kişi de tanınıyor, biliniyor, kazanıyor.
Kimileri bir günde dünyayı ‘iğnenin deliğinden’ geçirirken…
Kimileri ‘bir yakadan öteki yakaya’ geçebilmekte bile zorlanıyor.
Kimileri dünya kütüphanelerini keşfe çıkarken laptopu dizinde…
Kimileri komşunun okuyup da kapısına bıraktığı gazeteyle yetinmek zorunda kalıyor.
Balçiçek Pamir, boşandığı eşinin kullanmasına izin vermediği için soyadının değiştiğini ve bundan üzüntü duyduğunu belirtirken bir yandan, öte yandan isminin pek kimsede rastlanır olmayışından dolayı kendisini hemen tanıdıklarını ekliyordu sözlerine. “Şimdi babamın soyadını aldım. (İlter) Yani her ikisi de erkeğe ait. Kadınlar bu konuda da mağdur!” diyordu.
Vallahi ben kendimi bildim bileli kadınların daha da artan bir mağduriyetle ‘kendi ayakları üzerine’ basamadıklarını duyuyorum, görüyorum. Oysa bir çokları tek ayakları üzerinde sayısız taklalar atabiliyorlar! O da başka. Bence sizler erkeklerle anlamsızca didişmek yerine, önce ayağı yere basan sözler etmeyi öğrenmelisiniz. İnanarak ve içtenlikle. Kocalarınızın soyadının elinizden alınması bile sizleri çaresiz bırakırken…
İşte ben bu ikiliyi seyredip bunları geçirirken içimden…
Uzun zaman önce benden isteyip ancak benim yerine getiremediğim bir isteğini hatırladım.
Sultanbeyli Belediye seçimleri sonrası bir röportaja gittiğimde çekilen bu fotoğrafı gördüğünde gözlerini kocaman açmış, ardından o tatlı kahkahanı koyuvermiş ve: “Olamaz! Sen kimsin? Sen nasıl bir şeysin Tüloşum?..
Ne olur bu fotoğrafı bir gün bir yerlerde yayınla.” demiştin bana.
İşte şimdi hem o fotoğrafı hem konuya uygun düştüğüne inandığım AB Vizyon’a hakkımda yazdıklarını yayınlıyorum.
“Seni tanımak ve duygularını paylaşmaktan; Pekmertol ailesi olarak her zaman kıvanç duyduk. Senin sohbetine ortak olduğumuz zamanlarda; hep düşünmüşümdür: Yurdumuzda kendini aydın sanan sözüm ona kendilerine liberal demokrat diyen LİBOŞLAR TV kanallarında halktan kendilerini soyutlamış bir biçimde ahkam keseceklerine; seni bulup, seninle konuşup; hem yurtsever aydın nasıl olunur? Hem de insan nedir? diye senden öğrenselerdi; belki daha büyürler ve ayakları da yere basardı.
Onlardaki olanak sen de olsa; SEN Türk Edebiyatının unutulmaz kadını olurdun. Çok yaşa sen. Onuru ile ayakta kalmak ve bu koşullarda dahi aydın olma çabasında olmak ancak sana vergi. MUTLU YARINLARA.
YORUMLAR
Tülay Hanım,
Belliki Gönlünüzde derin bir yere sahip bu kişi, sizde ona olan saygınızı çok manalı bir şekilde dile getirmişsiniz ve bu arada çok kıymetli bir genç tanıdığınızı da ortak ederek. Vefalı insansınız ..... Seven ve saygı duyan bütün yüreklere selam olsun sizin aracılığınızla.
saygılar.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Sevgiler