servi ağacının dansı
Bir duygu gelir birdenbire işgal eder tüm benliğimi. Küçük ama zehirli bir ok yemiş gibi olurum böyle anlarda. Bilinmedik bir huzursuzluk kaplar her yanımı.
Kendimizi görmediğimizi zannetteğimiz anlar belki de kendimize en yakın olduğumuz anlardır. Eğer korkmasaydık içimizde olan bitenlerden, huzursuzluk hastalığına kapılmazdık. Neden korkuyoruz kendimizden. İçimizdeki heyula nedir? sürekli ocağı kapattım mı diye kontrol eden opsesif bir ev kadını gibiyim.
Çevremdeki her nesneyi incelemek istiyorum. Görmeden geçtiğimiz nice varlık hayatımızın bir parçası. Onlarla birlikte yaşadığımız halde kendimizi onlardan soyutlamamızın bir uygarlık hastalığı olduğunu düşünüyorum. Kim bilir, kaçtıklarımız bizde hastalık yaratan şeylerdir belki de. Kendimizle yüzleşmemek için gösterdiğimiz onca çaba yoruyor olmalı bizi.
Gördüğümüz, dokunduğumuz her varlık bizde sayısız çağrışımlar uyandırır. Mesela, bir belediye otobüsünün tıslayarak gelişini gördüm mü, kocaman ve boyalı bir böcek kalkmış bana doğru geliyor sanırım. Bu boyalı böceğin hikayesi varmış da hafızamda, unutmuşum diye düşünürüm. Neydi bu hikaye diye, bir karmaşa başlar zihnimde. Pencerenin önünde her gün seyrettğim servi ağacı var bir de. Upuzun boylu bir çocuk gibidir, başında beresi sırtında okul çantası yaz kış sallanır durur. En soğuk günlerde boynunu büker gibidir. Kar yağdığında başı karın ağırlığından göğsune düşer. Sanki ağlıyordur. Bu boynu bükük, üşümüş çocukla konuşmak isterim. Bahar geldiğinde onun için en eğlenceli günlerin
başlayacağını hatırlatmak isterim.
Şimdi yaz, tüm coşkusuyla esiyor penceremde. Servi sevinçten zıplıyor. Dememiş miydim ben sana. İşte o kıştan beri kendime daha da dürüst olmaya çalıştım. Gerçi hayatımın çoğu bu çabayla geçti. Bir arpa boyu yol gittin mi, diye sorsalar söyleyecek bir cevabım olmazdı. En azından kelimelerle dostluğumu sürdürebilirim. Onlar anlıyor beni. Bir de kitaplar var. Hep veren ama hiç istemeyen dostlar. Dünyanın yaşanası bir yer olduğunu hissettiren dostlarım. Bir nebze de olsa iyimser bir gülüş sunan arkadaşlarım.
Bu hevesle öyle umutlanıyorum ki, yanıbaşımdan geçen birine , merhaba diyesim geliyor. Ama cesaretim yok. Şu kediyle konuşmak daha kolay. Ve, şu papatyalarla, tele sarılmış adını bilmediğim mosmor çiçekli sarmaşıkla…
…
Mektup-4 / 19.06.12
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.