Ölümün Soğuk Nefesini Hissetmek…
Bir yazıydı içimi aydınlatan, bütün olumsuzluklara rağmen hayata pozitif bakan bir genç kalemin yazısını okuduktan sonra "evet bende ölümün soğuk nefesini hissetmiştim" dedikten sonra kaleme aldım, çünkü almam gerekiyordu;
.......Yoksunluk içinde geçen bir çocukluktan sonra büyümüş delikanlı olmuştum, çok çabuk kırılıyor, çokta çabuk dost ediniyordum, kendimi beğenmezdim, hiç bir fiziki kusurum yokken bile ayakkabılarımın 43 numara olmasını kafama takar, pantolonun altında şık durmadığını dert edinirdim, gözümde her ay düzenli çıkan arpacığı kanser kadar büyük dert bellemiştim, oysa güzergahımdaki sokaklarda yolumu bekleyen genç kızlarında haddi hesabı yoktu. Elim ekmek tutuyordu ve düzenli maaş aldığım bir kurumda genç yaşımda idareci olmuştum bile.. 1981 eylülde aşık olmuştum tam askerlik çağımdı, ilk şiirimi ona yazmıştım oda bana hala severek taşıdığım "Duygu İmparatoru" sıfatını yakıştırmıştı, ne de zor olmuştu yavukluyu memlekette bırakıp askere gitmek, döndüğümde ilk göz ağrım bir başkasıyla evlenmişti bile, ölenle ölünmüyordu ve bende evlendim çoluk çocuğa karıştım, Rabbim nur topu gibi iki tane erkek evlat nasip etti.
......işte ne olduysa 1993 yılında Diyarbakır’da görev yaptığım yıllarda oldu, kendimi dinleme fırsatı buldum, kendimi dinledikçe kendi içime hapis oldum. Bir serseri kurşun sol göğsümden girdi kol küreğimden çıktı. 1993 yılının kurban bayramından üç gün öncesi saat 13.00 sıralarıydı, bir uğultuyla birlikte sol göğsümde bir sıcaklık hissettim ve uzun uzadıya düştüm sırt üstü...Şuur kaybından siren sesleri ile uyanış, kan oluk oluk... Hastanene bir saatlik mesafe de, yol uzun, yara ağır ve telsizden kan gurubumu soruyorlar, ölüm an meselesi... Azrail’in soğuk nefesini hissediyorum yüreğimde, o anda 35 yıllık hayat saniye saniye geçiyor gözlerimin önünden... Meğer ne kadar güzel bir ömür sürmüşsüm diye geçiriyorum içimden... Hep güzel şeyleri hatırlıyorum. İçimi burkan üç şey vardı; Tokattan eski bir arkadaşıma dargın olduğum gerçeği ile yüzleşiyordum,o an bir pişmanlık çöküyor yüreğime... "Keşke yanımda olsa, özür dilesem, affet beni desem" diyorum suçsuz olduğum halde, sonra 12 yıldır hiç görmediğim ilk göz ağrım düşmüştü aklıma, bu halde bile içim yanmıştı, sonra Acem güzeli karım ve benim fotokopim olan iki oğlum düştü aklıma... Önümüz bayramdı, işte bir sarı perde iniyordu gözlerimin önünde yukarıdan aşağıya,ölüm gelip gelip gidiyor sanki... Son sözümün Hakka şükür olması gerektiği zonkluyor beynimde, bildiğim sureleri sıralıyorum aklımdan, bana refakat eden arkadaşlara annemin, kardeşlerimin tel numaralarını veriyorum, vasiyetimi ulaştırıyorum gayri ihtiyarı, arkadaşlarımın gözlerinden akanlar yüzüme damlıyor tane tane... Ağlamayı beceremiyorum bir türü, derken ulaşıyoruz Dicle Üniversitesi acil servisine... Olağanüstü Bölge Valisi Ünal Erkan'ın talimatı ile hazırlanmıştı bile ameliyathane, 14 saat süren bir operasyon, doktorumu hatırlıyorum hayal meyal ve ben ölüme hazırlamışım zaten kendimi, hazırlamışım ama dünyaya da doymadığım gerçeği ile yüzleşmişim ve yaşamayı her zamankinden daha çok ister haldeydim. Fersiz bakışlarımla yalvarıyordum Dr.Nesimi Eren'e ve gidiş o gidiş!!!
.......Önce sesler geliyor kulağıma, gözlerim aralanmadan son yaşadıklarım geliyor aklıma, yaramın ağırlığı hatırlayıp kendimi ahrette olduğuma inanmış buluyorum, gözlerimi açıyorum yattığım odada ayağı, başı, kolu sarılı onlarca hasta ve hepsi beyaz çarşaflara uzanmış, kendimi ölmüş hissettiğimden burası “CENNET Mİ CEHENNEM Mİ?” suali yankılanıyor ruhumda... İçimden şöyle dediğim hatırlıyorum "eğer CEHENNEMDE isem anlatıldığı kadar korkulacak gibi değilmiş! yok CENNETTE isek kandırmışlar bizi..." Bunları düşündüğüm gibi yine kopuyor hayat, 12 saatte daha şuursuz bir baygınlık ve 12 saat sonra yine uyanış, yine aynı oda yine başı, kolu, bacağı sarılı zat-ı muhteremler... "Burası cenneti mi ,cehennem mi?" sorusunu kendime soruyordum ki; beraber çalıştığım arkadaşı görüyorum odanın kapısındaki camdan bakan...İçimden sevinç naraları yankılanıyor ve onun göreceği şekilde parmaklarımı oynatarak selamlıyorum sevinç göz yaşları döküyor Muş'un yiğit çocuğu... Göz göze geliyoruz, akıyoruz bir birbirimize, ölmemişim yaşıyorum, hayattayım diye şükürler gönderiyorum RABBİME ...
Üç gün geçmiş aradan ben hayattan kopalı, Dr. Nesimi yüzündeki tebessümle giriyor kapıdan... Arkasında Tokat'taki Annem ve beş kardeşim peşpeşe... Annemin ağabeyime dönüp söylediği ilk söz "oğlum hemen dayına telefon et tosunu kurban kessin çok şükür bu günümüze"
.......Üç aylık yoğun bakımdan sonra iki sene süren ayakta tedavi ve 10 sene sonra işte karşınızda Ahmet Erdem, çalakalem doğaçlamalar yazan, o karanlık günlerini şiirlerle aşan, yaşanan süreç zarfında şunu öğreniyorum ki; küçük dertlerle bedbaht etmişiz kendimizi ve bunu işliyorum şiirlerimde...Her satırın özü yaşam güzel, yarın umut var ve Hakka teslimiyet içermekte...
.......Bu gün ise sevgiden başka bir istediğim yok kimseden, en büyük zenginliğin ruh zenginliği, dost zenginliği olduğun öğrenmiş bulunuyorum. İşte bunun huzurunu yaşıyorum artık...
Son olarak söylemek istediğim şu ki; o ötelerin ötesindeki istemezse sinek kanadını oynatamaz, o istemezse bir yaprak kıpırdamaz, ama o isterse sular yokuş yukarı akar, O isterse kurşun sol göğsünden girer, kol küreğinden çıkar, sen yine yaşarsın doyasıya, O isterse alır emanetini hiç ummadığın zamanda....
(*)Annem ve 6 kardeşim hayatta İstanbul Eyüp Sultan'da aynı sokaktayız, mutluyuz, çünkü yaşıyoruz.
(*) Hayat çok güzel, sağlıklı iken kıymetini bilelim, küçük şeylerle bedbaht etmeyelim kendimizi... Yaşadığımız her anın çok kıymetli olduğunu bilmek lazım... Yaşam başlı başına bir yaşama sebebi bilene…
Bu Hikayeleri Okudunuz mu?
• Nefesim
• Yağmur Çiçeğim Myra
• Sandal Ağacı
• Sonda Denilenler
• Mektup-23