Çoğu zaman babama acıdığımı hissederdim, ona sevdiğimi söylemediğim için. Aslında kendime acıyordum. Benim söylemeye ihtiyacım, onun duymaya ihtiyacından daha fazlaydı. Trevanian [Paylaş]
E-mail: Şifre: Facebook ile bağlan Üye ol | Şifremi Unuttum
Türkiye Şiir Platformu
ANASAYFA ŞİİRLER Edebiyat Defteri YAZILAR Edebiyat Defteri FORUM Edebiyat Defteri ETKİNLİKLER Edebiyat Defteri NEDİR? Edebiyat Defteri Kitap KİTAP  Edebiyat Defteri Tv TİVİ Edebiyat Defteri Sesli Şiirler MÜZİK Edebiyat Defteri BLOG Edebiyat Defteri Atölyeler ATÖLYE  Edebiyat Defteri BİCÜMLE Edebiyat Defteri ARAMA Edebiyat Defteri İLETİŞİM
Yeni Şiir Ekle Şiirinizi eklemek için tıklayın.
• Anasayfa • Şiirler • Yeni Şiirler Sesli şiirler Sesli Şiirler Resimli şiirler Resimli Şiirler Bugün Eklenenler Bugün Eklenen Şiirler • Etkili yorumlar • Seçki Şiirler • Son Eleştirilen Şiirler • Son Yayınlanan Şiirler • Yazılar • Makaleler • Öyküler • Denemeler • Söyleşiler • Mektuplar • Masallar • Anılar Bugün Eklenen Yazılar Bugün Eklenen Yazılar • Tüm Yazılar • Etkili Yorumlar
• Edebiyat Defteri
• Yazım Türkçeleştirici • Türkçe Sözlük • Site Kuralları
Online Üyeler


İçerideki üyelerimizi görmek için üye olmanız gereklidir.

Üye olmak için tıklayın.

Online Üye:75







Yaşlı Çınar ve Zeytin Gözlü Çocuk 

O yıl yine bahar gelmeden önce düşmüştü cemre, hem de ateş koru gibi bir sıcaklıkla. Havadan sonra suya da düştü. Su da hava gibi ısınmaya, daha bir güzel olmaya başladı.

Cemre havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen bütün çiçeklerin, ağaç fidanlarının, canlıların uyanmasını müjdeledi. Bir muştu oldu canlı cansız varlıklara.

Bahar, toprağa cemre düştükten sonra geliverdi dağlara, ovalara, kırlara, köylere, şehirlere… Önce kardelenler, nergizler kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kırkkaranfilleri, kırkkanatlılar, güller baygın kokularını yaydı etrafa, renk renk ışıklarını aksettiler sulara. Sonra binbir kokuyla doldu her yer. Zeytin gözlü bir çocuk gülümsedi karlar erirken, dağlara doğru yürümeyi geçirdi içinden. Dağlardan ovalara doğru koşmayı.

Kuşların daha bir neşeli öttüğünü, neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Derelerin daha bir sevinçle, çoşkuyla aktığını… Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayıp inceldi, eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşları…

Güneşli bir güne açmıştı gözlerini zeytin gözlü çocuk, pırıl pırıl bir ilkbahar gününe. Derin bir ilkbahar kokusunu ciğerlerine çekerek koştu yemyeşil çayırlarda, çiçek desenli kırlarda. Gülen gözlerle baktı sevgi ve dostluk kokan yaşlı çınara. Rüzgar dağlardan ormanlardan kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını sanki alıp buraya getirmişti. O sıcacık sevgisini, ulu bedenine tutsak etmiş çınar, zeytin gözlü çocuğun dostluğunu can evine dalga dalga sürüklerken. O küçücük yüreğinde dağ gibi kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan, hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki.

Şimdi sevinçliydi yüzü gözleri gülüyordu… Bahar gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla sanki….Bir şarkı vardı dudaklarında, sevinç ve neşe dolu, her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı vardı şimdi, gecelerini ışıtan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi, bembeyez geçip giden üstünden, kar gibi, rüzgar gibi. Bir sevgisi vardı şimdi, her anışta içinde çoğalan, hep içinde kalan öylece. Bir mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, bütün güzellikleri saklayan içinde, bir ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi, ıssız bir ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi, belki herkese uzak; ama kalbine en yakın yer…

Bir gün düşüncelere daldı yaşlı çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, yalnız kalınca kendisiyle konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık: Şaşırdı. ‘Her gün gelirdi’ diye düşündü çınar. Günler geçip gidiyordu, belki hastalanmıştır diye avuttu kendini. Ama her dakika yerini ümitsizliğe bırakan bir oyundu sanki. Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hâlâ ne olduğunu düşünüyor ama bir türlü yanıt bulamıyordu.

Birden durup sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu. ‘Neredesin, seni çok özledim, tatlı sözlerini de’ diye bir ah geçirdi…Hasta değilsin ya, istersen sana bir demet kızıl karanfil yollarım.

Günler böylece geldi geçti, geceler sabahları soluyarak uzaklaştı yanından. Her gün zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi. Ümitsizliği hergün biraz daha artıyordu. Her gün bir sürü insan gelip geçti altından, kuşlar kelebekler uçtu çevresinden. Ama o yalnızlık çekiyordu. Issız bir çöldeymiş gibi. Susuz, kimsesiz, dağı yeşilliği olmayan alanda kavruluyordu. Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Ama o onların arasında kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı.

Bir gün yine etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı. Ürperdi, damarlarındaki kanı donmuş gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşcasına titredi. Her şey aynıydı halbuki. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Aylar geçmişti zeytin gözlü çocuk hâlâ ortalarda yoktu, gelmiyordu. Umudunu kaybediyordu yavaş yavaş... ‘Umudumu kaybettim ya, umut her şeydir. Kırgınlığım kızgınlığım işte o zeytin gözlü çocuğa, giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşamak nedenimdi, yaşamak sevincimdi’ diye sitem etti içinden. Sararmaya koyuldu yaprakları, soğuyordu koca gövdesi gitgide, üşümeye başlamıştı, ürperiyordu… Yollara baktı uzun uzun… Bomboş geldi her şey. Şehir bile… hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı… titredi koca çınar. Ürperdi, yaprakları tiril tirildi, ince bir duyguyla savuruyordu yapraklarını, yaprakları dinmez gözyaşı oldu aktı derelerde, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru...

Karlar yağdı, eridi. Sonra leylekler döndü yuvalarına, kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı, toprak menekşeler hediye etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk gelmedi.

Çocuklar büyüdü, erguvan dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar yandı, lambalar söndü. Ay yeri göğü süslerken, sevgililer buluştu gizlice gür dallarının altında, saatlerce yan yana oturdu. Onlar kah susarak, kah sarılarak konuştu. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi. Zeytin gözlü çocuk gelmedi…

Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar, havaya, suya ve toprağa cemre düşeli epey olmuştu. Dağlarda kardelenler, ovalarda erik ağaçları, şehirlerde papatyalar bir sevinçle açıverdiler. bahçe - çiçek. börtü böcek ısınsın diye tepelerine dikildi güneş. yer-gök, çocuklar şenlensin, bütün ağaçlar bitkiler yeşersin diye.

Bulutlar inip döneniyordu çınarın başında, göğe yükseliyordu. Sonra yağmur olup, gözyaşı gibi tekrar damlıyordu dallarına, yeşersin diye. Bahar dallarına rüzgarını vuruyordu, damlalar yapraklarına can suyu olsun diye.

Bir daha hiçbir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarındaki can suyu çekildi. Dalları gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun parçasından farksızdı…

Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Birgün koca bir adam geldi Hollanda’dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere , yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere. Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına siyah bulutlar inmişcesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına fısıldadı ‘seni seviyorum’ dedi…

Ben dalları fırtınalarda kopmuş
yaslı ve yaşlı bir çınarım
binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız

alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk
hülyalı gülüşler
gözlerinle görmek istiyorum sabahı
dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum
umutlu ve şen

ne zemheriler gördüm ben
ne fırtınalar geçirdim
çağının ışığıyla yak beni
çağının ışığıyla sar, üşüyorum

gövdemde kaç balta izi var
kaç kan lekesi alnımda
nice ihanetler gördüm ben
nice zulümler
üşüyorum
alnı gül işlemeli baharlar getir bana
umudu sevda kokan sabahlar
gözlerinle görmek istiyorum yarınları
dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum

pınar seslerine kat
başak tanelerine koy
arıt beni günahlarımdan
lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar
kocaman bir yürekle ey çocuk
beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa
bırakma ellerimi n’olur
Bırakma ellerimi…



Bu Hikayeleri Okudunuz mu?


Nefesim
Başka Şık Yok
Beklenen Yağmur
Bırakıp da gidene
Bizim Mahallede




Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.
Kapat Çerez Politikamız