MENÃœLER

Anasayfa

Åžiirler

Yazılar

Forum

Nedir?

Kitap

Bi Cümle

Ä°letiÅŸim

KERBELÂ ŞEHİTLERİNİN DESTANI (Manzum Hikaye)
YAŞAR YILTAN

KERBELÂ ŞEHİTLERİNİN DESTANI (Manzum Hikaye)




KERBELÂ ÞEHÝTLERÝNÝN DESTANI

YAÞAR YILTAN

l

Ýnsanlar her þeyin farkýna varmaya,
Ama her þeyin farkýna varmaya baþladýklarý bir gün,
Felâketlerin, zulümlerin, yoksulluðun,
Kendilerinin peþlerini býrakmadýklarýný,
Anlamaya baþladýklarý bir gün,
Bunun nedenini öðrenmek isteyince,
Baþýnda yaz kýþ dumanýn hiç eksik olmadýðý,
Her yanýnýn ormanlardan geçilmediði,
Ýçinde çeþitli hayvan ve kuþlarýn bulunduðu,
Yücelerden yüce bir daðýn yüksek bir yamacýnda,
Ne zamandan beri yaþadýðý,
Kimin, neyin, nesi olduðunu hiç kimsenin bilmediði,
Ak saçlý, ak sakallý bilge bir ihtiyara,
Akýl danýþmaya karar verdiler.

Ona “Ey ulu dede!” dediler.
“Biz kendimizi bildiðimizden beri,
Hatta büyüklerimizin büyüklerinin de,
Kendilerini bildiklerinden beri,
Hiçbir gün mutlu olmadýk!
Hiç yüzümüzün güldüðü de olmadý.
Hep yarý açýz, hiç doyduðumuzu bilmedik.
Topraðýmýz verimli, ama ürünümüz bereketsiz.
Suyumuz var, ama öyle azgýn ki, kullanamýyoruz.
Kullanmaya kalktýðýmýzda da bir can feda ediyoruz.
Sonra hep birbirimize düþmanýz.
Sürekli kavga halindeyiz sanki.
Bu nice haldir böyle?”

Gözleri alev saçan herkesin dedesi,
Ak sakalýný sývazladý önce.
Sonra çok uzaklara baktý düþünceli düþünceli.
Bir süre sonra da dedi ki:
“Bu yerlerde yaþayan insanlar yüzyýllar önce.
Mutluluk içindeydiler;
Herkesin yüzü gülerdi.
Sevgiyle yaklaþýrlardý birbirlerine.
Büyük bir saygý vardý küçükten büyüðe.
Herkes birbirine yardým etmek için yarýþýrdý.
Kavga nedir, bilmezlerdi.
Toprak verimli, ürün bereketli, sular sakindi.
Aç hiç kimse yoktu orada.

Sonra bir gün nasýlsa,
Gökten mi indiler yerden mi bittiler, bilinmez.
Birileri çýktý ortaya.
O ülkenin insanlarýnýn aklýný çelmeye çalýþtýlar;
Mal dediler, mülk dediler, para dediler.
Makam dediler, mevki dediler, siyaset dediler.
Kimi insanlarý kandýrdýlar da.
Nereden geldikleri bilinmeyen bu insanlara,
Hak gasp edilmesi nedir bilmeyen bu ülke insanlarý,
Birlik olup karþý da çýkamadýlar.

Derken bunlar, her geçen gün çoðaldýkça çoðaldýlar.
Çoðaldýkça halka zulmetmeye de baþladýlar.
Kendi istediklerini elde etmek için,
Yapmayacaklarý kötülükler, zulümler yoktu.
Çünkü onlarýn yanýnda insanýn hiç deðeri yoktu.
Kendileriyle birlikte olanlara her þey verdiler;
Onlarý efendi, aða, bey yaptýlar.
Olmayanlarýn ise her þeylerine el koydular;
Haklarýný aldýlar, özgürlüklerini aldýlar,
Hatta çalýþýp kazandýklarýný da ellerinden aldýlar.
Eðer karþý çýkan olduysa da tek tük.
Hiç acýmadan öldürdüler hemen onlarý.

Ýnsanlar birbirine düþman olmuþtu artýk.
Herkes herkesten korkuyor,
Herkes herkesten kuþkulanýyordu.
Kimse kimseye güvenmiyordu.
Býçak dahi açmýyordu hiç kimsenin aðzýný.
Yüzler solmuþ, gözler donuklaþmýþtý.
Bir baþkasýnýn güldüðünü görmemiþti hiç kimse.
Büyük bir umutsuzluk içindeydi herkes.
Hiçbir çare de bulamýyorlardý.

Aklý baþýnda olan birkaç kiþi, bir gün,
Tüm cesaretlerini toplayýp bir araya geldiler.
Düþündüler, taþýndýlar:
Bu böyle gitmez, dediler.
Bu belâdan kurtulmak gerekir, dediler.
Bizi bu belâdan, bu zulmetten ancak,
Olaðanüstü özelliði olan biri kurtarýr, dediler.
Sordular, soruþturdular; sonunda da buldular.
Böyle bir yiðit vardý.
Bu yiðit çok uzaklarda bir yerlerdeydi.
Muhammet peygamberin torunu,
Þah-ý Merdan Ali’nin oðlu Hüseyin’di.
Onu çaðýrmaya karar verdiler, sonunda.


II

Bir kez söz vermiþti onlara.
Onun sözü sözdü.
Ýki eli kanda da olsa giderdi Hüseyin.
Bu iþin sonunda ölüm de olsa giderdi.
Hiç kimse onu yolundan döndüremezdi.
Irak halkýnýn ileri gelenleri,
Mektup üstüne mektup, haber üstüne haber göndermiþlerdi.
Kendisine baðlýlýklarýný bildiriyorlardý her defasýnda.
Her þeylerini onun yoluna feda edeceklerini de.
Bir an önce yola çýkmasýný da istiyorlardý.
Çevresindeki niceleri uyarmýþtý onu:
“Gitme!” diyorlardý “Onlara güven olmaz!
Onlar sözünde durmayan insanlardýr.
Bilmez misin baban Ali’yle kardeþin Hasan’a ettiklerini.
Onlara da baðlýlýklarýný bildirmiþlerdi ama,
Sonra yüzüstü býrakmýþlardý her ikisini de.”

Ama Hüseyin kararýný vermiþti bir kez: Gidecekti.
Hiç kimse döndüremezdi onu yolundan.
Sonra, sadece Iraklýlar çaðýrdý diye deðil,
Zalim Yezit’e baþ eðmemek için gidecekti.
Hem þunu da iyi biliyordu:
Zalimin zulmüne karþý gelmeyenler,
Onun zulmüne ortak da olurlardý.
Ýþte asýl bundan dolayý gidecekti Irak’a.
Kýsa sürede tüm hazýrlýklarýný tamamlamýþtý Hüseyin.
Yanýna güvendiði adamlarýný, yakýnlarýný
Ve Ehl-i Beyt’ini alarak yola koyulmuþtu.

Onun yola çýktýðýný haber almýþtý bile Yezit.
Hatta asker de göndermiþti üzerine.
Bu durumu öðrenen Hüseyin hiç de üzülmemiþti.
Çünkü kendisini çaðýran Iraklýlar vardý, nasýl olsa,
Yardýmýna geleceklerini sandýðý.
Hem epeyce de yaklaþmýþtý Kufe’ye.
Ama çok geçmeden acý gerçeði öðrendi;
Iraklýlar yine dönmüþlerdi sözlerinden!
Hüseyin büyük bir öfke duydu içinden.
Ama sabrederek dýþa vurmadý bu kýzgýnlýðýný.
Hatta onlara acýdý da;
Büyük bir felakete uðrayacaklarýný düþünerek.
Çünkü onlar, tam üçüncü kez dönmüþlerdi sözlerinden.

“Geri dön!” dedi ona, yolda karþýlaþtýðý birçok kiþi:
“Çok kalabalýklar çünkü, baþ edemezsin onlarla.
Seni öldürmek için geliyorlar.
Ölümden korkmazsýn, bunu biliyoruz ama
Senin ortadan kalkman demek,
Onlarýn zulüm iktidarlarýnýn devam etmesi demektir.
Onlara bir tek sen engel olursun.
Onlar da iyi biliyorlar bunu.
Onun için ne yapýp edip öldürecekler seni.
Bunun da hep fýrsatýný kolladýlar þimdiye kadar.
Ama eðer yine de dönmek istemezsen,
O zaman yapacaðýn en iyi iþ,
Bir yerlere gizlenmektir þimdilik.
Ne zaman ortam uygun olursa,
Ýþte o zaman ortaya çýkar, mücadeleye devam edersin.”

Bunun üzerine Kufe yolundan ayrýldý Hüseyin.
Kafilesini bir süre dolaþtýrdý çeþitli yerlerde.
Sonunda Fýrat kenarýndaki “Kerbelâ” denen yere kon-durdu.
Zalim düþman çok geçmeden buldu onu orada.
Dediler ki: “Ey peygamber torunu!
Hilâfet senin hakkýndýr,
Ama güç kuvvet kimdeyse halife odur.
Þu anda da güç Yezit’te olduðuna göre, halife odur.
Bunda hak hukuk böyledir.
Þimdi senin, bu hilâfet hakkýndan vazgeçmen gerek.”

Hüseyin’i zorlamanýn tam zamanýydý þimdi,
Yezit’i halife olarak kabul ettirmek için.
Bundan daha iyi bir fýrsat bulamazlardý bir daha.
Bu fýrsatý iyi deðerlendireceklerdi, elbette.
Eðer iyi deðerlendiremezlerse onlarýn sonu olabilirdi, bu.
Çünkü onu böyle güç bir durumda bulamazlardý bir da-ha.
Bunu da çok iyi biliyordu bu zalimler.
Onun için Hüseyin’in her türlü teklifini, hemen anýnda reddediyorlardý.
Onlarýn tek þartlarý vardý:
Yezit’in yanýna gidip onun halifeliðini kabul etmek.
Eðer bunu kabul etmezse öldüreceklerdi onu.
Ama aslýnda onu öldürmekti asýl amaç.
Çünkü o, çok tehlikeliydi zalim Yezit için.

Hiç kimse yardým edemesin, diye onlara,
Dört bir yanlarýný kuþattýlar askerlerle önce.
Sonra düþündüler ki bu da etkilemezdi onlarý.
En iyisi susuz da býrakmaktý; susuzluktan bunalmalarý için.
Belki o zaman çok daha kolay baþ edilirdi onlarla.
Bunun için de askerlerini yerleþtirdiler Fýrat’la aralarýna.
Oysa zalimlerin bilmedikleri bir þey vardý: Ýnanmak.
Haklý olduðuna gerçekten inananlar, az da olsalar,
Vazgeçmezlerdi hiçbir zaman inandýklarý düþüncelerin-den.
Hele de bu, bir zalime baðlanmaksa,
Ölseler de vazgeçmezlerdi, doðru bildiklerinden.


lll

Birdenbire duyulan ney ve nefir seslerinden,
Yer gök inlemeye baþlamýþtý.
Hüseyin düþman askerlerine baktý hemen.
Onlarýn savaþ düzeni halini almýþ olduklarýný gördü.
Oysa birkaç günden beri görüþmeler sürmekteydi hâlâ.
Þimdiye kadar hiç de savaþ halleri yoktu.
Ne oldu da birden savaþ kararý almýþlardý böyle.
Zalimlerin bir acelesi vardý anlaþýlan.
Hem vakit de akþam üzeriydi ki zaman da dardý.
Buna raðmen savaþ kararý almalarý...
Yoksa bir korku mu düþmüþtü içlerine.

Hüseyin kardeþi Abbas’ý gönderdi düþmana,
O akþam savaþýlmamasý için;
O akþam cuma akþamýydý çünkü.
O gece cuma gecesiydi çünkü.
Gecelerin en kutsalýydý o gece.
O gece dua edeceklerdi Tanrý’ya.
Nefsini yok edecekti herkes.
Gönüllerinde Tanrý’yý bulacaklardý.
Kendilerini Tanrý’ya vereceklerdi.
Kendilerini Tanrý’yla bütünleþtireceklerdi.
Tüm canlar bir olacaktý o gece.

Savaþýn ertesi güne býrakýlma isteðini,
Ýstemeden de olsa kabul etti düþman.
Hüseyin çevresine topladý herkesi hemen.
Onlara hitaben bir konuþma yapacaktý çünkü.
“Onlar beni istiyorlar.” diyordu konuþmasýnda.
“Beni elde ederlerse baþka bir þey istemezler.
Onun için isteyen geri dönebilir.
Onlarý yenmek mümkün de deðildir;
Çok kalabalýklar çünkü.
Bu yüzden isteyen geri dönebilir.
Döndü, diye de hiç kimseye kýrýlmam.
Ben de baþýma geleceklere razýyým.
Takdir-i ezelde ne yazýlmýþsa o olur.” diyordu.
Ama hiç kimse onu terk etmedi.
Gerçek yoldaþ, yoldaþýný kötü günde terk etmeyendir.
Sonunda ölüm de olsa.

Gece sessiz ve ýssýzdý.
Bir tek Allah adý duyuluyordu,
Tüm gönüllerde ve dudaklarda.
Bir büyük mabetti sanki dünya.
Her þey ama her þey, o güne göreydi sanki.
Susmuþtu tüm dünya.
Hatta evren de susmuþtu.
Kapkaranlýk gecede ortalýðý aydýnlatan,
Bir büyük ateþ vardý sadece.
Önlem olsun diye, çadýrlarýn üç yanýna kazýlan,
Hendeklerin içindeki ateþti bu, yanmakta olan.
O bile bozamamýþtý gecenin sessizliðini.

Yakardýlar Tanrý’ya tüm gece boyunca,
Hem kendileri için hem de herkes için,
Her türlü kötülükten korusun diye onlarý.
Hele de çocuklar ve kadýnlar için,
Çok daha önemliydi bu;
Eli silah tutan erkeklerin hepsi ölürse eðer,
Kim koruyacaktý onlarý zalimlerden?
Onlarýn ne yapacaðý belli olmazdý ki.
Düþman bu, düþmanlýðýný gösterecekti elbette.
Hepsi böyle düþünüyorlardý.
Yoksa hiç kimsenin ölümden korkusu yoktu.

Sabah olmuþ, tan yeri aðarmýþtý.
Önce ufukta gittikçe koyulaþan bir kýzýllýk görüldü.
Sonra ortalýk aydýnlanmaya baþladý yavaþ yavaþ.
Derken, gecenin sessiz ve ýssýzlýðý,
Birden bir hareketliliðe býraktý yerini.
Her tarafta bir telaþ bir telaþ.
Kerbelâ çölü o gün her zamankinden daha farklýydý.
Fýrat nehri o gün daha farklý akýyordu.
Bitkiler, kuþlar, daðlar, taþlar bambaþkaydý o gün.
Seher yeli daha hafif, ýlýk ve nemli esiyordu o gün.
Kýsaca, doðadaki her þey bambaþkaydý o gün.


lV

O geceyi ibadetle geçiren Hüseyin,
Bir ara uykuya daldýðý bir sýrada,
Peygamber dedesini görmüþtü düþünde:
“Üzülme, bu akþam bizimlesin.” diyordu ona.
“Melekler karþýlamak için seni bekliyorlar.”
Hüseyin’e þehitlik müjdesi de veriyordu.
Sabah anlatýnca bunu yanýndakilere,
Aðlamaya baþladý herkes.
“Aðlamayý demiyorum.” dedi Hüseyin.
“Çýðlýklar atýp ,feryat etmeyin.”
“Gözyaþlarýnýzý sessizce akýtýn, sadece.”
O gün aþure günüydü.
Takvimler 10 Muharrem’i gösteriyordu.
Ekim’in 10’u. Yýl 680’di.

O günün ta baþýndan beri savaþa hazýrdý Hüseyin.
Peygamber dedesinin savaþ takýmlarý vardý üzerinde;
Baþýndaki sarýðýndan vücudundaki zýrhýna kadar.
Her þey ama her þey ona aitti.
Belindeki kýlýç da onundu.
Hatta üzerine bindiði at da. (Hadikatü’s Süeda-Fuzuli)
Kendinden emin bir halde askerlerinin yanýna gitti, Hüseyin.
O þundan kesin olarak emindi:
Yapýlacak bu savaþýn asýl galibinin kendisi olacaðýndan.
Bu savaþta birçoðu gibi o da ölebilirdi.
Ama sonuçta kazanan, haktan yana olandý her zaman.
Zalimler hiçbir zaman kazanamazdý çünkü.

Hüseyin, inançlý bir avuç askerini,
Gayet disiplinli bir þekilde düzenledi.
Sað ve sol yanýna en savaþçý olanlarý yerleþtirdi.
Merkeze de kendisi geçmiþti.
Sancaðý ise kardeþi Abbas’a verdi.
Kendi askerlerinin azlýðýndan kaygýlanmayan Hüseyin,
Düþman askerlerinin çokluðundan da korkmuyordu:
Ölüm onun için korkunç bir son deðildi ki korksun.
Düþman da savaþ düzeni almýþtý.
Atlý ve yaya on binlerce asker saldýrmaya hazýr bekliyordu.
Askerlerin, hayvanlarýn ve savaþ çalgýlarýnýn sesleri,
Uðultu halinde gökyüzüne yükseliyordu.

Anlaþabilmek umuduyla düþmanla konuþmaya gitti Hüseyin.
Onlara: “Ey Irak halký!” dedi.
“Ben kendi halimde yaþýyorken,
Sýrf siz çaðýrdýðýnýz için geldim.
Gördüm ki þimdi yalnýz býrakýyorsunuz beni.
Ne kötülük ettim ki size,
Benim kanýmý dökmeye karar verdiniz.”
Onlardan hiç kimse cevap vermedi Hüseyin’e.
O da kendini çaðýranlara isim isim seslendi.
Hatta gönderdikleri mektuplarý da gösterdi onlara.
Onlar bu kez: ”Doðru!” dediler, mecburen.
“Ama þimdi seni istemiyoruz!”
Bu sözler karþýsýnda Hüseyin, hiç de þaþýrmadý.
Ama acýdý onlara.

Eðer düþman topyekun saldýracak olursa,
Bu savaþta hiç þanslarýnýn olmadýðýný biliyordu Hüseyin.
Onun için teke tek vuruþmayý teklif etti düþmana.
Ama ne olursa olsun teke tek vuruþmayý.
Kabul ettiler onlar da bu tarz savaþý.
Hüseyin ilk olarak kendisi çýkmak istiyordu cenge.
Bu savaþ onun savaþýydý çünkü.
Zalimlerin asýl istedikleri de buydu zaten.
Ama dostlarý býrakmadýlar onu:
“Biz sað oldukça seni cenge býrakmayýz.” diyorlardý.
Kendileri savaþmak istiyorlardý ilk önce çünkü.

Sonra iki taraftan da er meydanýna çýkýldý.
Ýlk çýkan da Hür adýnda biri olmuþtu.
O düþman komutanýydý;
Ama býrakmýþ gelmiþti Hüseyin’in yanýna.
Sonra da hemen savaþ alanýna çýkmýþtý.
Ýlk þehit o oldu düþmanla yiðitçe vuruþa vuruþa.
Sonra da diðer yiðitler çýktý er meydanýna.
Birer aslan kesilmiþlerdi Hüseyin’in askerleri.
Önlerine kim çýkarsa öldürüyorlardý.
En ünlü dövüþçülerini de salsa düþman,
Hüseyin’in yiðitleri karþýsýnda bir varlýk gösteremiyorlardý.
Gösteremezlerdi de.
Çünkü Hüseyin’in yiðitleri inançlýydý, cesurdu.
Hatta en önemlisi yiðit mi yiðittiler.

Þaþýrmýþ kalmýþtý zalim düþman;
Susuzluk, Hüseyin’in yiðitlerine hiç etki etmemiþti, çünkü.
Meydana çýkan her yiðit olaðanüstüydü sanki.
Bitmek tükenmek nedir bilmeyen bir güçle savaþýyorlardý.
Þimdiye kadar onlarca düþman öldürmüþtü her biri.
Bu da büyük bir korkuya neden oldu düþman içinde.
Artýk hayýr gelmezdi artýk onlardan.
Ýnsanýn tüm cesareti kýran korku girmiþti içlerine.
“Böyle olursa bunlar, tek tek öldürürler hepimizi.” dedi-ler.
Korkaktý onlar, alçaktýlar, inançsýzdýlar.
“Hep birlikte saldýrmak gerek.” dediler.

Onlar savaþý yiðitçe vuruþma deðil,
Haince öldürme olarak öðrenmiþlerdi.
Sayýca yüz kat da fazla olsalar,
Hatta bin kat da fazla olsalar,
Korkak yine korkaktý,
Hain yine haindi,
Zalim yine zalimdi.
Teke tek vuruþmada yenemeyeceklerini anladýklarý zaman,
Hücum ettiler yüzlerce ya da binlerce askerle.
Direnebildiði kadar direndi Hüseyin’in yiðitleri.
Ama sonunda güçleri tükenince þehit oldular birer birer.

Oysa onlar söz vermiþlerdi Hüseyin’e.
Teke tek vuruþma için.
Daha iþin baþýnda vazgeçmiþlerdi verdikleri bu sözden.
Onlar için verilen söz, önemli de deðildi zaten.
Ýþlerine gelirse sadýk kalýrlar, gelmezse kalmazlardý.
Savaþý, kavgayý yiðitçe deðil de,
Hile ile kazanmayý amaç edinirseniz;
Ýktidarda kalmayý da adaletle deðil de,
Çeþitli ayak oyunlarýyla sürdürmeye çalýþýrsanýz eðer;
Ne savaþ sonunda ’barýþ’ getirirsiniz,
Ne de iktidarýnýzda ülkeye ’huzur.’


V

Gökyüzünün tepesine iyice yaklaþmýþ olan güneþ,
Kýlýç gibi keskin ýþýðýyla yakýp kavuruyordu yer yaný.
Bir yandan yakýcý sýcak diðer yandan susuzluk,
Herkesi bunaltmýþtý iyice.
Hüseyin sadece sabýr diliyordu herkese.
Baþka bir þey de yapmýyordu hatta:
O günden iki gün önceydi,
Hüseyin bir yeri gösterip kazdýrmýþtý.
Su çýkmýþtý o kazýlan yerden.
Ama su, çok geçmeden ortadan kaybolmuþtu.
Bu þu demekti: Kaderde susuzluk vardý.
Hüseyin bir daha hiçbir yeri kazdýrmadý, su için:
Çünkü mesele, su meselesi deðildi.
Mesele, zalimlere karþý koymaktý.

Ali Murtaza’nýn oðullarý,
Fazýl, Bekir, Osman, Avni, Abdullah ve Abbas.
Tek tek çýktýlar meydana.
Hepsi de babalarýný aratmayacak,
Haydarane yiðitlikler gösterdiler.
Düþmana dar ettiler meydaný.
Düþman cesaret edemiyordu,
Onlarýn karþýsýna tek tek çýkmaya.
Diðerlerine nasýl topluca hücum ettilerse,
Þah-ý Merdan’ýn oðullarýnýn üzerine de öyle gittiler.
Bu kadar kalabalýk düþman karþýsýnda ancak,
Yapabileceklerinin en fazlasýný yaptýlar:
Güçleri tükenene kadar çarpýþtýlar.
Sonra da tek tek þehit düþtüler.

Þehit düþen kardeþlerden Abbas’ýn yeri,
Bambaþkaydý Hüseyin’in yanýnda;
Ýslam ordusunun sancaktarlýðýndan tutun da,
Düþmanla konuþup görüþmelere kadar.
Her þeyde onu görevlendiriyordu Hüseyin.
Abbas þehit düþtüðünde,
"Þimdi belim kýrýldý!” diye inlemiþti;
Çünkü, her þeyde ona güveniyordu.
Abbas savaþma sýrasý kendine geldiðinde,
Ordunun sancaðýný topraða saplayýp,
Ýmam Hüseyin’in yanýna gitti,
-Herkesin yaptýðý gibi-ondan izin almaya.
Hüseyin de izin verdi,
Er meydanýna çýkmak isteyen kardeþine.

Hüseyin kardeþi Abbas’tan, ümitsiz de olsa,
Düþmanla konuþup görüþmesini istedi, bir kez daha;
Onu asýl kaygýlandýran kadýn ve çocuklardý.
Onlarý savunacak erkek kalmayýnca, halleri nice olurdu.
Zalimlerin ne yapacaklarý belli olmazdý ki!..
Abbas, düþmandan su istedi önce, çocuklar için.
Sonra da barýþ teklif etti onlara:
Hüseyin’in Arap ülkelerini býrakacaðýný (Hadikatü’s Süeda-Fuzuli)
Türk illerine gideceðini, söyledi.
Onlar, bunlarýn hiçbirini kabul etmediler.
Görünen oydu ki, kýyamete kadar da olsa, onlarýn
Hiçbir þekilde barýþa niyetleri yoktu.
Ve yine onlarýn, dünya sel altýnda kalsa da,
Bu zalimlerin ellerinden gelse,
O sel suyundan bir damla bile vermezlerdi.

Abbas bu durumu Hüseyin’e anlatýrken,
Çocuklarýn “Susadýk, susadýk!” feryatlarý üzerine,
Hiçbir þeyden korkmadan, Fýrat’a yöneldi;
Ne yapýp edip getirecekti suyu onlara.
Her þeye raðmen yapacaktý bunu.
Yýldýrým gibi ileri atýldý Abbas.
Fýrat’ý tutan binlerce zalim,
Müthiþ bir ok yaðmuruna tuttular onu.
Bu oklardan kurtulan Abbas, darmadaðýnýk etti düþmaný.
Fýrat’a ulaþmýþtý sonunda.
Ama suya ulaþtýrmadýlar onu.
Bir kez daha daldý düþman arasýna.
Musa’nýn Asasý gibi geçit açýp,
Fýrat’ýn suyuna ulaþmýþtý bu kez.
Önce atýný sulayýp kendisi de içmek istedi.
Hemen vazgeçti bu düþüncesinden;
Çünkü þehit olanlar ve çocuklar geldi aklýna.
Su kabýný doldurup ayrýldý Fýrat’tan.

Baðrý yanmýþ, dudaðý kurumuþ çocuklara,
Suyu bir an önce ulaþtýrmalýydý Abbas.
O, su kabýný doldururken,
Düþman iyice sarmýþtý onun çevresini.
Zalimlerin arasýna hýþýmla daldý, yine bir kez daha.
Var gücüyle atýný mahmuzlamýþtý.
At anlamýþtý sahibinin arzusunu.
O da savaþýyordu düþmana karþý þimdi.
Zalimlerin çemberini bir yarabilseydiler.
Hiç kimse tutamazdý onlarý, artýk.
Uçarcasýna giderlerdi hedeflerine.
Ama düþman öyle bir direniyordu ki,
Bir adým bile öteye gidememiþlerdi.

Büyük bir azimle direniyordu, Abbas:
Karþýsýnda koskoca bir ordu vardý,
Her türlü donanýmýyla insandan bir duvar oluþturmuþ.
Bir türlü aþamýyordu o duvarý Abbas.
Bir an geldi ki iþte o anda,
Bir zalim onun sað kolunu kopardý kýlýçla.
O da diðer eline aldý su kabýný.
Derken, diðer kolunu da kopardý, bir baþka zalim.
Þimdi her iki kolu da yoktu Abbas’ýn.
Su kabýný nasýl taþýyacaktý artýk?
Bütün bunlara raðmen hiç de býrakmaya niyeti yoktu;
Bir olaðanüstülük göstermesi gerekti bunun için.
Yaptý da nitekim.
Atýndan indi, su kabýna eðildi.
Sonra da diþleri arasýna alýp omzuna yükledi.
Zalimlerse þaþkýn bakýþlar arasýnda izledi tüm bu olanlarý.

Düþmanlarýna karþý daha bir amansýzca savaþýyordu þimdi:
Hem atýnýn hem de kendi tekmeleriyle dövüþüyordu.
Suyu her þeye raðmen ulaþtýrmalýydý çocuklara.
Zalimler, Abbas’ýn hâlâ pes etmemesi üzerine,
Su kabýný deldiler okla.
Suyun hepsi aktý gitti topraða.
Ýþte asýl o zaman yýkýlmýþtý Abbas.
Derken, aldýðý yaralarýn da etkisiyle,
Mecali kalmadýðýnda atýndan düþtü.
Ve sonunda þehit oldu o da,
Derinden gelen bir ah çekerek;
Çünkü, çocuklara suyu ulaþtýramamýþtý.


Vl

Sonra Hasan’ýn oðlu Abdullah çýktý meydana.
Yiðitçe savaþýyordu hiçbir þeyden korkmadan.
Karþýsýna çýkanlarý deviriyordu bir bir.
Hiç kimse dayanamýyordu onun önünde.
Artýk, onun karþýsýna çýkmak istemiyordu hiç kimse.
Bunun üzerine bir bahane buldu zalim düþman:
Abdullah’ýn susuzluktan bunalmasýný bekleyeceklerdi.
Bekliyorlardý da büyük bir sabýrla.
Ama Abdullah bekleyemezdi, nitekim beklemedi de;
Saldýrdý düþman üzerine bir arslan gibi.
Hem de düþman ordusunun tam ortasýna.
Herkes kaçýyordu onun önünde.
Çil yavrusu gibi daðýlýyorlardý,
Onun yýldýrým gibi hücumu karþýsýnda.
Hatta ordu komutaný Sa’d oðlu Ömer de kaçmýþtý.
Baktýlar ki askerleri daðýlacak, beklemekten vazgeçtiler.
Hemen toplanýp saldýrdýlar, hep birlikte onun üzerine.

Bu toplu saldýrýyý gören Hüseyin’in askerlerinden,
- Baþta köle Firûzan olmak üzere - üç kiþi çýktýlar mey-dana.
Yardým etmek için koþtular Abdullah’ýn yanýna.
Þimdi dört yiðit savaþýyordu, yüzlerce namerde karþý.
Bu dört cengâver öyle bir savaþýyordu ki,
Dar gelmiþti koca meydan düþmana.
Bunun üzerine bir o kadar daha namert geldi,
On binlerce düþman askeri arasýndan.
Kalabalýk olmak bir þey ifade etmiyordu,
Bu dört cengâverin yiðitçe vuruþmasý karþýsýnda.
Hele köle Firûzan bir baþka cenk çýkarýyordu o gün;
Darmadaðýnýk ediyordu zalimleri.
Eðer susuzluðu olmasaydý o gün, onun,
Koca bir orduyla baþ ederdi tek baþýna.
Susuzluk içini yakýncaya kadar yiðitçe savaþtý düþmanla.
Þimdi o da þehit olmuþtu artýk.

Abdullah’ýn içini hararet basmýþtý iyice.
Daha fazla karþý koyamýyordu düþmana artýk.
Bunun üzerine amcasý Hüseyin’in yanýna geldi:
Ona susuzluðunu, içindeki harareti söyledi.
Hüseyin de ona þehitliði müjdeliyordu ancak.
Abdullah tekrar döndü yiðitlik meydanýna ama,
Karþýsýnda deðil bir yiðit bulmak, binlerce namert buldu.
Onun bu kez daha fazla dayanamayacaðýný bilen düþman,
Binlerce kiþiyle hücum etti üzerine.
Ortalarýna alýp dört bir yanýndan saldýrdýlar.
Dayanabildiði kadar dayandý Abdullah.
Gücü tükenene kadar savaþtý.
Takati kesilene kadar vuruþtu.
Sonunda þehit düþtü yiðitçe vuruþa vuruþa.

Hani bir ateþ koru düþtüðü yeri nasýl yakarsa hemen.
Ýþte öyle yakmýþtý, Kasým’ýn yüreðini bu acý.
Gözleri kararmýþtý, her yer kapkaranlýk gelmiþti ona.
Ýntikam ateþi düþmüþtü içine.
Kardeþinin böyle hunharca öldürülmesine çok öfkelenmiþti.
Yiðitçe savaþmýþtý o, mertçe savaþmýþtý.
Oysa öyle savaþmamýþtý namert düþman.
Kasým’ýn içinde büyük bir ýstýrap vardý.
Kardeþinin intikamýný almalýydý mutlaka.
Bunun için amcasý Hüseyin’in yanýna gitti, izin almaya.
Ama Hüseyin hiç de izin verme yanlýsý deðildi;
Yeðeninin savaþmasýný istemiyordu çünkü.
Kasým bir çok yönüyle çok benzerdi babasý Hasan’a.
Hem de Kasým daha çok gençti.

Delikanlýydý o, kaný kaynýyordu, duramýyordu yerinde.
Çýkmak istiyordu yiðitlik meydanýna bir an önce.
Ne yapýp edip amcasýný ikna etmeliydi bunun için.
Ama amcasý Hüseyin bir türlü ikna olmuyordu.
Sonra birden babasýnýn vasiyeti geldi hatýrýna.
Derler ki Hasan, bir pazýbent takmýþtý oðlunun koluna.
Sýkýntýlý zamanýnda açmasýný istemiþti ondan.
Pazýbent açýlýnca þunlarýn yazýldýðýný gördü Kasým:
“Amcan Hüseyin, Kerbelâ’da zorda kaldýðýnda,
Canýný vermekten çekinme onun yolunda.”
Öylesine çok sevindi ki bunu okuyunca Kasým.
Koþarak geldi amcasýnýn yanýna, büyük bir mutlulukla.
Vasiyetnameyi gösterdi ona.
O da izin verdi yeðenine ister istemez.
Ama Hüseyin’e de bir vasiyette bulunmuþtu Hasan:
Bu, Kasým’ýn nikahýný kýymaktý.(Hadikatü’s Süeda - Fuzuli)
Hem de Hüseyin’in kendi sevgili kýzýyla.

Hüseyin, Kasým’a niþanlýsýný gösterip nikahlarýný kýydý.
Niþanlýsýný bu olmadýk zamanda karþýsýnda gören Kasým,
Sevgilisinin güzelliðine hayran kaldý.
Bu güzelliðe kendini kaptýrmýþ gitmiþti.
Bir an için bile gözlerini alamýyordu ondan.
Ne zamandan beri seyrettiðinin farkýnda bile deðildi.
Ta ki gür bir nara duyuncaya kadar:
Zalim düþman er diliyordu meydana.
Kasým kendine geldi: utandý, kýzardý.
Yiðitlik meydanýna çýkmak için hemen hazýrlandý.
Tüm bu olanlarý kaygýlý gözlerle seyreden kadýnlar,
Þimdi birden feryada baþladýlar.
Çýðlýklarý bütün dünyayý kaplamýþtý sanki.
Kasým’ýn gitmesini, ölmesini istemiyorlardý;
Muratlarýna nail olamamýþlardý çünkü, onlar.

Çarçabuk hazýrlanýp çýktý savaþ alanýna, hemencecik.
Hüseyin de yardým etmiþti yeðeninin hazýrlanmasýna.
Þehit olacaðýný iyi biliyordu Kasým;
Amcasý onun gömleðinin yakasýný koparmýþtý çünkü.
Bir kefen kýlýðý vermek için yapmýþtý bunu Hüseyin.
Ölümden korkmuyordu Kasým.
Hiçbir þeyden de çekinmiyordu ayný zamanda.
Ama aklý fikri hep niþanlýsýndaydý.
Nasýl bir yiðit olduðunu göstermeliydi sevgilisine.
Gösteriyordu da; dayanamýyordu düþman onun karþýsýn-da.
Aþk tüm ölümsüz gücünü ona vermiþti þimdi.
Böyle olunca da, hiçbir güç dayanamýyordu onun önün-de.
Bir bir deviriyordu önüne geleni çünkü.
Tüm güçler birleþse baþ edemezlerdi þimdi onunla.
Kýsa sürede anlamýþtý bunu düþman.
Onun için hep birlikte hücum edeceklerdi yine.
Ama bu kez farklý yapacaklardý bunu;
Kýlýç, ok ve süngü ile yaralamaya çalýþacaklardý önce.
Ve sonra, ayný anda ney, kös ve nefir sesleriyle de,
Moralini bozmaya çalýþacaklardý.

Susuzluðu içinde iyice hissetmeye baþlamýþtý Kasým.
Bunun için döndü geldi Hüseyin’in yanýna:
“Ýçimi yakýp kavuruyor.” dedi, ”Bu susuzluk ateþi.”
Hüseyin ona þehitliði müjdeledi, ancak.
Ýsterse bir kez daha niþanlýsýný görebileceðini de söyledi.
Gitti sevgilisinin yanýna Kasým.
Ýçindeki sevda ateþi, susuzluk ateþini bastýrmýþtý sanki.
Hiç ayrýlmak istemiyordu sevgilisinin yanýndan.
Ama öte yandan, zalim düþman bekliyordu onu
Er meydanýnda.
Yüreði parçalanarak da olsa veda etti,
Gözyaþlarýna boðulmuþ sevgilisine.
Ehl-i Beyt’teki kadýnlar feryada baþladýklarýnda,
O kahretti zalim feleðe;
Sevenleri birbirinden ayýrdýðý için.

Tekrar er meydanýna çýkmýþtý Kasým.
Ama karmakarýþýktý kafasý.
Kaygý doluydu içi.
Þöyle bir göz attý meydana.
Düþman onu bekliyordu, avýný bekleyen kurt sürüsü misali.
Tam, düþman üzerine dolu dizgin giderken,
Birden, gözü düþman sancaðýna iliþti.
Artýk belliydi hedefi;
Yere düþürecekti düþman sancaðýný.
Var gücüyle hücum etti o yana.
Ama düþman iyi savunuyordu sancaðýný.
Kan revan içinde kalmýþtý her yaný.
Gittikçe gücünü de kaybediyordu.
Daha da zayýf hamleler yapýyordu her defasýnda.
Sonunda þehit düþmüþtü o da.


Vll

Hüseyin’in oðullarýndan Ali Ekber,
Birden yerinden fýrlayýp babasýnýn yanýna geldi;
Yalvara yakara izin istedi ondan, ýsrarla,
Yiðitlik meydanýna çýkmak için.
Hüseyin izin verdi sonunda, üzülerek de olsa.
Oðlunu kendi eliyle hazýrladý sonra.
Çýðlýk çýðlýðaydý Ehl-i Beyt’teki tüm kadýnlar.
Savaþmasýný istemiyorlardý onun.
Daha çok gençti çünkü.
Yamandý Ali Ekber, hem de çok yaman.
Hiç kimse döndüremezdi onu yolundan.
O, on sekiz yaþýn verdiði coþkuyla,
Bir an önce çýkmak istiyordu yiðitlik meydanýna.

Muhammet peygamberin sesi çok özlendiði zaman,
Ali Ekber’i konuþtururdu Ehl-i Beyt’tekiler.
O kadar çok benzerdi ki peygamber dedesine,
Sesinden simasýna kadar...
Onun kadar benzemezdi hiç kimse.
Yiðitlik meydanýna çýkmýþtý þimdi Ali Ekber.
Oyunlar gösteriyordu atýyla dosta düþmana.
Kendisini tanýttý sonra gür bir nara atarak.
-Zaten tanýmýþtý düþman onu, peygambere benzerliðinden-
Er diledi karþýsýna yiðitçe savaþacak.
Ama hiç kimse çýkmadý karþýsýna:
Sýcaktan ve susuzluktan bunalmasýný bekleyeceklerdi.
Eðer Ali Ekber saldýracak olursa,
O zaman da mýzraklarla karþýlayacaklardý onu.

Onlar öylece bekliyorlardý ama,
Daha fazla bekleyemezdi Ali Ekber.
Güneþ gittikçe daha çok yakýyordu çünkü.
Ona hiçbir þey engel olmamalýydý;
Ne sýcak ne susuzluk ne de mýzrak ormaný.
Hücum etti zalimlerin üzerine hiç korkmadan:
Bir bir deviriyordu önüne geleni.
Onlara yiðitlik meydanýný dar etmiþti.
Aslanlar gibi savaþýyordu düþmanla.
Yiðitti o, delikanlýydý o.
Hiçbir þey engel olamýyordu ona.
Þunu iyi biliyordu düþman:
Elbet, sýcak ve susuzluk ona etki edecekti.
Sadece savunmada kalýyorlardý bunun için.
Sonunda dayanamadý da Kerbelâ çölünün sýcaklýðýna.
Büyük bir hararet basmýþtý içini.

Sonra babasý Hüseyin’in yanýna geldi:
“Susuzluktan bunaldým.” dedi babasýna.
Aðzý dili kurumuþtu.
Öyle ki dili aðzýnýn içinde kapkara olmuþtu.
Üzerindeki zýrhý da ýsýnmýþ, onu yakýyordu.
Savaþ aletleri de aðýr gelmiþti nazik bedenine.
Hüseyin dilini uzattý oðluna.
Emmesini istedi Ali Ekber’den.
Babasý Hüseyin’in dilini emen Ali Ekber, (Taberi Tarihi)
Susuzluðunu biraz da olsa gidermiþti.
Oðlunun terli ve tozlu yüzünü,
Elleriyle sildi, temizledi Hüseyin.
Sonra da onu tekrar gönderdi yiðitlik meydanýna.

Yiðitlik meydanýna tekrar dönen Ali Ekber’in,
Dört bir yanýný sarývermiþti zalim düþman.
Biliyorlardý ki Ali Ekber bu kez,
Sýcak ve susuzluða daha fazla dayanamazdý.
Hele de toplu olarak üzerine gidip sýkýþtýrýlýrsa,
Takati çabuk kesileceðinden,
Onu yenmek çok daha kolay olurdu.
Gerçi bu yiðitliðe sýðmazdý ama,
Onlar için bunun hiç önemi yoktu.
Zaten baþýndan beri de yapýyorlardý bunu.
Etrafýný sarýp çember içine almýþlardý onu.
Her ne kadar da onda,
Büyük dedesi Muhammet peygamberin yiðitliði,
Dedesi Þah-ý Merdan’ýn savaþçýlýðý da olsa,
Bir yere kadar dayanabilirdi:
Öyle de oldu sonunda nitekim;
Sýcaktan, susuzluktan ve aldýðý yaralardan,
Gücü tükenmiþ, takati kesilmiþti.
Her yandan gelen kýlýç darbelerine karþý koyamýyordu ar-týk.
“Baba!” diye baðýrabildi ancak, sesi çýktýðý kadar.

Oðlunu sesini duyan Hüseyin,
Elinde olmadan feryat etti.
Yer gök yankýlandý bu feryatla.
Tüm cihan inledi sanki o anda.
Güneþ patlamýþ gibi gökyüzünün rengi deðiþmiþti.
O vakte kadar hiç ama hiç kimse,
Onun feryat ettiðini duymamýþtý.
Zulme, acýya, hainliðeydi feryadý.
Oðlunu zalimce vurmuþlardý gözünün önünde.
Büyük bir hýþýmla atýldý meydana.
Zalim düþman, onun üzerlerine geldiðini sanarak,
Kaçýþtýlar büyük bir korkuyla, ta çadýrlarýna kadar.
Oysa o, oðlunu almak için çýkmýþtý meydana.

Toza topraða batmýþtý Ali Ekber.
Kan revan içindeydi.
Alýp çadýrýna getirdi Hüseyin onu.
Baþýný dizine aldý sevgili oðlunun.
Yüzündeki tozlarý sildi eliyle.
Sonra da saçlarýný düzeltti.
Yanaðýný oðlunun yanaðýna deðdirip,
“Oðlum, Ali Ekber!” diye seslendi, ona.
Babasýnýn sesini duyan Ali Ekber, gözlerini açtý.
Sevgili babasýný, annesini ve kardeþlerini gördü.
Hepsi toplanmýþlardý, baþucundaydýlar.
Üzgündüler, kaygýlýydýlar.
“Baba!” dedi anlaþýlabilir bir sesle.
Sonra, ancak Hüseyin’in anlayabileceði bir þeyler söyle-di,
Gittikçe alçalan bir sesle.
Sonunda o da þehit olmuþtu.
Kardeþi Zeynep üstüne kapanmýþ, feryat ediyordu.
Çýðlýk çýðlýðaydý tüm kadýnlar.
Onlara teselli veriyordu Hüseyin:
Ýnananlar belâya sabreder.

Ali Ekber’in þehit olmasýndan sonra,
Hüseyin’in yanýnda iki oðlu kalmýþtý þimdi:
Biri Ali Asgar, diðeri Zeynelabidin.
Ali Asgar altý aylýk bir bebekti. (Hadikatü’s Süeda-Fuzuli)
Bir süt çocuðuydu daha. (Taberi tarihi)
O gün ta seher vaktinden beri aðlýyordu;
Açtý çünkü, susuzdu da.
Aðzýna ne bir damla süt ne de su girmiþti o gün.
Susuzluk ve gerginlik annesinin sütünü de kesmiþti.
Avutmak için kucaðýna aldý onu Hüseyin.
Ama ne yaptýysa boþunaydý.
Bebek bir türlü avunmuyordu.
Mutlaka süt ya da su gerekti onun için.
Hüseyin, umutsuz da olsa, bebeði zalimlere gösterdi:
“Haydi biz neyse de.” dedi.
“Þu yavrucaða bir damla su verin.”

Bir bebeði kendilerine düþman sayacak kadar,
Öyle taþ kalpli zalimlerdi ki onlar,
Ne yapsan ne etsen yararý yoktu.
Onlarýn gözleri kör, kulaklarý saðýrdý çünkü.
“Yezit’i halife tanýmadýðýn sürece” dediler,
“Ne sana ne de çocuklarýna bir damla bile su yoktur.”
Onlar için insan önemli deðildi.
Onlar için iktidar önemliydi, makam ve mevki önemliydi.
Oysa bunlar her türlü kötülüðü yaptýrýrdý insana.
Bir zamanlar peygamberin yanýnda,
Onunla birlikte her türlü cefayý çeken insanlar,
Bugün oðullarýnýn iktidar, makam ve mevki için,
Ne kadar alçaldýklarýný görseler,
Utançlarýndan kahrolurlardý herhalde.

Bir bebekten bir damla suyu esirgeyenlerle,
Konuþacak hiçbir þey olamazdý artýk.
Gerisin geriye dönüp geliyordu ki Hüseyin.
Ýþte tam o sýrada, zalimlerden biri bir ok attý:
Bu ok geldi geldi, bebeðin boðazýna saplandý.
Bunu gören Hüseyin neye uðradýðýna þaþýrdý.
Beyninden vurulmuþa dönmüþtü adeta.
Minicik yavrusunun kanlarý akýyordu boðazýndan.
Sesi soluðu da çýkmýyordu artýk.
Haykýrmak istiyordu Hüseyin:
Acýmasýzlýða, insafsýzlýða, zulme karþý haykýrmak istiyordu.
Ama haykýramýyordu;
Nefesi tutulmuþ, sesi kesilmiþti çünkü.
Boðazýna bir þeyler düðümlenmiþti sanki.
Gözünden iki damla yaþ gelmiþti ancak.
Zalimliðin bu kadarý da olamazdý.
Ne istiyorlardý þu günahsýz yavrudan.
Büyük bir öfke duydu içinde Hüseyin.
Ama yine de lanet okuyamadý onlara.
Acýmýþtý sonlarý için çünkü.
Kendine sonsuz bir sabýr diledi Tanrý’dan.

Büyük bir soðukkanlýlýkla çýkardý Hüseyin,
Bebeðinin boðazýndaki oku.
Oluk oluk kan boþanmýþtý o minicik yavrusundan.
Önce oðlunun tenindeki kanlarý sildi Hüseyin.
Bir güzel temizlemiþti o mübarek elleriyle.
Sonra da karýsý Þehrbanu’ya verdi,
O masumun cansýz bedenini.
“Þehit oldu oðlun.” dedi, üzgün bir sesle.
Yine çýðlýk atýp, feryat etti tüm kadýnlar.
Ama bu kez lanetler de yaðdýrýyorlardý,
Zalimlerin üzerine tüm nefretleriyle.
“Ne olursa olsun, sadece sabredin.” diyordu Hüseyin.
“Hem de belânýn her çeþidine.”
“Zalimler ise bir gün mutlaka cezalarýný çekeceklerdir.”
“Hem de korkunç bir þekilde.”


VIII

Olaylarýn ta baþýndan beri hastaydý Zeynelâbidin.
Çöl hummasý hastalýðýna yakalanmýþtý çünkü
Çadýrdaki yataðýndan kalkamayacak kadar kötüydü.
Tir tir titriyordu.
Çok da zayýflamýþtý.
Yirmi yaþýnda olmasýna raðmen,
Dokuz yaþýnda gibi görünüyordu.
Bin bir güçlükle ayaða kalktý Zeynelâbidin.
Meydana çýkýp savaþmak istiyordu.
Savaþmamasý gerektiðini söyledi Hüseyin, ona.
Kendisindeki emanetleri teslim edeceði
Bir tek o kalmýþtý çünkü.
Onun için sað kalmalýydý o.
Hüseyin teslim etti Zeynelâbidin’e,
Dede ve atalarýndan kalan emanetleri:
Kelâmullah, Fatýma’nýn Mushaf’ý, (7) Hadikatü’s Süeda-Fuzuli
Cifr-i Ebyaz, Cifr-i Câmi,
Kýyamet ilmi ve Baki ilimlerdi bunlar.
Bunlarýn sorumluluðunu ancak imamlar taþýyabilirdi.


IX

Dostlarý böyle günde yalnýz býrakmak olmazdý.
O da gidecekti onlarýn gittiði yere.
"Dostlarýn düðününe giderken süslenmek gerek." dedi.
Ve toz içindeki elini, yüzünü, saçlarýný temizledi sonra.
En güzel giysilerini de giyindi ardýndan.
Tüm silah takýmlarýný da tekrar gözden geçirdi bir bir.
Aslýnda o, cenge ilk olarak kendisi çýkmak istiyordu;
Hiç kimsenin acýsýný görmek istemediði için böyle istemiþti.
Ama yiðit dostlarý, canlarý onu býrakmadýlar ki savaþsýn.
Þimdi ise, onlarý hepsi tek tek þehit olduklarýna göre,
Artýk kim engel olacaktý ona?

Ehl-i Beyt’e veda edip er meydanýna çýktý Hüseyin. (Hadikatü’s Süeda-Fuzuli)
Peygamber dedesinin Zülcenah adýndaki atýna binmiþti.
Boynunda da babasý Ali’nin Zülfikar adlý kýlýcý vardý.
Hamza’nýn kalkaný da omzundaydý.
Kendinden gayet emin bir halde çýkmýþtý meydana Hüseyin.
Hiçbir korkusu, kaygýsý, telaþý yoktu da.
Niçin olsundu hem.
Hele de siyaset, makam ve mevki için,
Bir araya gelen çýkarcýlarýn ordusuysa bu.
Onlardan zerre kadar korkusu olamazdý.
Ölüm desen; zaten ondan hiç korkusu yoktu.
Yazýlanlar gelirdi nasýl olsa her kulun baþýna.
Kaderinde burada candan olmak varsa eðer
Bundan kaçýþ olmadýðýný da bilirdi, aklý baþýnda olanlar.

Þimþek yürüyüþlü atýný sürdü meydanýn tam ortasýna.
Önce elindeki can alýcý kargýyý sapladý topraða.
Gelenek olduðu üzere kendini tanýttý sonra.
Kim olduðunu uzun uzun anlattý onlara.
Ardýndan zalimliðin cezasýz kalmayacaðýný da söyledi.
Geçmiþ zamanlara bakýldýðýnda, zalimlerin,
Ne büyük azaplar gördüðünü anlattý onlara tek tek;
Firavun’u, Nil ýrmaðýný anlattý önce. (1) Hadikatü’s Süeda-Fuzuli
Fil ashabýnýn askerini, Ebabil kuþlarýný anlattý.
Lût kavminin lanetleniþini anlattý sonra.
Nuh tufanýný da anlattý en sonunda.
Belki kalpleri yumuþar diye.
Ama hiç de yumuþamýyordu.
Sanki kinle mühürlenmiþti kalpleri.

Hüseyin barýþ dolu sözler söyledi onlara.
Savaþ istemediðini de söyledi.
Savaþýn baþýndan beri defalarca söylemiþti bunu.
Ama düþman yine bildiðini okuyordu.
Kulaklarý da saðýrdý anlaþýlan bunlarýn.
Yetmiþ iki yiðidi þehit düþmesine raðmen,
Yine barýþtan yanaydý Hüseyin.
Þimdi kendisinin yaþamasý gerekiyordu.
Kendi nefsi için istemiyordu bunu.
Bunu kadýn ve çocuklar için istiyordu.
Eðer kendisi de þehit düþerse kim sahiplik edecekti onla-ra.
O zaman nice olurdu halleri.
Bunun için yine barýþ teklif etti zalimlere.
Arap topraklarýný, Irak’ý onlara býrakacaktý.
Kendisi Anadolu’ya, Türk illerine gidecekti. (1) Hadikatü’s Süeda-Fuzuli
Yeter ki kadýn ve çocuklarý alýp götürsündü.
Ama düþman hiçbir teklifi kabul etmiyordu.
Çünkü onlar, kanýna susamýþlardý Hüseyin’in.

Güneþ görünmez olmuþtu birdenbire.
Gökyüzü kara bulutlarla kapanmýþ gibiydi.
Gittikçe yaklaþan bir uðultu geliyordu Kerbelâ’nýn üzerine.
Çok geçmeden anlaþýlmýþtý bunun nedeni;
Düþman ok yaðmuruna tutmuþtu Hüseyin’i.
Hem de yüzlercesini atarak.
Çevresi bir ok dikenliði olan Hüseyin,
Kendini iyi korumuþtu bu saðanaktan kalkanýyla.
O sýrada dev bir toz bulutu geldi, dikildi meydanýn ortasýna.
Bir süre kendi çevresinde dönüp durdu bir hortum misali.
Sonra müthiþ bir kasýrga olup esti.
Daha sonra da çekip gitti, her yaný tozu dumana katarak.
Sanki Hüseyin’le bir þeyler konuþtu, bu dev toz bulutu.

Hüseyin o an gür bir nara attý yeri göðü inleten.
“Er istiyorum.” dedi “Teke tek dövüþecek.”
Kestiler ok yaðmurunu bu söz üzerine.
Seçip gönderdiler en dövüþçü olanýný aralarýndan.
Kendisinin yenilmez olduðunu sanan biri çýktý meydana.
Hem söz söylemede de küstah mý küstahtý.
Kin nefret dolu sözler söyledi Hüseyin’e.
Yezit’e biat etmesini istedi utanmadan.
Bu sözler üzerine Hüseyin gür bir nara daha attý.
Ama bu kez Kerbelâ çölünde deprem oluyor sandý her-kes.
Zalimlerin ordusu tir tir titredi korkudan.
Narayý atarken düþmaný öldürmüþtü bile Hüseyin.
Zalimin kalbine saplamýþtý mýzraðýný, tam da en derin yerine
Mýzraðý çekerken zalimin kalbinden, ayaðýyla itti onu ye-re
Zalim boþta kalýnca boþ bir çuval gibi yýðýlýkaldý yere.
Ýkinci bir dövüþçü daha geldi karþýsýna, o da öyle küstahtý
Hamle yaptý Hüseyin’e, savuþturdu onu Hüseyin
Sonra az önce kullandýðý mýzraðý onu karnýna soktu.
Baðýrsaklarý delinen zalim neye uðradýðýný bilemedi
Düþtü sonra yere tozu dumana katarak.

“Dövüþçü istiyorum!” dedi Hüseyin yine gür bir sesle.
Ama düþman þaþkýndý.
Onun karþýsýna dövüþçü çýkaracak durumda deðildi.
Hüseyin öylesine nara atmýþ ve kýlýç sallamýþtý ki,
Her babayiðit karþýsýna çýkmaya cesaret edemezdi.
Zaten düþman da öylece kalakalmýþtý yerinde.
Sýtmaya tutulmuþ gibiydi hepsi.
Tir tir titriyordu bedenleri.
Küt küt atýyordu kalpleri.
Renkleri uçmuþtu, bembeyaz olmuþtu benizleri.
Bu korku yeterdi onlara.
Ölümden de beterdi bu korku.
Ancak biraz þaþkýnlýklarý geçince çýkarabildiler,
Dövüþçülüðüyle ün salmýþ birini daha, Hüseyin’in karþýsýna.
Kýlýç salladý Hüseyin’e karþý bütün maharetiyle korkusuzca.
Hüseyin de kýlýç salladý ona
Kýlýç sesleri her yeri çýnlatýyordu.
Kimi zaman kýlýnçlarýn kývýlcýmlarý göðe doðru uzanýyordu.
Yaman çýkmýþtý bu zalim, kýlýçta oldukça ustaydý.
Hem de ölümüne direniyordu ölümden kaçmak için.
Kýlýncýnýn son darbesinin savan Hüseyin,
Ona öyle bir vuruþ vurdu ki, bu vuruþ onun sonu oldu
Çünkü bu vuruþla Hüseyin, onu tam da ikiye biçti, hem de,
Yarýsý atýnýn bir yanýna, diðer yarýsý öte yanýna düþürerek.
Hatta atý da ikiye bölünmüþtü.

Derken bir baþkasý geldi karþýsýna ama ürkerek
Yüzü gözü sapsarý, korkudan olsa gerek.
Kendinden öncekilerin durumunu gördüðü için korkmuþtu
Hatta cehennem korkusu artmýþtý kalbinin en derin yerinde
Bu zalimin de korktuðu sonunda baþýna da gelmiþti zira
Hüseyin öyle yaman bir vuruþ vurdu ki kýlýcýyla zalime
Kýlýcý, sanki Sýrat Köprüsü gibi ince bir ip gibi girmiþti.
Ama zalim hiç hissetmemiþ gibi devam etti vuruþa
Ama sonra güçten düþmeye baþlayýnca acý içinde hissetti
Kemiklerinin ikiye bölündüðünü
Anladýðýndaysa caný uçup gitmiþti yerden yukarýya doðru.
Hatta ondan sonra bir baþkasý daha
Derken bir baþkasý daha…
Sarý çöl kumu kan revan içinde kalmýþtý al al
Hüseyin’in de her yeri zalim kanýyla boyanmýþtý kýpkýrmýzý
Kýlýcýndan da kan damlýyordu ateþ gibi kor kor
Bu gidiþle tüm Kerbelâ kan rengine dönerdi,
Hatta belki de tüm dünya acý içinde yanardý.

En iyi dövüþçüleri bile dayanamýyordu Hüseyin’e karþý.
Hepsi de tek bir vuruþla ölüyorlardý.
Hiç kimse çýkamaz olmuþtu artýk karþýsýna.
Bunun üzerine topluca saldýrma kararý aldýlar yine.
Çember içine alacaklardý onu.
Aldýlar da nitekim.
Her yandan saldýrýyorlardý þimdi.
Ama hiç kimse iyice yaklaþamýyordu ona.
Ancak hep birlikte yaklaþabiliyorlardý.
Sonra da hep birlikte çekiliyorlardý.
Çakal sürüsü nasýl avýnýn çevresinde döner durur ya,
Öyle dönüyorlardý Hüseyin’in çevresinde, iþte.
Onun zayýf bir anýný kolluyorlardý.
Niyetleri onu hem yormak hem de susuzluktan bunaltmaktý.
Ancak böyle baþ edebilirlerdi çünkü.

Güneþ ikindi vaktine eriþmiþti bu sýrada.
Günün en sýcak zamanýydý þimdi.
Hüseyin’in içi yanýyordu hararetten.
Susuzluk son sýnýrýna gelmiþti onda.
Öyle ki dili aðzý içinde kapkara olmuþtu.
Fýrat’a doðru ilerlemek istedi bunun üzerine.
Bunu anlayan düþman telaþlandý:
“Eðer su içerse Hüseyin, bir kez
Þimdiye kadar ki bütün çabamýz boþa gider.” diyorlardý. (Taberi Tarihi)
“Onu susuzluðuyla bu hale getirdik.
Eðer su içerse, hiç kimse tutamaz artýk onu.
Bunun gibi bir ordu daha olsa baþ edemez onunla.
Ne yapýp edip ona engel olmak gerek.
Ne ona ne de atýna bir damla su içirtmeyin!” (Hadikatü’s Süeda-Fuzuli)
Böyle baðýrýyordu melun Þemir, bütün zalimlere.

Zalimler koca bir orduyu yýðmýþlardý Fýrat’la arasýna.
Saf saf dizilmiþlerdi Hüseyin’e karþý.
Amansýz bir mücadele vardý þimdi meydanda.
Bir yiðide karþý binlerce namert,
Ýnançsýzca karþý koyuyorlardý var güçleriyle.
Hüseyin týpký babasý Ali gibi cenk ediyordu.
Aslanlar gibi saldýrýyordu düþmanýn üzerine.
Öyle azimle savaþýyordu ki,
Zalimler ha bire geri çekiliyorlardý.
Kýlýcý sanki kýlýç deðil bir makineydi.
Biçiyordu karþýsýna çýkaný.
Her kýlýç vuruþunda kara kaný fýþkýrýyordu,
Zalimlerden birinin bir yerlerinden.
Kara ölümden kaçýþ yoktu onlar için.

Düþmanla görülmemiþ bir þekilde cenk eden Hüseyin,
Bir yandan da kendinin kim olduðunu anlatýyordu onlara.
Hem de býkýp usanmadan yapýyordu bunu:
Peygamber dedesini, annesi Fatma’yý, babasý Ali’yi.
Öte yandan da öðüt veriyordu onlara:
Zulümle bir yere varýlamayacaðýný anlatýyordu.
Zalimlerin mutlaka ceza göreceklerini de söylüyordu.
Hiç kimsenin zalimliði yanýna kâr kalmazdý.
Ama onlarýn hiçbiri aldýrmýyordu bile ona.
Belki az da olsa piþman olanlar da vardý içlerinde, ama
Korku nedeniyle, seslerini çýkaramýyorlardý.
Ne de olsa can tatlýydý.
Ama bir kýsmý vardý ki, iþte o bir kýsmý.
Çýkar için zalimlerin safýnda yer almýþlardý onlar.
Yezit’in, Ziyad’ýn, Ömer’in ve Þemir’in yanýndaydý onlar.
Ama olsun, yine de hiçbir þey için geç olamazdý.

Hüseyin bir kez kafasýna koymuþtu Fýrat’a ulaþmayý.
Ne pahasýna olursa olsun yapacaktý bunu.
Karþýsýndaki ordu ne kadar güçlü de olsa,
Onun azmi karþýsýnda bir hiçti.
Tüm engelleri aþarak Fýrat’a ulaþacaðýna inanýyordu o.
Ulaþtý da sonunda nitekim.
Düþman saflarýný bir bir parçalayarak ulaþmýþtý Fýrat’a.
Hatta içmek için, suyu avucuna da almýþtý.
Ama o sýrada sanki bir ses ona:
“Bu suyu içemezsin.” diyordu. (1) Hadikatü’s Süeda-Fuzuli
Kadýn ve çocuklar geldi gözünün önüne hemen.
Onlar þimdi nasýl da susuzluktan kývranýyorlardýr.
O anda döktü avucundaki suyu.
Ýçmekten vazgeçmiþti artýk.
Þöyle bir baktý sonra, o masmavi buz gibi suya.
Coþkun ve azimli akýyordu Fýrat.
Gururluydu da.
Belli ki nice engelleri; daðlarý, taþlarý aþmýþ gelmiþti
Hiçbir güç onu yolundan alýkoyamamýþtý.

Gerisin geriye döndü geldi otaðýna Hüseyin.
Ýlk yaptýðý da kadýn ve çocuklarýn yanýna gitmek oldu.
Onlarýn ne durumda olduðunu bilmeliydi çünkü.
Merak etmiþti onlarý çünkü.
Hatta kaygýlanmýþtý da.
Nitekim ne durumda olduklarýný görmüþtü sonunda;
Hepsi üzgün ve tedirgindiler.
Hepsi üzgün üzgün gözyaþý döküyorlardý.
Onu görünce çok büyük bir sevinç gösterdiler.
Ama kaygýlandýlar bir yandan da.
Aðzýndan kan akýyordu çünkü.
Birçok yara almýþtý bu Fýrat’a ulaþma sevdasýndan.

Bu sýrada Hüseyin, þehit olan oðullarýný gördü.
Onlarý öyle görünce acý bir sýzý duydu kalbinin üzerinde.
Sanki ateþ olmuþ yakmýþtý bu sýzý onun tüm bedenini.
Bir an için de olsa, aklýndan hiç çýkmamýþtý hiçbiri.
Bir an için de olsa, acýsý dinmemiþti kalbinin derinliklerinde.
Yanlarýna gitti, baktý yüzlerine büyük bir özlemle.
Eðilip sessizce baktý her birine.
Sonra da öptü alýnlarýndan tek tek.
Ýçinde ne fýrtýnalar kopuyordu kim bilir þu an.
Ýçindekileri dýþýna vurmak istemiyordu besbelli.
Ama gözyaþlarý ýrmak olmuþ, çaðýldýyordu yanaklarýna.
Hiç kimse görmesin diye baþýný öne eðmiþ, yere bakýyordu.
Gözyaþlarýný ve kýzarmýþlýðýný kimse görsün istememiþti.
Dua etti onlara, büyük bir sabýr diledi kendine.
Sonra da oðlu Zeynelâbidin’in yanýna gitti.
Onu baðrýna bastý, öptü, kokladý.
Böylece içindeki ayrýlýk acýsýný bastýrmaya çalýþtý.

Düþman üzerine tekrar gitmeden kadýnlarý topladý, çadýrda.
Kendisinden sonra ne yapmalarý gerektiðini anlattý, bir bir.
Bu gidiþinde dönmeyeceðini biliyordu çünkü.
Bunu onlara ima da etti, hatta.
“Musibet için hazýr olun.” dedi, sonra.
Bunun bir ilahi takdir olduðunu da söyledi, ardýndan.
Elden bir þey gelmediðini, sabýr gerektiðini de belirtti.
“Sakýn gömlek yýrtýp, saçýnýzý baþýnýzý periþan etmeyin.”
“Zýlgýt çekip baðýra baðýra aðlamayýn, acýnýzý içinize atýn.”
“Elden geldiðince kendinizi namahremden gizli tutun.”
Ümmü Gülsüm ile Zeynep’e emanet etti geride kalanlarý.
Hüseyin onlarýn yanýndan üzgün üzgün ayrýlýrken,
Bütün kadýnlarýn gözlerinden kanlý yaþlar akýyordu.
Sessizce aðlýyorlardý ama sessizce.
Acýlarýný içlerine akýtarak...

Daha sonra oðlu Zeynelâbidin’le bazý þeyler konuþtu,
Ancak ikisinin bildiði, baþkalarýnýn bilemeyeceði.
Sonra þunlarý da söyledi:
“Ey gözümün nuru! Sabýrlý ol.
Sabýr, peygamber ve velilerin ahlak yoludur.”
Bedenin tümü yara içindeyken bile sabretti Eyüp peygamber
Yusuf’a aðlamaktan kör olan Yakup peygamber de sabretti.
Ýsmail’i Tanrý’ya kurban eden Ýbrahim de sabretti.
Nemrut’un ateþe attýðý Ýbrahim peygamber de sabretti.
Ya Musa, ya Ýsa; hepsi sabrederek ulaþtýlar amaçlarýna?
Hepsi sabýrla ulaþmýþlardý amaçlarýna.
Hepsi sabýrla ulaþmýþlardý selâmete.
Daha nice peygamberler, veliler, derviþler...
Daha nice nice insanlar hep sabýrla ulaþmýþlardý amaçlarýna.

Bunlarý düþündü Hüseyin, sonra þöyle devam etti sözlerine:
“Böyle bir musibetin bizim baþýmýza gelmesi de iyidir:
Çünkü bizden sonrakilerin baþýna da böyle bir belâ gelse,
Onu Ýlahi bir gazap diye düþünerek üzüleceklerdi.”
Kendisi için üzülmediðini, hatta sevindiðini de söyledi.
Asýl onlar için kaygýlandýðýný da söyledi.
“Size zalim düþmanýn yapacaklarý içimi yakýyor.” dedi.
Medine’deki dostlara selâmýný iletmesini istedi oðlundan.
Onun da selâmýný dedelerine ileteceðini söyledi Hüseyin.
Sonra oðlunu baðrýna bastý, yüzünü yüzüne sürdü.
Ve veda ettiler aðlamaklý gözlerle birbirlerine.

Karýsý Þehrbanu’nun yanýna geldi, sonra.
Ýki gözü iki çeþme olan Þehrbanu, þöyle diyordu Hüseyin’e:
“Ey sevgili Seyyit, ben Ehl-i Beyt’ten deðilim, bilirsin.
Ýran Sasani hükümdarý Yezdigerd soyundan gelirim.
Bu yüzden bana saygý göstermezler bu zalimler.
Ýhanet ederler bunlar bana.
Beni kime teslim ediyorsun da gidiyorsun?”
Hüseyin’se þöyle diyordu Þehrbanu’ya:
“Bunun için üzülme, sen de Ehl-i Beyt’tensin.
Kimse sana bir þey yapamaz.
Ehl-i Beyt’in harimi Nuh gemisine benzer.
Onun içinde olanlar korkar mý hiç tufandan?” (1) Hadikatü’s Süeda - Fuzuli

Uzaklaþýrken çok derin düþüncelere dalmýþtý Hüseyin.
Son derecede hüzünlüydü de.
Ardýna da bakmadý bunun için.
Yiðitçe dövüþmek için atladý atýna.
Ancak biraz gittikten sonra durdurdu atýný:
Uçsuz bucaksýz düzlüklere baktý sonra, uzun uzadýya.
Ufukta incecik bir bulut vardý sadece.
Sonra da baþýný gökyüzüne kaldýrdý, baktý.
Gökyüzünde sadece bir güneþ vardý, yapayalnýz.
Herkese, her þeye yön veren, hayat veren.
Baþka da, açýk mavi sonsuz evren vardý, sýr dolu.
Neyin ne olduðu, neyin ne olacaðý bilinmeyen bir yaþam!
Tüm evren bir ýþýktan mý doðdu yoksa
Açýk mavi bir ýþýktan?

Bu kez derinlemesine baktý gökyüzüne:
Bir sonsuzluk vardý sanki girdap gibi iç içe geçmiþ.
Evrendeki her þey yerinde mi dönüyor,
Yoksa bir yerlere doðru mu gidiyor?
Sonsuzluktan gelip sonsuzluða mý gidiyordu yoksa?
Ya yýldýzlar?
Gecenin karanlýðýnda, karanlýðý aydýnlatan kandiller.
Onlar da mý sonsuzluktan gelip sonsuzluða gidiyorlar?
Ya biz, insanlar?
Biz de mi sonsuzluktan gelip sonsuzluða gidiyoruz?
Biz de mi mavi bir ýþýktan oluþtuk tüm evren gibi?
Öyleyse bizim de mi içimizde mavi bir ýþýk var.
O zaman biz insanlar, kutsal mýyýz yoksa?
Ya da her þeyin merkezi miyiz biz?
Yani, Kabe gibi kutsal mýyýz biz?

Yaþam denen þey neydi ki?
Sýrlar içinde bir sýrdý mýydý yoksa?
Bir sýrrýn ancak bir baþka sýrla açýklanabileceði bir sýr.
Ya Tanrý?...
Mavi bir ýþýk mýydý yoksa, sonsuz bir güç, müthiþ bir enerji?
Evrendeki her þey bu ýþýktan mý oluþmuþtu yoksa?
Yani Tanrý’nýn bir tecellisi miydi yoksa tüm görünenler?
Evren, sonsuz karanlýkta Tanrý’nýn bir görüntüsü müydü?
Bilinmez.
Peki ya insan?
Ýnsan, Tanrý’nýn kendisi miydi yoksa?
Tanrýsal bilgilerle donatýlan kutsal bir varlýk.
Yani tüm ruhlar, Tanrý’nýn bir parçasý mýydý yoksa?
Bir süre sessizce baktý gökyüzüne Hüseyin.
Sonra kaldýrdý ellerini havaya:
Yakardý Tanrý’ya, tüm insanlarý kötülüklerden korusun, diye.
Yakardý Tanrý’ya, tüm inancýyla yakardý
Kadýnlarý ve çocuklarý zalimlerden korusun, diye.


X

Hüseyin dört nala sürdü çevik atýný düþman üzerine.
Mahmuzladý atýný meydana sürmek için.
At anladý sahibinin niyetini
Var gücüyle atýldý ileriye, þimþek gibi bir hýzla.
Bu istekle atýlýþ Hüseyin’i de coþturdu.
Dizginleri boþalttý, sadece böðrünü mahmuzladý atýnýn
Meydana varýnca kýrmýzý kan damlayan kýlýcýný aldý eline
Sonra daldý al kanla boyanan kýlýcýyla yiðitlik meydanýna
Yine nara attý olanca ses gücüyle
Kerbela’nýn kýzgýn kumu hafiften kalkar gibi oldu yerinden
Sonra gelip durdu meydanýn tam ortasýna.
Zaten onlar da yalýn kýlýç bekliyorlardý orada.
Hüseyin’i öldüreceklerine inanýyorlardý bu kez.
Ne kadar dinlenmiþ de olsa eski gücünde olamazdý o.
Onlar böyle düþünüyorlardý ama,
Hüseyin yine kahramanca savaþýyordu.
Hem de var gücüyle bütün yiðitliðini göstererek.

Dört yanýndan birden gelen saldýrýlara karþý,
Olaðanüstü bir güçle savaþýyordu.
Sanki bir kasýrga olmuþ devirip geçiyordu önüne geleni.
Düþman ne yapsa kesemiyordu Hüseyin’in hýzýný.
Hüseyin’in her kýlýç çalýþýnda,
Zalimlerin çýðlýklarý yükseliyordu gökyüzüne doðru.
Hem de yukarýlara, ta yukarýlara çýkýyordu.
Sonra da boþlukta kaybolup gidiyordu.
Oysa Hüseyin’in gönülden söylediði “Allah” adý,
Onu Allah’a ulaþtýrýyordu.

Bir trans halinde durmadan kýlýç sallýyordu Hüseyin.
Hem de bir o yana bir bu yana döne döne.
Sanki raks ediyordu Hüseyin.
Yasýný sanki raksa çevirmiþ de öyle savaþýyordu.
Etrafýný çevirip çembere almýþ düþmanla böyle savaþý-yordu.
Hem de binlercesine karþý.
Eðer þu an evren tek bir kiþi olsa,
Ve ona karþý durmaya kalksa,
Onun tek bir hamlesine bile karþý koyamazdý.
Ýþte böylesine bir savaþ çýkarýyordu dillere destan olacak.
Doðu’da Zaloðlu Rüstem ve Batý’da Herkül görse,
Hayran kalýrdý onun böylesi savaþçýlýðýna,
Yiðitliðine ve gücüne,
Hem imrenerek hem de kýskanarak.
Þu an dedesinin, babasýnýn ve kardeþinin bütün özelikleriyle,
Tüm yiðitlerin savaþçýlýklarý onda birleþmiþti sanki.

Hani geceleri bir yýldýz diðerlerinden daha parlak olur ya.
Ýþte Hüseyin de öyleydi zalimlerin yanýnda, ama nereden
Bilecekti alçaklarda duranlar, yüksektekilerin deðerini.
Ondan hayranlýkla söz ederlerken bile,
Onun deðerini anlayamayacak kadar
Beyinleri dumura uðramýþtý anlaþýlan.
Hatta duygularý da mý taþ kesilmiþti bunlarýn.
Belki içlerine kurt düþürülmüþtü, için için yesin diye onlarý.
Geleceði göremeyecek kadar izanlarý da baðlanmýþtý ki,
Asýrlarca zalimlikle anýlacaklarýnýn farkýnda bile deðiller-di.
Yoksa ne demek olduðunu anlarlardý ölümüne savaþmanýn.
Ýnançlarýn yok edilemeyeceðini de göremediklerine göre,
Doruklardaki davalarý da kavrayamazdý bunlar.

Hava acayip mi acayip, garip mi garipti;
Donuk bir sessizlik vardý sanki havada.
Her þey ama her þey sessizdi.
Hiçbir þey kýpýrdamýyordu yerinden.
Sanki birileri büyük bir kaygýyla izliyorlardý olanlarý.
Olacak olanlardan da büyük bir korku duyuyorlardý san-ki.
Ancak derinden derine bir inilti duyuluyordu sadece.
Hiç kimsenin anlayamayacaðý bir inilti.
Sonra yine havada garip bir nem vardý.
Bir çiy yaðýyordu sanki Kerbelâ çölünün üzerine.
Bunu hafiften esen bir rüzgar mý getiriyordu Fýrat’tan
Yoksa bir þeylerin gözyaþlarý mýydý bu?
Bilinmiyordu ama bilinen bir þey vardý:
O da havanýn acayip ve garip oluþuydu.

Hüseyin’de yorgunluk belirtisi görmeyen Ömer,
Belli etmemeye çalýþsa da, telaþla baðýrýyordu:
“Hep birlikte hücum edin!
Bitirin artýk þu iþi!
Hele de þimdi tam zamaný.
Susuzluktan iyice bunaldý artýk.
Yakýnlarýnýn ve çocuklarýný yitirmenin verdiði acýya,
Bir de aldýðý yaralarý eklerseniz, sonu geldi demektir.”
Bir þeylerden korkuyordu anlaþýlan.
Bu iþin uzadýkça uzamasý korkutuyordu onu.
Askerlerinin isyanýndan mý çekiniyordu yoksa?
Ya da kötü bir þeylerin olacaðýndan mý kaygýlanýyordu?
Bilinmez, ama bilinen bir þey var ki, çok korkuyordu.
Bu yüzden de gidip geliyordu bir ileri bir geri.

Önüne geleni bir bir öldürüyordu Hüseyin ama,
Hemen dolduruyorlardý arkadakiler onlarýn yerini.
Dalga dalga geliyorlardý üzerine sanki bir deniz gibi.
Her dalga sert kayalara çarptýðýnda nasýl yok olursa,
Onlar da öyleydiler iþte.
Yok olup gidiyorlardý, sert kayalar karþýsýnda.
Hüseyin sert bir kaya gibiydi düþmanlarýn güçlerini kýran.
Komutanlarsa askerlerini kýþkýrtan zalim bir rüzgar gibiydi.
Hani geceleri korkunç ses çýkaran rüzgar var ya, onun gibi.
Önünde hiçbir güç duramazdý,
Her defasýnda daha sert esen bu öfkeli rüzgarýn.
Öfke, en aklý baþýnda olanlarýn bile aklýný baþýndan alýrdý.
Ama nereden bilecekti bunu, kendini bilmeyenler
Öfkeli rüzgar, denizi de hýrçýnlaþtýrdýkça hýrçýnlaþtýrýyordu.
Hýrçýn deniz, rüzgarýn hýzýna göre saldýrýyordu sert kayalara.
Sert kayalar inadýna, direndikçe direniyordu tüm zulümlere.
Bu, nereye kadar sürüp gidecekti böyle:
Ne rüzgar ne deniz ne de sert kayalar bilirdi bunu.
Hep böyle gitmezdi, gitmedi de nitekim.
Sonunda denizin hýrçýnlýðý azalmaya baþlamýþtý;
Çünkü yok olup giden dalgalarý gördükçe, umutlar kýrýlmýþtý.
Savaþ uzadýkça huzursuzluk da artýyordu askerler arasýnda.
Gerçi o sert kayalar da eski güçlerinde deðildi ama, artýk;
Çünkü ne kadar dayanýrsan dayan, her þey bir yere kadardý.

Ömer, cesaret veren sözler söyledi yine askerlerine,
Korkularý geçsin de umutlansýnlar, diye.
Hem tehdit ederek hem de yüreklendirerek yapýyordu bu iþi.
Daha bir gayretlenmiþlerdi þimdi.
Atýldýlar yine öne, vahþi çýðlýklar atarak.
Gözleri kararmýþtý hepsinin.
Ne yaptýklarýný bilmez bir halde hücum ettiler hep birlikte
Soðukkanlýlýklarýný da yitirmiþlerdi.
Hüseyin için bunlarý yenmek zor olmasa gerekti.
Öyle de oluyordu zaten.
Hiçbir kýlýç sallayýþý boþa gitmiyordu artýk:
Eðri keskin kýlýcý,
Kimi zaman düþmanýn baþýný gövdesinden ayýrýyor,
Kimi zamansa dümdüz giriyordu karýnlarýndan kalplerine.
Yere düþen her beden, çölün tozunu havaya kaldýrýyordu.
Yaralananlar ise ah ü feryat ediyorlardý.
Kerbelâ çölü kan gölüne dönmüþtü sanki.

Suya susamýþ çöl, dökülen kanlarý emiyordu doyasýya.
Ama yine de yok edemiyordu kanýn kýzýllýðýný.
Ya ölenlerin paramparça cesetleri.
Sýcaktan kokmaya baþlayacaktý artýk kýzgýn kumun üs-tünde.
Zalimler tüm zalimlikleriyle saldýrýyorlardý;
Ne dökülen kana ne de parçalanan cesetlere aldýrýyorlar-dý.
Gözlerini kan bürümüþtü çünkü onlarýn.
Bir tek þeye yönlendirilmiþti onlar: Öldürmek.
Öldürmek; acýmasýz olmak gerekti bunun için.
Onlar da öyleydiler zaten.
Onlar için öldürmek, bir yiðitlik göstergesiydi.
Oysa ki öldürmek, yiðitlik göstergesi olmamalýydý.
Yiðitlik, insana insanca davranmak olmalýydý.
Yiðitlik, insanlarýn haklarýna saygý göstermek olmalýydý
Yiðitlik, her durumda barýþ içinde yaþamak olmalýydý.

Hani çöllerde, yaz geceleri serin bir hava olur ya.
Gündüzün sýcaklýðýný affettirircesine esen serin bir hava.
Öyle havalarda yýldýzlar da gökyüzünde pýrýl pýrýl olur ya.
Ýþte, öyle gecelerde,
Ýçinde soðuk soðuk sularýn aktýðý bir vaha olur ya.
Ceylanlarýn gelip doyasýya içtiði,
Þarký söyler gibi akan soðuk sular
Ýþte þimdi öyle bir havada,
Soðuk sularýn þýrýl þýrýl aktýðý bir vahada olmak vardý þimdi.
O soðuk suyundan kana kana içmek vardý þimdi
O soðuk suyla elini yüzünü yýkayýp serinlemek vardý þimdi
Ama yoktu iþte!
Ne serin bir hava, ne soðuk bir su, ne de derin bir vaha vardý.
Bir tek Fýrat vardý, sularýnýn kaçarcasýna aktýðý.
Sanki bir þeylerden kaçarcasýna aktýðý.

Gerçekten Hüseyin, çok susamýþtý yine.
Fýrat gelmiþti aklýna, bir ara yine.
Hatta atýnýn yönünü de o yana çevirmiþti bile.
At da rüzgar gibi yetiþtirmiþti onu Fýrat ýrmaðýnýn kýyýsýna.
Bir yudum su içip hararetini söndürmek istemiþti de.
Ama bu isteðinden vazgeçmiþti yine;
Çünkü çocuklarýn ve kadýnlarýn susuzluklarý gelmiþti aklýna.
Oðlu Ali Ekber gelmiþti aklýna yine;
“Susuzluktan bunaldým.” deyiþi gelmiþti aklýna.
“Baba!” diye feryat etmesi de gelmiþti aklýna.
Gerçi kulaklarýndan hiç gitmemiþti ki oðlunun sesi
O an içinden acý bir þeyler aktý gitti, sanki.
Bu kez Ali Asgar gelmiþti gözünün önüne yine.
Açlýktan, susuzluktan aðlayýþý gelmiþti gözünün önüne.
Gerçi kulaklarýndan hiç gitmemiþti ki katýla katýla aðlamasý.
O an beyninden alev seli aktý geçti, sanki.
Bir hoþ oldu; kendini yitirecek gibi oldu.
Sabýr diledi yine kendisine Tanrý’dan, sonsuz bir sabýr.
Tam bu sýrada aðzýnýn kenarýna bir ok deðdi geçti.
Aðzýndan kanlar akýyordu þimdi.
Bunu gören düþman daha bir istekle saldýrdý ona.

Düþman bir türlü bitmek bilmiyordu.
Sanki sel olmuþlardý da akýn akýn geliyorlardý üzerine.
Ölenler bir daha canlanýyordu sanki.
Bu savaþýn ne kadar sürdüðünü hatýrlamýyordu bile Hüseyin.
Ancak gücünün biraz biraz azaldýðýný hissediyordu artýk.
Hem sýcaktan hem de kandan iyice ýsýnmýþtý kýlýcý
Kalkaný da deðdiði yeri yakýyordu artýk.
Her yeriyse kan revan içinde kalmýþtý.
Kýlýç, süngü ve oklarýn açtýðý yaralardan kanlar da aký-yordu,
Sýzým sýzým, ýlýk ýlýk, kýrmýzý kýrmýzý
Onlarca (Yetmiþ iki) yara almýþtý çeþitli yerlerinden çünkü.
Aldýðý bu yaralardan güçsüz düþmüþtü sonunda.
Ama yine de gücünün yettiði yere kadar savaþacaktý.
Yeri göðü sarsan rüzgar uçuþlu atý da güçten düþmüþtü artýk.

Kan ter içindeydi her yeri.
Soluk soluða da kalmýþtý kýlýç sallamaktan.
Hatta bir ara soluklanýrken kan bile aktý boðazýna.
Gittikçe kolunu kaldýrmakta da zorlanýyordu artýk.
Güneþ de hâlâ yakýyordu ortalýðý.
Baþýný kaldýrdý Hüseyin, þöyle bir baktý ileriye doðru;
Bitmez tükenmez bir ormandýlar sanki.
Ýþin sonuna gelindiðini anlamýþtý Hüseyin.
Bunu Ömer de fark etmiþti:
Hemen öldürülmesini emretti Hüseyin’in,
Bunun üzerine, öyle bir bakýþla baktý ki Ömer’e Hüseyin.
Sonra “Ey zalim!” dedi, eskisi gibi gür bir sesle olmasa da.
“Bu kötü iþe sen mi ayak atýyorsun?”
Neye uðradýðýný þaþýran Ömer bir þey diyemedi.
Sessizce dönüp gitti, askerlerinin yanýna.
Hüseyin yine yiðitçe savaþýyordu ama eskisi gibi deðil.
Nereye hücum etse orayý daðýtýyordu ama eski gibi deðil.

Hani çok kýzdýrýlan domuz nasýl öfkeyle saldýrýrsa,
Þemir de öyleydi, saldýrýyordu öfkeyle.
Aðzýndan salyalar saçarak baðýrdýkça baðýrýyordu:
“Dört yönünü tutun! Hemen öldürün!”
Hüseyin’in ölmesi geciktikçe öfkeden deliye dönüyordu.
Gözlerinin içini kan bürümüþtü.
Burnundan ateþ püskürüyordu.
Boynundaki damarsa iyice kabarmýþ,
Elleriyse titriyordu.
Þemir, kuduz bir köpek gibiydi durmadan havlayan.
Oysa öfke, aciz durumda olanlarýn aczini gösterirdi.
Yine öfke, insanlarýn içini de karartýrdý

O sýrada çadýrlara yönelmiþti zalimlerin bir kýsmý
Çünkü onlar, Hüseyin’in iþinin bittiðini düþünüyorlardý.
Bunun için yaðmaya gitmiþlerdi, Hüseyin’in çadýrlarýna.
Hem de aç bir kurt sürüsü misali.
Ya da kan kokusu almýþ leþ kargalarý gibi.
Önlerine ne gelirse talan edeceklerdi ki,
Bu durumu son anda fark etti Hüseyin.
Sonra da kulaklarý saðýr eden gür bir nara attý:
“Ey Süfyan soyu! Kadýnlara saldýrmak doðru mu?
Bu kadar mý namus anlayýþýný elden býraktýnýz?
Eðer beni öldürmekse niyetiniz iþte karþýnýzdayým.”(Hadikat’üs Süeda)
Baktýlar ki Hüseyin çok kýzmýþtý bu iþe,
Hemen vazgeçtiler çadýrlarý yaðmalamaktan.
Sonra onlar da geldiler Hüseyin’in üzerine.
Denizin dalgalarý gibi dalga dalga gelmiþlerdi.
Öfkeden kuduran dev dalgalar gibi gelmiþlerdi üzerine.

Büyük bir kargaþa vardý þimdi artýk ortalýkta;
Sonradan gelenler öncekileri itip kakýyorlardý.
Azgýn sýðýr sürüleri gibiydiler, burunlarýndan soluyan.
Onlar için dur durak da yoktu artýk.
Önlerine ne gelse yakýp yýkmak, devirip kýrmak istiyorlardý.
Akýllarý baþlarýndan da gitmiþti zaten.
Gözleri de bir þey görmez olmuþtu kýzgýnlýktan.
Bir an önce bitmesini istiyorlardý artýk bu iþin.
Ganimetlerini alýp hýzla uzaklaþmak istiyorlardý buradan.
Neyse hisselerine düþen; para, mal, mülk, makam, mevki...
Alýp gitmek istiyorlardý, durmak istemiyorlardý artýk.
Onlar için savaþ, ganimet için yapýlýrdý çünkü.
Herkes kendine göre bir þeyler yaðmalayacaktý;
Kimden, neyi, niçin yaðmalayacaklardý?
Ýnandýklarýný söyledikleri peygamberin torunlarýný mý,
Yoksa onun kutsal deðerlerini mi?
Düþünemezlerdi ki onlar bunu;
Çünkü düþünceleri yok edilmiþti onlarýn.
Onlar için insanlarýn acý çekmesi hiç önemli deðildi.
Kalp mühürlenmiþ, gözler kör, kulak saðýr olunca…


Xl

Sanki baþý kesilmeden ölmezmiþ gibi,
Baþýný kesmek istiyorlardý Hüseyin’in.
Aslýnda Zalim Yezit’e göstermek için gerekti onun baþý.
Herkesin aklýndan geçense, bir paye almaktý asýl.
Hem de herkesin aklýndan geçen buydu.
Bunun için yarýþýyorlardý birbirleriyle.
Ama neyin ne olacaðýný kim bilebilirdi ki gelecekte.
Nasýl, karýnca kanatlanmazsa zeval bulmaz derler ya.
Hiç kimse umduðunu bulamayacaktý anlaþýlan bu hýrsla:
Kimi tahtýný, malýný, mülkünü kaybedebilirdi,
Kimiyse canýný, saðlýðýný yitirebilirdi hatta.
Kim bilebilir?...
Kurtla kuþla konuþan Sultan Süleyman’a bile kalmamýþken Her þey… Taht taç…
Zalimlere mi kalacaktý bu koca fâni dünya.

Þöyle bir baktý çevresindekilere Hüseyin:
Azgýn bir kurt sürüsü gibi çevirmiþlerdi çevresini
Kinlerini kusmak istiyorlardý yýrtýcý diþlerini göstererek
Sanki kurt ulumasý gibi homurdanýp duruyorlardý durmadan
Hani parçalayýnca avýný, acýmasýz,
Aðýzlarýnýn çevresi kan dolardý ya, iþte öyle.
Tükürürlerdi sonra oraya buraya nefretlerini.
Karýnlarýný doyurduklarýný sanýrlardý ya,
Masumlarýn kanlarýyla canlarýyla…
Sonra da temizlemek için yalarlardý ya aðýzlarýný.
Temizlenmeyince gömleklerine sürerlerdi ya iðrençliklerini.
Temizlediklerini sanýrlardý ya kara kalplerindeki kinlerini
Ama yok edemezlerdi lekesini, kokusunu.
Su bile temizleyemezdi onlarýn pisliklerini ama,
Gel de anlat onlara bunu...
Ayný çið et yiyen yabani domuzlar gibiydiler çünkü.

Eski gücünde olmadýðýný görseler de yine yaklaþamýyorlardý
Ne olur ne olmazdý; bazan yaralý bir aslan gibi olunabilirdi.
Ýyice kendini yitirince yaklaþabilirlerdi ancak
Çünkü çok korkmuþlardý ondan.
Derken, bu sýrada acý bir ok dümdüz girdi alnýndan.
Bir an için de olsa sarsýlmýþtý Hüseyin.
Ama bu ok alt edememiþti onu.
Baþý dönmüþtü, atýndan düþecekti az daha.
Hemen toparladý kendini sonra.
Bu ok çok derine gitmese de saplanmýþtý alýn kemiðine.
Biraz güç de olsa çekti çýkardý Hüseyin, bu oku alnýndan.
Okun açtýðý yaradan kan boþandý oluk oluk.
Yüzü gözü kýzýl kana bulandý birdenbire.
Bebeðinin boðazýna giren ok geldi aklýna.
Ali Ekber’in sesini duyar gibi oldu o an.
Mutlu oldu bu ok yarasýndan:
Bebeðinin çektiði acýnýn aynýsýný çekmiþti çünkü.
Ali Ekber’inin çektiði acýnýn aynýsýný çekmiþti çünkü.
Ya Zeynelabidin’in kaygýlý bakýþlarý...
Ýki damla yaþ gelmiþti gözünden.
Onu ancak, onun gibi acý çekenler anlayabilirdi.

Derler ki, yedi Türk atlýsý gelmiþti Hüseyin’in yanýna,
Onu alýp Türk ülkesine götürmek istemiþlerdi.
Ama Hüseyin “Beni deðil!” demiþti onlara,
“Ben þehit olduktan sonra, oðlum Abidin’i götürün!
O hasta, o ayakta duramayacak kadar hasta…”
Hüseyin þehit olduktan sonra alýp götürdüler Abidin’i.
Horasan, böyle birini ilk kez yetiþtirmiþti o güne kadar
Hatta bir daha da yetiþtirmemiþti Horasan olalý.
Burada yetiþen Zeynel Abidin, Medine’ye döndü sonra…
Artýk bir mana sýrrýydý o, tüm gizli sýrlarý bilen…

Hüseyin bir baþka hýrslandý bu kez.
Ama eski gücünde olmadýðýný da biliyordu.
Olanca gücüyle devam ediyordu savaþmaya.
Bir bir gözünün önünden geçiyordu þehit olan yoldaþlarý;
Nasýl þehit olduklarý geçiyordu davalarý için.
Onlarla gurur duyuyordu, onlara saygý duyuyordu.
Öyle yoldaþlarý olduðu için de mutluydu.
Onlar gibi ölümüne savaþtýðý için de mutluydu.
Onlara layýk olmanýn verdiði keyifle de mutluydu.
Savaþmaya devam ediyordu, yüzündeki kanlara aldýrma-dan.
Caný da yansa, acý da çekse aldýrmayacaktý tüm bunlara.
Ýyice mecalsiz kalana kadar da savaþmaya devam ede-cekti.
Ediyordu da nitekim.
Yine kýlýcýný olanca gücüyle sallýyor,
Yine yiðitçe savaþýyordu.

Bir süre sonra da iyice mecalsiz düþmüþtü zaten.
Kendinden geçince de atýndan düþmüþtü kýzgýn çöl üzerine.
Yaktý çölün sýcak kumu hassas bedenini; ama aldýrmadý.
Sonra çölün kumu büyük bir toz bulutu kaldýrdý havaya.
Dalga dalga, duman duman.
Ta gökyüzüne kadar, güneþ görünmeyene kadar yükseldi.
Sonra da yavaþ yavaþ eski durumuna döndü.
O an bir çýðlýk da duyulmuþtu, inleme sesini andýran.
Yerin altýndan gelmiþti sanki, kulaklarda tiz bir ses býrakan.
Bu sýrada doðudan acayip bir bulut dalgasý yükseliyordu Alev alev yanan gökyüzüne.
Hem de yay biçiminde yükseliyordu gökyüzüne doðru.
Bu, yaðmur bulutu mu yoksa toz bulutu mu, belirsizdi.
Ama yükseliyordu gökyüzüne doðru, hýphýzlý.
Yükseldikçe de yükseliyordu.

Çok geçmeden zalimlerin hepsi birden üþüþmüþlerdi zaten.
Leþ kargalarý misali,
Önce yaklaþmýþlar ürke ürke, sonra çevirmiþlerdi çevre-sini.
Ayakta duracak hali kalmadýðý için yere oturmuþtu Hüseyin.
Artýk göremez olmuþtu da hiçbir þeyi dermansýzlýktan
Yüzünde tek bir renk kalmýþtý artýk; ölü rengi
Artýk onu öldürmek çok kolaydý þimdi.
Ama yine de ona iyice yaklaþmaya korkuyorlardý.
Kaygýlanmýþlardý da havanýn renkten renge giriþinden.
Kötü bir þeylerin olacaðýný da hissediyorlardý artýk.
Elleri ayaklarý tutulmuþ gibiydi hepsinin.
Hatta, sarý bir korku sarmýþtý kara yüreklerini de.
Bunu fark eden Þemir, çok geçmeden yine baðýrdý,
Kudurmuþçasýna: “Bu iþi neden geciktiriyorsunuz? “
Bunun üzerine, Süheyl diye biri atýldý ileri,
Kolunu kopardý kýlýcýyla Hüseyin’in.
Hüseyin, ona karþý koymak istemiþti kýlýcýyla ama.
Kolunu dahi kaldýramamýþtý mecalsizlikten.
Sonra Sinan (Hadikatü’s Süeda – Fuzuli) diye biri, bir ok attý omzuna.

Bu iki yaradan kendini bütünüyle kaybetmiþti Hüseyin.
Þimdi artýk rahatça öldürebilirlerdi onu.
Buna karþýn yine de yaklaþamýyorlardý ona.
Havl ve Þebl (Hadikatü’s Süeda – Fuzuli) adlý iki kardeþ geldiler yanýna.
Tam Hüseyin’in baþýný keseceklerdi ki,
Ýçlerine büyük bir korku düþtü nedense.
Yaptýklarýndan piþman mý olmuþlardý yoksa?
Ya da baþlarýna gelecekler mi gelmiþti gözlerinin önüne?
Bilinmez ki; bilinense çok korktuklarýydý.
Ýktidarlarýný zalimlik üzerine kuranlar, ders almayanlardýr;
Nice Nemrutlar, Firavunlar geldi geçti dünyadan oysa.
Hepsi de lanetle anýlmaktadýrlar bugün.

Sonra birkaç kiþi daha geldi Hüseyin’i öldürmek için;
Gelenlerse Ömer’in ve Þemir’in dayatmasýyla gelmiþlerdi.
Aslýnda istemiyorlardý onu öldürmeyi, ama ne çare...
”Bu kötü iþe siz giriþmeyin.” dedi Hüseyin,
“Günahkar olmayýn.”
Böyle deyince Hüseyin, içleri ürperdi onlarýn.
Yaptýklarýna bin piþman olmuþlardý o an.
Sonra gerisin geriye dönüp geldiler askerlerin arasýna.
Hatta biri o kadar üzülmüþtü ki Hüseyin’e yapýlanlara;
Çünkü o haliyle bile Hüseyin, hâlâ acýyordu onlara.
Onlarýn kötü olmalarýný, günahkar olmalarýný istemiyordu.
O kadar piþman olmuþtu ki...
Kýlýcýný çekip Ömer’in üzerine saldýrdý onlarý alet ettiði için.
Ömer’in korumalarý güçlükle korudular Ömer’i o saldýrýdan.
O askeri de delik deþik ettiler kýlýçlarýyla sonra.
Yezit’in ordusundaki zalimlerin bir kýsmý þimdi piþmandý,
Ama kimi zaman piþmanlýk da fayda etmezdi artýk.

Kerbelâ, Kerbelâ olalý böyle vahþet görmemiþti.
Bir daha da görmeyecekti böyle yiðit birini.
Çok uzaklardaki karlý ulu daðlarý aþýp gelen Fýrat da.
Yaðýz atlar da duramýyordu bir türlü yerlerinde.
Ürkektiler olanlar karþýsýnda, þaþkýndýlar da.
Saðlam çelikten yapýlmýþ kýlýçlarýn sesleri de kesilmiþti.
Çýnlatmýyordu artýk uçsuz bucaksýz kýzgýn çölü.
Ya hafiften esen rüzgar, acý ve terden hissedilmiyordu bile.
Çölde derinden bir inilti duyuluyordu sadece, aðlama gibi.
Gerçi kim ne söylerse söylesin,
Kimse bir þey anlamamýþtý ya olanlardan, ama hiç kimse.
Ölüm, kan, nefret, acýmasýzlýk almýþtý,
Ýyiliðin, güzelliðin, sevginin, dostluðun yerini.
Kalpleri kara baðlamýþ tüm zalimler düþünmüyorlardý,
Hatta böylelerin emrinde çalýþanlar da,
Savaþýn, nice insanlarý acý içinde býraktýðýný,
Hiç ama hiç düþünmüyorlardý…
Hatta gelecekte ne gibi olumsuz sonuçlar doðuracaðýný da.
Tarih okumayanlar nereden bileceklerdi,
Düþüncelerin, inanýþlarýn yok edilemediðini.
Kaba gücün de hiçbir þeyi halledemediðini.
Yoksa hepsi savaþçýydý, ama kara vicdanlý savaþçýydýlar.

Birçoklarý Hüseyin’in baþýný kesmek için korkarlarken,
Kimileri de Yezit’in övgüsü için yarýþýyordu birbirleriyle.
Ama bunlardan ikisi, Sinan’la Þemir en isteklileriydi.
Önce Sinan atýlmak istedi ileri.
Ama Þemir daha atak davrandý.
Büyük bir gururla geldi Hüseyin’in yanýna.
Ve de hemen bastý ayaðýyla Hüseyin’in göðsüne.
Kýlýcýný havaya kaldýrdý, büyük bir zafer kazanmýþ edasýyla.
Sonra da büyük bir zafer çýðlýðý attý,
Kimileri alkýþladý, coþkularýný gösterdiler;
Her þeyin kendi istedikleri gibi bittiðini sandýlar.
Ama kimileri var ki kimileri,
Kendini bilen kimileri...
Hiç de öyle düþünmüyorlardý onlar;
Çünkü, bu davanýn daha yeni baþladýðýnýn farkýndaydýlar.
Su, deðerine deðer katacak engin deniz arar her zaman.
Yoksa boþuna mý parçalar engelleri, bentleri; daðlarý, taþlarý.

Hüseyin göðsündeki aðýrlýðý hissedince, gözünü açýp baktý.
Tanýmadýðý, ancak savaþýrken gördüðü bu kiþiye adýný sordu.
Sonra da yüzünü iyice görmek için eðilmesini istedi.
Þemir adýný söyledi, ardýndan da yüzünü gösterdi.
Hüseyin kendisini öldürecek kiþiyi biliyordu: Bu Þemir’di.
Çünkü peygamber dedesi tarif etmiþti kendisine, bu zalimi.
Sonra sordu ayý, günü, vakti:
Muharrem ayýnýn onu, günlerden cuma, vakitse ikindi.
“Böyle kutsal günde herkes iyilik için uðraþýrken, sen!..
Þu göðsümden biraz çekil de namaz kýlayým.” dedi sonra.
“Babamdan mirastýr bu, namazdayken þehit düþmek.” (Hadikatü’s Süeda – Fuzuli)
Þemir ayaðýný çekti sonra Hüseyin’in göðsünden.
Hüseyin de olanca gücünü toplayýp, kýbleye çevirdi yüzünü.
Dualar okuyordu þimdi hararetten kurumuþ dudaklarýyla…

Þimdi her yer ve her þey, müthiþ bir sessizliðe gömülmüþtü:
Ne kýlýç sesleri vardý ortalýkta,
Ne at kiþnemeleri,
Ne de zalimlerin vahþi çýðlýklarý.
Keyifle çaldýklarý ney ve nefir sesleri de susmuþtu iyice.
Garip bir ölüm sessizliði çökmüþtü dünyaya.
Hatta tüm cihan da inanýlmaz bir sessizlik içindeydi þimdi.
Tüm bunlara rüzgarýn çýkardýðý tiz ses de eklenince,
Korkunç bir sessizlik vardý þimdi ortalýkta.
Öyle ki, Fýrat ýrmaðýnýn sesi bile duyuluyordu bu sessizlikte.
Zalimlerin içlerinde korkunun verdiði bir umutsuzluk vardý:
Gözlerinde donuk bakýþlarýn verdiði kaygý,
Yüzlerinde derin çizgilerin yansýttýðý çaresizlik,
Akýllarýndaysa þimdi ne olacak endiþesi vardý.
Hepsi öylece sessizce bekliyorlardý.
Hiç kimse, ama hiç kimse,
Bu ölüm sessizliðini daðýtacak bir þey söyleyemiyordu.
Böyle bir cesareti de gösteremiyordu hiç kimse.
Çünkü, zaman bir an için donup kalmýþtý sanki.

Kendisini Allah’a vermiþti Hüseyin.
Her þeyi aklýnda çýkarmýþ, sadece Allah’ý düþünüyordu
Hem öyle bir düþünüþ ki, kendini vermiþti tamamýyla.
Fenâ Fillah’a ulaþmýþtý sanki.
Hiçbir ses, ama hiçbir ses duymuyordu artýk.
Hiçbir þey, ama hiçbir þey görmüyordu artýk
Ne güneþin sýcaklýðý yakýyordu onu,
Ne de susuzluk bunaltýyordu.
Hatta bedenindeki acýlarý da hissetmiyordu artýk
Dünyadan ayrýlmýþ, bedenini terk etmiþti sanki.
Tanrý’yla bir olmuþtu sanki.
Tanrý’yla bütünleþmiþti sanki.
Vahdet-i Vücuttaydý sanki.
Enel-Hakk’a eriþmiþti Hallac-ý Mansur gibi, Nesimi gibi.
Ezelden beri süren ayrýlýk sona ermiþti sanki.
Yüzünde büyük bir mutluluk vardý .
Bir ýþýk saçýyordu sanki yüzü, bambaþka bir ýþýk.

Muhammet dedesini gördü birden; hararetini alsýn diye,
Dudaðýný deðdirmiþti Hüseyin’in dudaðýna.
Boynundan da öpüyordu acýsýný yok etsin, diye.
Babasý Ali’yi gördü sonra.
Miraç’taydýlar sanki, Muhammet dedesiyle.
Babasý Ali, nice savaþlar görmüþtü,
Nice yiðitlikler görmüþtü; ama böylesini ilk kez görüyordu,
Böyle haince savaþý.
Orada olsaydý, dünyayý dar ederdi hainlere, zalimlere.
Bindi miydi uçarcasýna giden atý Düldül’e,
Aldý mýydý eline ucu çatal, eðri kýlýç Zülfikar’ý,
Darmadaðýnýk ederdi zalimleri.
Oðlu Hüseyin de tam bir yiðit gibi savaþmýþtý ama,
Neylesin; dünyayý zalimler, hainler, namertler iþgal etmiþti.
Annesi Fatma’yý gördü sonra, iki gözü iki çeþmeydi:
Bir yandan içi kan aðlarken, diðer yandan mutluydu;
Ýki oðul yetiþtirmiþti çünkü, birbirinden yiðit…
Kardeþi Hasan da oradaydý:
Böyle kardeþi olduðundan ne kadar gurur duysa, hakkýydý.
Ya oðullarý Ali Ekber ile Ali Asgar:
Yüreði sýzladý onlara yine, yüreðinde büyük bir acý hissetti.
Onlarsa büyük bir gurur duymuþlardý babalarýndan.

Birden Zeynelabidin’i gördü sonra
Büyümüþtü, yiðit bir delikanlý olmuþtu,
Elinde de bir bayrak vardý.
Dalgalandýrýyordu tüm coþkusuyla.
Bayraðýn dalgalarý bir deniz dalgasý gibiydi.
Dalga dalga uzayýp gidiyordu,
Yay biçiminde yayýlarak çok uzaklara doðru gidiyordu
Çok geçmeden de her yeri sarmýþtý bayraðýn dalgalarý
Tüm dünyayý sarmýþtý inançlarýnýn dalgalarý.
Tüm evreni sarmýþtý düþüncelerinin ýþýklarý.
Tüm sonsuzluðu sarmýþtý zulme karþý baþkaldýrýþlarý.

Her þey insan için olmalýydý aslýnda.
Herkes de sevgi ve hoþgörüyle yaklaþmalýydý birbirine.
Bencilliðe, düþmanlýða yer olmamalýydý dünyada, evrende.
Kendini insan bilenler böyle davranýrdý tüm insanlara.
Sonra insaný seven tüm varlýklarý da severdi;
Çünkü merkez gibiydi insan, Kâbe gibi.
Hatta tüm varlýðýn merkeziydi insan.
Bu merkeze de gönül incitmeden, kalp kýrmadan ulaþýlýrdý.
Sevgi göstererek, hoþgörüyle yaklaþarak yapýlýrdý bu ancak.
Sonra yine, yüce bir simyaydý insan kalbi.
Buna da ancak bilimle ulaþýlýrdý;
Bir harf öðretene kýrk yýl köle olacak kadar...
Tükenmeyen bir hazineydi bilgi çünkü.
Bir de akýl vardý, eskimeyen yýpranmayan bir elbise gibi.
Akýl gibi bir zenginlik olamazdý.
Sonra her þeyin doðrusu onunla bulunurdu ancak.
Tüm cihanda iki þeyin sonu bulunmazdý: Bilgi ve akýl.
Ve her þey insan için olmalýydý.

O an doðudan bir güneþ doðdu, bambaþka bir güneþ
Ýçinden ak saçlý, ak sakallý biri çýktý, ortaya.
Yüce bir daðýn baþýndaydý.
Alabildiðine engin ufuklara bakýyordu.
Bir þeyler düþündüðü belliydi.
Sonra eliyle batýyý gösteriyordu birine.
Urum diyarýný gösteriyordu sanki.
“Bu, Ahmet Yesevi” diyorlardý.
Yanýndaki de Hacý Bektaþ-ý Veli” diyorlardý.
“Hoþgörü” diyordu Hacý Bektaþ, ”sevgi” diyordu.
Ya Yunus, o neler neler diyordu:
“Ýlim” diyordu “Ýlim kendin bilmektir...” diyordu.
“Gönül” diyordu; “Bir kez gönül yýktýn ise...”
Yüzleri hep ýþýl ýþýldý, candan dosttular.
Ne hoþ insanlardý onlar.
Ya Mevlana ne diyordu:
“Ne olursan ol, yine gel
Bizim dergahýmýz umutsuzluk dergahý deðildir.
Bin kez tövbeni bozmuþ olsan da yine gel.”

Birden yine deðiþti her þey:
Bu kez Urum diyarýnda semah çekenleri gördü.
Babasý Ali baþtaydý, sonra Hasan yanýndaydý.
Kendisi de hemen onun yanýnda.
Sonra Zeynelabidin de hemen onlarýn yaný baþlarýnda.
Daha niceleri vardý:
Böyle toplam on iki kiþi vardý semahta.
Onlarýn çevresinde de kýrk kiþi gördü sonra.
Sanki bir turnanýn kanatlarýný açýp uçmasý gibi dönüyorlardý.
Kollarýný açmýþlar dönüp duruyorlardý bir baþka âleme.
Böyle döne döne yükseliyorlardý gökyüzüne doðru.
Yükseldikçe yükseldiler göz alabildiði yere kadar.
Sonra bambaþka bir ýþýk oldular, hep birlikte.
Ýþte, tam o an þimþek olup çaktýlar.
Aydýnlanmaz sanýlan karanlýklarý aydýnlattýlar;
Ýnançlarýyla, düþünceleriyle, mücadeleleriyle...


Xll

Hüseyin’in baþý kesilerek þehit edilmesinden sonra,
Kerbelâ topraðý sarsýldý önce.
Bir çýðlýk koptu sonra, yerin altýndan göklere doðru.
Gökyüzü bu feryatla serseme döndü.
Dönmeyi durdurdu bir an için felek.
Tam o an bir rüzgar çýktý, her yeri birbirine katan.
Müthiþ bir uðultuyla esiyordu rüzgar.
Her þey ama her þey birbirine girmiþti.
Derken bir toz bulutu ortaya çýktý ansýzýn.
Göz gözü görmez olmuþtu tozdan topraktan.
Her þeyi kasýp kavuran bir kasýrga çýkmýþtý sanki.
Güneþ de dünyayý aydýnlatmýyordu artýk.
Gündüz olduðu halde kapkaranlýk olmuþtu dünya.
Hatta bir aralýk yýldýzlar bile göründü gökyüzünde.
Ardýndan korkunç bir kýzýllýk çöktü her yana.
Sanki kanlý yaðmur yaðýyordu gökten yere.
Her yandan þimþekler çakýyor,
Her yandan gök gürlemesi sesi geliyordu.
Yoðun bir sis yükseliyordu Fýrat’tan her yana.
Sanki Fýrat kaynýyordu da suyunun buðusuydu bu.
Bu yoðun sisin arasýndan bir hortum yükseldi göklere.
Sonra da geriledi geriledi yataðýna kadar.
Oradan da su görünmez oldu birden.

Birkaç dakikalýðýna da olsa Fýrat,
Yerin dibine doðru aktý gitti utancýndan.
Sanki kararan sularýný kimseye göstermedi böylece.
Bu olaydan sonra Fýrat hiç durgun akmadý bir daha.
Bir sel oldu, yýktý geçti her yeri.
Sonra da içine çekildi;
Küsmüþtü insanlara.
Derinden derine aktý, bundan sonra artýk.
Hiç kimseyi yararlandýrmadý da suyundan.
Zorla yararlanmak istendiði zaman da,
Bir kurban aldý her defasýnda.
Derler ki, zaman gelecek kuruyacak Fýrat.
Hem de Dicle ile birlikte.
Ýþte o zaman, bu ýrmaklarýn yataklarýnda,
Altýn ve gümüþ çýkacak ortaya.
Bunlar için birbirleriyle savaþacak insanlar.
Çok büyük savaþlar çýkacak sonunda.
Hem de hiç bitmeyen savaþlar.
Bir yerde bitse bile, bir baþka yerde sürecek savaþlar.
Hiç rahat yüzü görmeyecek Irak halký.
Hiç huzur olmayacak Mezopotamya’da.
Ve hiç savaþ bitmeyecek Orta Doðu’da.
Ýnsanlar arasýnda her zaman fitne olacak.
Ve insanlar hep acý çekecek.

YAÞAR YILTAN

NOT: 1. Baský: 1999 (Aykýrýsanat yayýnlarý), 2. Baský: 2020 (Kitapyurdu Yayýncýlýk)
Bu kitabýn tüm haklarý saklýdýr. Tanýtým amaçlý kýsa alýntýlar dýþýnda metin ya da görseller yayýnevinin izni olmadan hiçbir surette çoðaltýlamaz. (KDY)
Sosyal Medyada Paylaşın:



(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.