Kuvâyi Milliye - Sekizinci Bap
26 Aðustos Gecesinde Saatlar
Ýki Otuzdan Beþ Otuza Kadar
Ve
Ýzmir Rýhtýmýndan Akdeniz’e
Bakan Nefer
Saat 2.30.
Kocatepe yanýk ve ihtiyar bir bayýrdýr,
ne aðaç, ne kuþ sesi,
ne toprak kokusu vardýr.
Gündüz güneþin,
gece yýldýzlarýn altýnda kayalardýr.
Ve þimdi gece olduðu için
ve dünya karanlýkta daha bizim,
daha yakýn,
daha küçük kaldýðý için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aþkýmýza ve kendimize dair
sesler geldiði için
kayalýklarda þayak kalpaklý nöbetçi
okþayarak gülümseyen býyýðýný
seyrediyordu Kocatepe’den
dünyanýn en yýldýzlý karanlýðýný.
Düþman üç saatlik yerdedir
ve Hýdýrlýk-tepesi olmasa
Afyonkarahisar þehrinin ýþýklarý gözükecek.
Küzeydoðuda Güzelim-daðlarý
ve daðlarda tek
tek
ateþler yanýyor.
Ovada Akarçay bir pýrýltý halinde
ve þayak kalpaklý nöbetçinin hayalinde
þimdi yalnýz sularýn yaptýðý bir yolculuk var :
Akarçay belki bir akar su,
belki bir ýrmak,
belki küçücük bir nehirdir.
Akarçay Dereboðazý’nda deðirmenleri çevirip
ve kýlçýksýz yýlan balýklarýyla
Yediþehitler kayasýnýn gölgesine girip
çýkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun
kýrmýzý
beyaz
ve saplarý bir, bir buçuk adam boyundaki
haþhaþlarýn arasýndan akar.
Ve Afyon önünde
Altýgözler Köprüsü’nün altýndan
gündoðuya dönerek
ve Konya tren hattýna rastlayýp yolda
Büyükçobanlar Köyü’nü solda
ve Kýzýlkilise’yi saðda býrakýp
gider.
Düþündü birdenbire kayalardaki adam
kaynaklarý ve yollarý düþman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
ne kadar uzundular?
Birçoðunun adýný bilmiyordu,
yalnýz, Yunan’dan önce ve Seferberlik’ten evvel
Selimþahlar Çiftliði’nde ýrgatlýk ederken Manisa’da
geçerdi Gediz’in sularýný baþý dönerek.
Daðlarda tek
tek
ateþler yanýyordu.
Ve yýldýzlar öyle ýþýltýlý, öyle ferahtýlar ki
þayak kalpaklý adam
nasýl ve ne zaman geleceðini bilmeden
güzel, rahat günlere inanýyordu
ve gülen býyýklarýyla duruyordu ki mavzerinin yanýnda,
birdenbire beþ adým saðýnda onu gördü.
Paþalar onun arkasýndaydýlar.
O, saatý sordu.
Paþalar : «Üç,» dediler.
Sarýþýn bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktý.
Yürüdü uçurumun baþýna kadar,
eðildi, durdu.
Býraksalar
ince, uzun bacaklarý üstünde yaylanarak
ve karanlýkta akan bir yýldýz gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovasý’na atlýyacaktý.
Saat 3.30.
Halimur - Ayvalý hattý üzerinde
manga mevziindedir.
Ýzmirli Ali Onbaþý
(kendisi tornacýdýr)
karanlýkta gözyordamýyla
sanki onlarý bir daha görmiyecekmiþ gibi
baktý manga efradýna birer birer :
Saðda birinci nefer
sarýþýndý.
Ýkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne þarký söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu caný.
Beþinci, vuracaktý amcasýný vuraný
tezkere alýp Urfa’ya girdiði akþam.
Altýncý,
inanýlmýyacak kadar büyük ayaklý bir adam,
memlekette topraðýný ve tek öküzünü
ihtýyar bir muhacir karýsýna býraktýðý için
kardeþleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaþlarýnýn yerine nöbete kalktýðý için
ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
Yedinci, Mehmet oðlu Osman’dý.
Çanakkale’de, Ýnönü’nde, Sakarya’da yaralandý
ve gözünü kýrpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
Ýbrahim,
korkmýyacaktý bu kadar
bembeyaz diþleri böyle týkýrdayýp
birbirine böyle vurmasalar.
Ve Ýzmirli Ali Onbaþý biliyordu ki :
tavþan korktuðu için kaçmaz
kaçtýðý için korkar.
Saat 4.
Aðzýkara - Söðütlüdere mýntýkasý.
On ikinci Piyade Fýrkasý.
Gözler karanlýkta, uzakta.
Eller yakýnda, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamý
mevzideki biricik silâhsýz adam :
ölülerin adamý,
kýrýk bir söðüt dalý dikerek kýbleye doðru,
durdu boyun büküp
el kavuþturup
sabah namazýna.
Ýçi rahattýr.
Cennet, ebedî bir istirahattýr.
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyý,
meydâný gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenâbý rabbülâlemîne þühedâyý.
Saat 4.45.
Sandýklý civarý.
Köyler.
Sarkýk, siyah býyýklý süvari,
çýnar dibinde, beygirinin yanýnda duruyordu.
Çukurova beygiri
kuyruðunu karanlýða vuruyordu :
dizkapaklarýnda kan,
kantarmasýnda köpük...
Ýkinci Süvari Fýrkasý’ndan Dördüncü Bölük,
atlarý, kýlýçlarý ve insanlarýyla havayý kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkýk, siyah býyýklý süvari
ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karþý daðlar ardýnda, düþman elinde kalan
bir baþka horoz vardýr :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düþmanlar herhal onu çoktan kesip
çorbasýný yapmýþlardýr...
Saat beþe on var.
Kýrk dakka sonra þafak
sökecek.
«Korkma sönmez bu þafaklarda yüzen al sancak».
Týnaztepe’ye karþý Kömürtepe güneyinde,
On beþinci Piyade Fýrkasý’ndan iki ihtiyat zabiti
ve onlarýn genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
Nurettin Eþfak,
mavzer tabancasýnýn emniyetiyle oynýyarak
konuþuyor :
-Bizim Ýstiklâl Marþý’nda aksýyan bir taraf var,
bilmem ki, nasýl anlatsam,
Âkif, inanmýþ adam,
fakat onun, ben,
inandýklarýnýn hepsine inanmýyorum.
Meselâ, bakýn :
«Gelecektir sana vaadettiði günler Hakkýn.»
Hayýr,
gelecek günler için
gökten âyet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz
vaadettik kendimize.
Bir þarký istiyorum
zaferden sonrasýna dair.
«Kim bilir belki yarýn...»
Saat beþe beþ var.
Daðlar aydýnlanýyor.
Bir yerlerde bir þeyler yanýyor.
Gün aðardý aðaracak.
Kokusu tütmeðe baþladý :
Anadolu topraðý uyanýyor.
Ve bu anda, kalbi bir þahan gibi göklere salýp
ve pýrýltýlar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çaðýran sesler duyarak
bir müthiþ ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sýrada,
þahlanýp ölesi geliyordu insanýn.
Topçu evvel mülâzýmý Hasan’ýn
yaþý yirmi birdi.
Kumral baþýný gökyüzüne çevirdi,
kalktý ayaða.
Baktý, yýldýzlarý aðaran muazzam karanlýða.
Þimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle þöhretli iþler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtýrasýný
ve yedi buçukluk bataryasýný
aðlanacak kadar küçük buluyordu.
Yüzbaþý sordu :
- Saat kaç?
- Beþ.
- Yarým saat sonra demek...
98956 tüfek
ve þoför Ahmet’in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk þnayderlere, on beþlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uðrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve Ýkinci ordular
baskýna hazýrdýlar.
Alaca karanlýkta, bir çýnar dibinde,
beygirinin yanýnda duran
sarkýk, siyah býyýklý süvari
kýsa çizmeleriyle atladý atýna.
Nurettin Eþfak
baktý saatýna :
- Beþ otuz...
Ve baþladý topçu ateþiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...
Sonra.
Sonra, düþmanýn müstahkem cepheleri düþtü.
Bunlar :
Karahisar güneyinde 50
ve doðusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra.
Sonra, düþman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
Aslýhanlar civarýnda
30 Aðustosa kadar.
Sonra.
Sonra, 30 Aðustosta düþman kuvâyý külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasýnda General Trikopis :
Alaturka sopa yemiþ bir temiz
ve sýrmalarý kopuk frenk uþaðý...
Yaralý bir düþman ölüsüne takýldý Nurettin Eþfak’ýn ayaðý.
Nurettin dedi ki : «Teselyalý Çoban Mihail,»
Nurettin dedi ki : «Seni biz deðil,
buraya gönderenler öldürdü seni...»
Sonra.
Sonra, 31 Aðustos günü
ordularýmýz Ýzmir’e doðru yürürken
serseri bir kurþunla vurulan
Deli Erzurumluydu.
Devrildi.
Kürek kemikleri altýnda topraðý duydu.
Baktý yukarý,
baktý karþýya.
Gözler hayretle yandýlar :
önünde, sýrtüstü, yan yana yatan postallarý
her seferkinden kocamandýlar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayýp geçen arkadaþlarýn arkasýndan
seyredip güneþli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karýsýný düþündüler.
Sonra...
Sonra, sarsýlýp ayrýldýlar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
yüzlerini topraða döndüler...
Solda, ilerdeydi Ali Onbaþý.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takýmý geçti yanýndan dörtnala.
Kaçaný kovalamýyordu yalnýz
ulaþmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
yaratýyordu da.
Ve kýlýçlarýn,
nallarýn,
ellerin
ve gözlerin pýrýltýsý
ardarda çakan aydýnlýk bir bütündü.
Ali Onbaþý bir þimþek hýzýyla düþündü
ve þu türküyü duydu :
«Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kýsrak baþý gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, diþler kenetli, ayaklar çýplak
ve ipek bir halýya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansýn el kapýlarý, bir daha açýlmasýn,
yok edin insanýn insana kulluðunu,
bu dâvet bizim...
Yaþamak bir aðaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeþçesine,
bu hasret bizim...»
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde Ýzmir’e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan þehrin kýzýltýsý içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten aðlýya aðlýya,
Güneyden Kuzeye,
Doðudan Batýya,
Türk halkýyla beraber
seyretti Ýzmir rýhtýmýndan Akdeniz’i.
Ve biz de burda bitirdik destanýmýzý.
Biliyoruz ki lâyýðýnca olmadý bu kitap,
Türk halký baðýþlasýn bizi,
onlar ki toprakta karýnca,
suda balýk,
havada kuþ kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardýr,
kitabýmýzda yalnýz onlarýn mâcerelarý vardýr...
Sosyal Medyada Paylaşın:
Nazım Hikmet Ran Åžiirleri
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.