sen bilindik hafýza kayýplarýna sararken bu þiiri
ben öykülerini baðlayacaðým bileklerime, biraz hazin biraz deli
ve girdiðim her enkazdan hüzünlü gözlerini çýkaracaðým
bilir miydik o gözlerin, mezar kazýcýlarýna taþ çýkartan cesaretini…
ne dizlerine dökülmüþ terimi içeceksin bundan böyle
ne de ben resimlerine esaretimden vazgeçeceðim
sen birer birer soyunurken maviyi bedeninden
ben kimsesiz þiirler patlatacaðým göðsümde
ve serçe sanrýsýna ayaklandýracaðým er’siz direðimi
oysa serçeler, ezbere uzak kalbimizin tek yalýn gerçeði…
duyuyorum, yine ölüm tahtýna serilecekmiþ saçlarým
sekiz ateþ düþmüþken uzuvlarýma
aðlamak yine yasaklanacakmýþ mayýs’larýma
sabah, daðlarýmýn o engin sessizliðine sokulurken
ben, yarin dudak arasý çayýndan geçeceðim
ve her geçiþte biraz daha kaybolacak masumiyetim
küçük baharlar büyüten eller, þimdi fidansýzlýðýn koynunda
ah küçüðüm!
kucaðýnda bulutlarýn iþi ne…
her damla yaðmur deðildir ki
çünkü yaðmur sadece kýrmýzý ayakkabýlarýnýn bereketidir
sen geçip giderken baþucumdan zamansýz
pisi pisine bir yokluk sunulacak gözlerime
ve ben kumdan kalelerimi daðýtmana izin vereceðim
aydýnlýk meðer anlaþýlmaz bir karanlýkmýþ…
“her aþk kendini yaþar, çaldýðýn kapý kapanýr sonunda
içinde bir sen bulursun ; büyümüþ, anlamýþ, yorgun…”