tanýþmýyorduk o zamanlar
kahveyi gözlerin yerine fincanda içip
bakmýyordum, kim çýkacak diye
can çýkasýca falýnda
renkten bile saymýyordum, düþün
iki gözün arasýnda beka meselesi yoktu o zamanlar
sadece burnun vardý
gerçi o da dikine giderdi ya
kimsenin umuru olmazdý
harfler on sekizinden gün almamýþtý henüz
havadan baþlayan sohbet
suya inip,
dalmýyordu derine
kavuþmuyordu ayrýlýk
karþýmda sen,
aramýzda tahta masa’
karýþmýyordu kahven
köpüklenen bakýþa..
sonra garson geldi bir ara,
her bi arzumuz yerine gelmiþ gibi sanki
baþka bir arzunuz !
zira kovmanýn en kibar haliydi bu
çünkü baþka çiftlere yer açmak
garsona boyun borcu..
sana baktým,
sen de sana bakan bakýþýmdan yansýyana’
garson, ikimize
ikimiz bir ilke imza atýp
birer kahve
zaman sonra anladým
kahvenin hem bahane
hem renk,
hem de muhabbet olduðunu
ve iki gözün arasýnda duran burun
-farkýyla solladýðý dudaða
öpücük kondurduðunu..