ey bir serencamda avuçları asılı insanlar
uzatın ellerinizi, yağmur yağıyor
tut anne
tut beni
bu kör uykulardan çıkar
yoksa bu yorgun kalabalıklar
ezecekler gövdemi
anne
ben susuz bir gölgeyim
içimde kanatsız bir hüthüt
aydan bir geceye sesleniyor ellerimi
kes göbeğimi anne
keskin bir taş ağzıyla
elbet bir avuç kül bulunur
basacak sıcak kanıma
kes anne
nice ağlamaklı şiirler
yutkunur gözünün gamzesinde
ölü kuşlardan yastık yap anne
bak yetimliğim tüy tüy oldu
bil ki unuttuğun yaşta değilim
ne yaşlar aktı bu kaşların üstünden
bilirim; daha mutluydum ben çocukken
peki
nereden çıktı bu büyümek
durup dururken
dur anne dur
gidiyoruz
bak önümüzde hüthüt
belki bir kuşluk
belki bir yağmur ikindisi
belki de bir alaca seher
göçümüz mü
bilmediğimiz her yer
bak anne
hem bak yalnız da değilim
bir yanımda kumru
bir yanımda saka
bir yanımda üveyik
öyle duldasız
öyle bitkin
öyle durma anne
başın öyle önde eğik
geri dönersem bil ki
oğulsuz bir lohusaya
yastık olacağım ilkin
susma anne susma
sustuğunda sarı bir yağmur
yağıyor her yere
ıslak bir hüthüt gel diyor
üşüyor kanatlarım
gül üşüyor anne
uzatın ellerinizi kalabalıklar
birinizin avuçlarında yüzüm
birinizin bakışlarında gözüm
birinizin dudaklarında sözüm kalsın
git
git ne olur anne
kapat gözlerini görme beni
gitmiş olacağım sen gitme derken
görme beni
bir hüthüt’ün ardından öylece giderken
ey bir serencamda nazarları asılı lisanlar
uzatın gözlerinizi güneş yağıyor