“Ruhum vuslatýn sahilinde seraba âþýk olur Hasretin sahrasýnda nefsim ile bin cenge durur”
I
Çöl gecesi, bütün yýldýzlarýyla lacivert bir þal olmuþ yeþil vahanýn üzerine örtülüvermiþti. Gün boyu yakan sýcaklýk soðumuþ tatlý bir meltemin kanadýna konuvermiþti.
Kumlarýn yumuþaklýðýna serilen yataðýnda, üzerine çekip bol yýldýzlý geceyi uyumaya çalýþtý, uyuyamadý Kays. Çadýrýndan çýktý; kumlar ayaklarýnýn altýnda… Az ötedeki pýnar ninnisiyle uyuturken geceyi, develer çökmüþ yarý uykulu, atlar huysuz, yapraklarýn hýþýrtýsýnda gönüller huzursuz.
Ýleride, aðaçlarýn altý daha bir kuytu, daha bir karanlýk. Oda ne! Kýmýldayan bir gölge mi ya da vehim mi? Gözlerini iki ok gibi gecenin böðrüne saplayarak aðaçlarýn yanýna varmýþtý ki birden doðruluverdi bir dilber, endamýnda zarafeti… Kays, göleðinde binlerce yýldýz þavký yakamozlanan bir çift siyah gözün ýþýltýlý gecesini gözlerine içirirken teni rüzgâr yemiþ göl suyu gibi ürperdi. O gözler… O gözler ki, enginliðinde bin kadýrga batýrýr alýp adamý götürür. O gözler ki, yol gösterir yolsuzlara, her ýþýltýsýnda bin yolcuyu yitirir o gözler ki, çorak gönül sahralarýnda sevda filizi bitirir, âb-ý hayatý içirir ona bakan gözlere. O gözler ki, anlatmaya hangi dil söz yetirir.
Donup kaldý Kays, yüreðine ilk ateþi yerken ürkek konuþtu: - Ey gecemi aydýnlatan güzel adýný baðýþlar mýsýn?
- Benim adým Kays’týr ki sükûtu tembihlemiþler ismimize.
Leylâ’nýn çöl gecesi ýþýl, ýþýl gözlerine daldý Kays, o gözlerde kayboldu: - Neden, neden çýktýn karþýma? Þimdi gönlümün ateþini söndürecek su var mý bu vahada?
- Senin ateþini söndürecek olan su benim.
Titriyordu Kays, titriyordu Leylâ. Titriyordu aðaca yapýþan yapraklar, titriyordu pýnarý terk eden sular. Sustular, konuþma sýrasý þimdi gözlerdeydi, gözlerden de gönüllere geçecekti. Bir süre bakýþtýlar, gözlerine birbirlerini yudum yudum içirdiler ve içtikçe arttý susuzluklarý…
- Seni seviyorum, dedi Kays.
- Seni seviyorum, dedi Leylâ.
…
Kays, daha önce hiç bilmediði duygularý yüreðine alarak çadýra döndü, uzandý ama uyumak ne mümkün, ne yana dönse Leylâ’nýn bakýþlarý, o bakýþlar ki ele geçirmiþ kalbini, silivermiþ tüm benliðini:
Mecnûn’um, eririm aþkýn özünde bir bilsen neler gizlidir Leylâ sözünde Mevlâ’yý görmüþüm Leylâ gözünde sen benim gördüðümü görebilir misin? Görebilir misin ah Leylâ?
Ya Leylâ; Zavallý Leylâ, kurumuþ bir kelebek kanadý gibi pul pul döküldü, lime lime çözüldü, ateþle valsinin ilk ritmik adýmlarý yürürken yüreðine eriyip daðýldý sanki:
Leylâ’yým, aþkýn harmanýyým ben kaderin kapkara fermanýyým ben gönül yarasýnýn dermanýyým ben çýk sineme diyar diyar gez beni. Diyar diyar gez ah Kays..
Ýki can bir beden olmuþ iç içe. Aralarýndaki mesafe vahalar arasý kadar yakýn, bir nefes kadar uzak…
II
- Gözlerimde ne görüyorsun a güzel? Diye sordu Kays.
Leylâ bir hazan yapraðý gibi titriyordu: - Leylâ’yý görüyorum Kays lakin seçemiyorum…
- Leylâ’yý senin gözünde gördüm Leylâ nasýl unuturum seni? Unutsam bile senin gözlerinde beliren ulu sevdanýn sahibi hiç unutur mu seni? Haydi, hoþça kal sevgili; sen de gayret et biraz arayý çok açma, çabuk gel emi?
- Git Kâysým git, Leylâ’ ya git… Aþk derdiyle zayýflamak, gönül sýhhatine delalet deðil mi? Bu sevdada tükeniþ aslýnda var oluþ deðil mi? Nûn gibi eðilmedikçe, elif gibi incelmedikçe, gönül kapýsýndan girebilir misin?
…
III
Güneþin tavasýnda kavrulan çölün Ýçine attý kendisini Kâys… Tutuþan kumlarýn üzerine bir serinlik oldu baþý açýk, yalýn ayak bir o yana, bir bu yana rüzgârda savrulan yaprak gibi düþe kalka koþuþturdu durdu. Sonra bir ses duymuþ gibi sakinleþti, etrafýna bakýndý, koca sahra alabildiðine uzayýp gidiyordu. Göze görünen ne bir vaha, ne bir kervan, ne de bir karartý… Her taraf kum, her taraf ateþ üfleyen boz sarý sýcaktý.
Kays, gözlerini bir noktaya dikti: - Leylâ!... Leylâââ!.. Diye haykýrdý ve deliler gibi baktýðý yöne koþmaya baþladý, koþtu, koþtu… Ama nafile; koþtukça Leylâ uzaklaþtý. Sonunda bitap düþerek yere yýðýldý.
Böyle ne kadar kaldý bilinmez.
… Birden garip bir uðultu ve bir kasýrga koptu, çöl tepeleri, toz bulutundan görünmez oldu, hortum, kuru dikenleri, kumlarý bir bir içine yutarak çöl ummanýnda bir girdap gibi dönerek yükseldi, bir vaveyla koptu: - Leylâââ!... Bu ses büyüdü, büyüdü, engin sahrada Ve yankýlandý geniþleyerek baðrýnda: - Mevlâââ!...
Sesin heybetinden cümle hayvanat deliler gibi bir yerlere doðru koþuþturdular. Yine o sahra hiçbir þey olmamýþ gibi sessiz ve alev sýcaklýðýný giyindi. Mecnûn sanki bu çöllere hiç uðramamýþtý. Leylâ sanki bu vahalarý hiç dolaþmamýþtý. Ne bir ayak izi, ne de onlardan bir eser kalmýþtý. Niceleri baðrýnda gezdirmiþ çöl, þimdi sessizliði uðuldamaktaydý.
Sessizliðin ardýndaki sese vakýf olanlar dillerine alýrlar ve söylerler:
“ Bu dünyadan çöz artýk beni al benliðimi, göster bana seni görebilsin gönlümdeki göz beni
Hem saadetim hem üzüntüm sensin aþkýn belâ ise ver belâ
Bir damla yeter, deryayý neyleyim? Gerçeði ver, hülyayý neyleyim? Yandým! Yandým! Senden özge Leylâ’yý neyleyim?
Kavuruyor þimdi gönlümdeki Kerbelâ aþkýn belâ ise ver belâ”
Ve kýyamete kadar söyleyecekler… Aþkýn belâ ise ver belâ…
Leylâ…
Sosyal Medyada Paylaşın:
M. CÂN GÜNDEDE Åžiirleri
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.