- 6828 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MİTOLOJİ VE ŞİİR
MİTOLOJİ VE ŞİİR
ASUMAN ERGÜN ÜNSAL
(ERGÜN ÜNSAL Asuman, “Mitoloji ve Şiir”, Gazi Üniversitesi, Genç Bilim Adamları Sempozyumu, Ankara 2010.)
ÖZET
Tarih öncesi inançları ve bu inançlar çerçevesinde yapılan dinî törenleri de içerisinde barındıran mitolojiler; şiir, müzik, resim, heykeltıraşlık, mimarî, tiyatro gibi pek çok güzel sanatın doğduğu ve hâlâ da esinlenmeye devam ettiği zengin bir kültürel kaynaktır. Bir milletin mitolojisinin olması o millet için büyük bir kazançtır; çünkü mitolojiler, aynı zamanda, ait oldukları milletlerin ne kadar köklü bir geçmişi olduğunun da bir kanıtıdırlar. Mitolojinin değerini bilenler, millî şuuru korumada ya da millet şuurunu tekrar oluşturmada, tarih boyunca bu hazineden yararlanmışlardır. Bizde, 19. yy.da bilim olarak kabul edilen “mitoloji”ye ilgi, öncelikle Batı’ya ve oradan da hareketle Yunan mitolojisine yönelmiştir. Türk mitolojisi üzerine yapılan çalışmalar; tarihin en eski devirlerini yaşamış, ne kadar kadim bir millet olduğumuzu bize göstermektedir. Mitolojimiz, eser vermek için kendisine esin arayan günümüz sanatçıları için de çok değerli bir hazine özelliğine sahiptir. Bu makalede, mitoloji ile şiir ilişkisi incelenmiştir. Farklı kültürlerin şiire bakış tarzları ve şairlerinin toplumdaki konumları karşılaştırılmıştır. Şiir ile dinin ve diğer güzel sanatların henüz birbirinden ayrılmadığı devirlerde şiir ve şairler kutsal bir özelliğe de sahiptiler. Şiir söylemeleri ve yaratıcılıkları, diğer insanların onlara mitolojik özellikler yüklemelerine sebep olmuştur. Bu şekilde düşünülmesi ve inanılması, ilk şairlerin toplumlarında din adamlığı, kâhinlik vb. rolleri yerine getiren kişiler olmalarından da kaynaklanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mit, Mitoloji, Şiir, Şair.
GİRİŞ
Mitoloji, mit bilimi anlamına gelir ve mytohs ile logos sözcüklerinden oluşur; Mytohs, söylenen ya da duyulan sözdür; masal, öykü, efsane anlamına gelir. Logos ise ilk anlamı söz olmakla birlikte bilim anlamına gelir. Seyidoğlu’na göre, Mit’in asıl manası: “Gerçek hikâye” ve bunun da ötesinde “Sahip olunan çok değerli şeyler, kutsal, değerli ve manalı olandır.” Eliade’ya göre ise en geniş kapsamlı olduğu için en az kusurlu olan tanım şudur:
“Mit kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka deyişle mit, Doğaüstü Varlıklar’ın başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir parçası (sözgelimi bir ada, bir bitki türü, bir insan davranışı, bir kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini dile getirir.”
Mitlerin simgesel ve kutsal bir ağırlığı vardır. Mit üzerinde 19. yy.dan bu yana çalışmalar yapılmaktadır. Mitler üzerinde yapılan çalışmalara dilbilimci F. Max Müller’in katkısı büyüktür. Mitler, çok eski dönemlerde meydana geldiği için, bu dönemlerin tarihi, edebiyatı, inançları hakkında bilgileri de içerirler.
Mitoloji’nin önemi hakkında Afacan, bütün bir kültürün temelinde yer alan mitologyanın, tarihsel gelişmenin belli bir evresinden sonra ölmüş sayılsa bile, bir takım ögeleriyle, sanattan gündelik pratiklere varan geniş bir alanda yaşamımıza katıldığı, çeşitli düşünürlerin ortak kanısıdır der. Nitekim Eliade da modern dünyanın mitleri hakkında bilgi verir ve şöyle der: Bazı “mitsel davranışlar” hâlâ gözlerimizin önünde varlıklarını sürdürürler. Burada arkaik bir anlayışın “kalıntıları” değildir söz konusu olan. Ne var ki, mitsel düşüncenin bazı özellik ve işlevleri insanın bir parçasını oluşturur. Seyidoğlu da, bu konuda, Mitler birtakım değişikliklerle günümüzde hala yaşamaya devam ederler. Bu mahsuller arasında merasimler en fazla dikkatimizi çeker der ve güzel sanatların bazı dallarının merasimlerden süzülerek bugüne kadar geldiğini belirtir. O’na göre hikâyecilik de mitik merasimlerden gelmiştir ve bu yüzden kutsal sayılmıştır.
Afacan’a göre Mitologya insanın toplumsal tarihinde bilim ve sanatın oluşumu açısından geriye bakıldığında, ortak bir zemin konumundadır. Şiirin, tiyatronun, heykelin, mimarînin, resmin, müziğin kökleri ilkel tapınma törenleridir. Bu türlerin hepsinde, hatta sinema ve tiyatro gibi türlerde de mitoloji, başvurulan önemli bir kaynaktır. Mitoloji, insanlığın kültürel gelişiminde önemlidir, Bütün halklar, gelişimlerinin bir noktasında kendilerine efsaneler, yani bir süre için inandıkları olağanüstü anlatılar yaratmışlardır. Bu anlatılar, neredeyse tüm sanat yapıtlarına esin kaynağı olabilecek bir güce sahiptir. Resim, müzik, edebiyat gibi sanat eserlerinde bu etkiyi belirgin bir şekilde görmekteyiz. Ayrıca, sanatçıların esinlerini mitolojiden alıyor olduklarına dair anlatılan mitik anlatılar da ilginçtir:
“Yunanca musiki anlamına gelen “mousikos” sözcüğünün mitolojideki “Mousalar”la ilgili olduğu, bu sözcüğün ayrıca şiir ve öteki sanatları da kapsadığı öne sürülmektedir. Zeus ile Mnemosyne’nin hepsi bakire dokuz kızı olan Mousalar ‘esin ve sanat perileri ya da tanrıçaları’ olarak nitelendirilirler. Mousalar’ın başı olarak adlandırılan Kalliope lirik şiirin esin perisidir. Erato ise koro halinde söylenen aşk şiirlerine esin kaynağı olmuştur”
Türk mitolojisinde de, yaratılış efsanelerinde adı geçen Ak Ana, Tanrı’ya yaratma ilhamını veren bir özelliğe sahiptir. Bu motif, mitolojideki Tanrı’nın yaratıcılığı ile insanın sanatsal yaratıcılığı arasında kurulabilecek bir bağ açısından oldukça önemlidir.
Mit, hayal gücü ve yaratıcılık arasında da önemli bağlar vardır. Eliada,
“Mitler Yeryüzünde çok büyük olayların olup bittiğini ve bu ‘görkemli geçmiş’in belli ölçüde yakalanıp geri alınmaya elverişli olduğunu sürekli biçimde yansıtır. Paradigmatik jestleri taklit etmenin bir de olumlu özelliği vardır: Mit, insanı kendi sınırlarını aşmaya zorlar; onu, Tanrıların ve mitsel kahramanların yanında yer almak zorunda bırakır; bundaki amaç, onların eylemlerini insanın da yapabilmesini sağlamaktır. Mit, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak insanın ‘Yücelme’sini sağlar” der.
Mitleri ezberden söyleyen kişi, her zaman ya belleğinin gücü ya da hayalgücü ya da yazınsal yeteneğiyle çevresindekilerden ayrılır. Ezberden söylenenlerin her zaman klişe gibi olması gerekmez. Bazen varyantlar ilkörnekten (proto tip) hissedilir biçimde uzaklaşır. Her ne kadar, bu süreçte, yeni bir mitin uydurulmasından ziyade önceden var olan bir mitin değiştirilmesi söz konusu ise de, Geleneksel taslaklar ile yenilikçi bireysel değerlendirmeler arasındaki bağıntılar şaşmaz nitelikte değildir: güçlü bir dinsel kişiliğin yarattığı şokun etkisiyle geleneksel taslak sonunda değişikliğe uğrar ; çünkü Geleneksel mitoloji konusunu yenileyen, dinsel hayalgücü düzeyindeki bir yaratıcılıktır. Eliade, sanatsal yaratıcılığa sahip olan bu kişilerin esin kaynakları hakkında ise şunları söyler:
“Bunlar ‘krizler’dir, ‘karşılaşmalar’dır, ‘vahiyler’dir, kısacası, özellikle canlı ve dramatik imgeler ve senaryolar topluluğunun eşlik ettiği ve zenginleştirdiği ayrıcalıklı dinsel deneyimlerdir, yaşantılardır. Geleneksel mitoloji motiflerini besleyen, çoğaltan ve hazırlayanlar, esrime olgusunda ustalaşmış kişiler, fantastik evrenlere yakın olan kişilerdir.”
Köprülü, ilkel toplumlarda bediî hissin ilk görünüşünün raks şeklinde olduğunu düşünür, fakat bunda ‘şiir’ ile ‘musiki’nin tohumları vardır. Şiir, rakstan ayrıldıktan sonra, daha uzun zaman musiki ile alakasını muhafaza eder ve mutlaka bir beste ile yahut bir musiki aletinin eşliğinde terennüm olunur der. Eski toplumların mitolojileri, genellikle destan gibi edebiyat ürünleri yoluyla olmuştur. Örneğin, çoğu İÖ yaklaşık 2100’den 1800’e tarihlenen Sümer edebî belgelerinin büyük çoğunluğu da, diğer kadim milletlerde de olduğu gibi, şiir biçiminde yazılmıştır. Mitoloji ile şiir arasında bu yüzden de çok sıkı bir bağ vardır. Hatta şiirin mi dinden doğduğu, yoksa dinin mi şiirden doğduğu bile tartışma konusudur. Kimi araştırmacılar şiir, müzik, dans, vb. sanatların dinî ayinlerden doğduğunu düşünürler. Bunlardan biri olan Köprülü:
“ ‘Güzel sanatlar’ ismi altında toplanan şiir, musikî, heykeltıraşî, resim, mimarî, raks’ önce dinden yani dinî ayinlerden doğmuş, uzun müddet tamamıyla dinî bir mahiyette kalmıştır. İnsan cemiyetlerinde insanlığın zihnî faaliyeti yavaş yavaş ‘dinî şekiller’den ‘Lâdinî=dindışı’ şekillere geçerek ‘dinî ayinler’ daha sonra ‘dindışı oyunlar’ mahiyetini alır ve itikadları doğuran faaliyet, san‘at eserlerini de vücûda getirir” der.
Kimi araştırmacılarda da dinin şiirden doğduğu fikrini görüyoruz. Caudwell, bu konuda,
“Dinlerin doğuşuna gelmiş bulunuyoruz. Toplum yapısının bir ürünü olduğu için herkesin bireysel yaşamına karışan şiirin bu kolektif fantezisi (bu yapı, işbölümüyle farklılaştıkça) daha gelişmiş, daha olgunlaşmış bir biçimde, dünyasal yaşamın maddi yapısından ayrı bir din dünyası biçiminde yeniden ortaya çıkar” der.
Ayrıca, İnsan ırkının çocukluk döneminde nasıl ayırabiliriz dini, şiirden? diye de sorar. O’na göre ikisinin de ekonomik bir işlevi ve toplumsal bir özü vardır. Şiir sanatında devamlı akıcı bir yenileşme vardır ve Bu, dinin de bir özelliğidir, ama yalnız ilk aşamasında, henüz şiirle iç içe bulunduğu dönemde. Din mitolojidir o zaman; mitolojinin de özelliği olan, iç zıtlaşmanın bütün o kendiliğinden yaratıcılığını ve pervasızlığını dinde de görürüz.
Mitolojide şiir, tanrıların ya da insanların üzerine, doğru olmasalar bile, onların coşkuları üzerine bir şeyler söyler. O halde şiirin özü bilinçli bir yanılsamadır. Platon, Cumhuriyetine şairleri sokmaz. Şair sözü şüphe ile karşılandığından şiire şüpheyle bakılır, hatta dindışı şiirler bazı dinî düşüncelerde hoş görülmez. Şair, yanılsamayı yaratan bir şey yapar, bu onun yaratıcı özelliğinden ileri gelir. Şaire esin veren, ondaki coşkuyu harekete geçiren mitolojik unsurlar da vardır:
“Sokrat, ozan İon’la konuşur: Seni coşturan, Euripides’in mıknatıs, halkın ise Herakles dediği taştaki cinsten bir tanrısal güçtür. (…) Çünkü bizim hayran kaldığımız o büyük şiirleri yazanlar, o yüceliğe herhangi bir sanatın kuralları aracılığı ile erişmezler; mısralar biçimindeki o güzel ezgilerini kendilerinin olmayan bir ruhun elinde, bir esinlenme halinde söylerler” der.
Sokrat’a göre, şairler ruhlarında dinsel bir görev duygusu taşırlar. Hava kadar hafif, kanatlı ve kutsal bir şeydirler; esinleninceye, yani kendinden geçinceye kadar, tüm aklını yitirinceye kadar şiir demeye değer bir şey yaratamazlar. Şiirlerinin ilhamını, herhangi bir sanat dalında ustalık kazandıkları için değil, içlerindeki tanrısal gücün esinlerinden alırlar. Bu esin kavramını, Yunan mitolojisinde şairlerin babası kabul edilen Homeros’ta da görürüz: İlayda’yı anlatan ozan kimse, destanına esin istemek için bir “tanrıça”ya seslenir. Yunan mitolojisine göre, Musa’lar adı verilen ve şarkı, müzik, oyun, şiir ve bilimden anlayan bu tanrıçalar, Zeus’un kızlarıdırlar.
Bu fikirlerin benzerleri Türk mitolojisinde de vardır. İlk şiirleri söyleyen ve şaman adı verilen din adamlarının şamanlığa girişleri ve ayinlerde şiir söyleyip dans ederken bir tür cezbe hâline geçişleri ilginçtir. Ayrıca, şaman olmaya kişi kendisi karar vermemekte ve şamanlık sanatı bu bilgilerin öğrenilmesiyle elde edilmemektedir. Şamanlığa giriş, geçmişte yaşamış bazı büyük şamanların ruhlarının şaman olacak kişilere musallat olması şeklinde olmaktadır. Bu hâle Altaylılar töz basıp yat (ruh basıyor) derler. İnanca göre, ata ruhları kişileri etkileyebilmektedir, örneğin, Altaylıların inancına göre bütün şamanların canları ölümden sonra yeryüzünde varlığını sürdürme hakkına sahip körmösler grubuna dâhildir İnan’a göre şaman (kam), Şamanistlerin inançlarına göre, tanrılar ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapma kudretine malik olan kişidir. İnançlara göre, kudretin kaynağı ilâhîdir, gökten verilmiştir. Çoruhlu’ya göre,
“Her şeyden önce şamanın kolaylıkla vecde ve istiğrak haline geçebilecek karaktere sahip olması gerekmektedir. Şamanlık belirtileri ise ‘gerçek üstü varlıklar görme, sık sık baş dönmesi ve bayılmanın meydana gelmesi, ruhsal ve bedensel acılara maruz kalma, sinirli olma, yemeden içmeden kesilme, insanların yaşadığı yerlerden uzaklaşma, ruhlarla ve öteki âlemlerden varlıklarla konuşma, sürekli düşünceli bir hâlde olma gibi davranış biçimleri’ şeklindedir ve özellikle ergenliğe geçiş evresinde kendini gösterir.”
Gerçi Şamanizm’i bir ruhsal hastalık olarak açıklamaya çalışanlar da vardır: Ohlmarks’a göre şamanizm, halkın ruhundaki asabî-marazî istidad ve tamâyüle dayanan ve yarı din seviyesine çıkarılan canlı bir an’anedir. Eliade, şamanizmin herhangi bir ruh hastalığı ile özdeşleştirilmesine karşı çıkar:
“Burada bir başka noktayı daha göz önünde tutmak zorundayız: Şaman adayının ‘sırra-erme’ süreci sadece esrime deneyimlerini değil, (…), bir hastanın kavrayamayacağı kadar karmaşık bir kuramsal ve uygulamalı eğitimi de kapsar. Gerçek sara ya da histeri nöbetlerine kapılıyor olsalar da olmasalar da, şamanlar, büyücüler ve genel olarak otacılar sıradan ruh hastası sayılmazlar: Onların psikopatolojik deneyimlerinin kuramsal bir içeriği vardır; zira kendi kendilerini iyileştirebiliyorlarsa, bu, hastalığın mekanizmasını –daha iyi bir deyişle, kuramını bilmeleri sayesindedir. (…) İster tanrılar veya ruhlar tarafından onların sözcüsü olmak üzere seçilmiş olsun; ister böyle bir göreve bazı fiziksel bozukluklar yüzünden önceden yatkın veya eğilimli olsun; ister sihirsel/dinsel bir ‘iç çağrısı’ değerindeki bazı kalıtım özelliklerinin taşıyıcısı olsun, şaman düz insanların dünyasından ayrılıp tekilleşir; bunun nedeni de kutsallıkla daha dolaysız ilişkide olması ve kutsallığın dışavurumlarını daha etkili biçimde denetleyebilmesidir.”
Buluç’a göre de,
“(…) şamanı sadece bir ruh hastası olarak göstermek asla doğru değildir. Aksine olarak ruhlar tarafından şamanlığa davet edildiğine inanılan bu kişiye, Sibirya halkları arasında korku ile karışık bir saygı gösterilir. Husûsî kabiliyeti sâyesinde tabîat-üstü kuvvetlerle temasta sayıldığı için, ona, mensup olduğu boy veya oymağın koruyucusu gözü ile bakılır. Nitekim ilk şamanın zuhûruna dâir Sibirya’da anlatılan efsânelerde de ruhlarla münâsebette bulunduğuna inanılan şamanın, üstün kabiliyetleri ile farklı yaratılışa sâhip bir varlık olduğu belirtilir. Kam’lar, umûmiyetle zeki, hayalperest ve şâir tabiatlı insanlardır.”
Gök Tanrı İnancı’na sahip olan Eski Türkler’de şaman, din adamlığının ve diğer özelliklerinin yanı sıra, şairlik özelliğine de sahipti. Türk boylarındaki şaire kutsallık vermeye, Türkmenler ve Harezm Özbekleri arasında şamanların ve müzisyenlerin pîri olarak kabul edilen Âşık Aydın adlı mitolojik varlığı da örnek olarak gösterebiliriz. Mitolojik inanca göre dutar çalmak veya bakşı (şaman) olmak isteyen herkes Âşık Aydın’ın mezarını ziyaret etmeli, geceyi dutar çalarak onun mezarı başında geçirmelidir. İnanca göre Âşık Aydın, ziyaretçinin gözüne görünür ve ona hayır-dua vererek şairlik kudreti verir. Görüldüğü gibi, farklı milletlerin mitolojilerinin şaire ve şiire bakış açılarında büyük benzerlikler vardır. Perrin ise, şaman ile sanat arasındaki ilişkiye değinir ve günümüz sanatçılarını kastederek Kimi sanatçıların, resim, şiir, tiyatro, müzik ve dans gibi değişik sanat dallarındaki yapıtlarını ve esinlerini “şamancıl” deyimiyle tanımladıkları gözlenmektedir diyerek bu ilişkiyi sorgular.
Mitler, millet olma şuurunu korudukları gibi, bazen de bu şuurun tekrar kazanılmasına katkıda bulunurlar. Mitolojiden etkilenmiş olan İngiliz yazarlarından ve şairlerinden olan W.B Yeats (1865–1939), miti, bilime, materyalizme ve Anglosakson soyutlamaya karşı bir “görme biçimi” olarak düşünüyordu. Onun yapıtında, rüya ve simgelerin hüküm sürdüğü bir evreni düşünmeye ve böylece köklere, yani yaşam ve bilgi ağaçlarının köklerine inmeye davet vardır. İrlanda mitolojisi ile ilgilenen şairin gözünde mit, aynı zamanda İrlanda milletini tekrar diriltebilecek bir olanaktı. Bu yönelişinde siyasi bir amacı da vardı; mit, efsane, folklor gibi ögelerle İrlanda’nın İngiliz etkisinden tamamıyla kurtulabilme ümidini taşıyordu. Gerçekten de tarihte Alman, İran ve Fin gibi bazı milletler folklor malzemelerinden de faydalanarak kendi milli şuurlarının oluşmasını sağlamışlar ve milli benliklerini korumuşlardır. Başka milletlerin etkisinde veya esaretinde olan milletler için bu mit, efsane, destan, vb. ürünler hayatî derecede önem taşımaktadır. Bu milletler, bilinçli bir şekilde bu folklor ürünlerine yönelirler. Antikçağ mitlerinin edebiyatta ele alınıp işlenmesi Yunan toplumu gibi kadim milletlerde ise doğal bir şekilde olmaktadır ve bu durum temel ve vazgeçilemez bir ögedir. Batı’da, Yunan mitolojisini konu olarak ele alıp da işleyen çok sayıda sanat eseri mevcuttur: Daha eski Yunan devrinden, başlayarak, mitoslar ve destanlar, fikir ve sanat eserlerine tükenmez kaynak olmuştur.
Zengin bir mitolojiye sahip olan milletlerin destanları da zengindir. Dünya edebiyatında mitolojik öğeleri de içeren ve en yaygın olarak bilinen epik edebî ürünlere, Gilgameş (Sümer-Mezopotamya), İlyada ve Odysseia (Yunan), Kalevala (Fin), Ramayana ve Mahabharata (Sanskrit-Hint), Nibelungen (Cermen), Chanson de Roland (Fransız), Manas (Kırgız), Aeneas (Roma), Şehname (İran) destanları örnek olarak verilebilir. Bizim mitolojimiz dünyanın en eski ve zengin mitolojileri arasındadır. Sözlü gelenekte hâlâ yaşayan Oğuz Kağan, Maaday Kara, Ural Batır, Dede Korkut, Manas ve Köroğlu Destanları bize Türk mitolojisinin zenginliği hakkında bilgi verir.
Türk toplumu, tarihin destan devirlerini yaşamış, eski bir millet olduğu için bu devirlerin folklor ürünleri günümüz edebiyatını da etkilemiştir; fakat bazı aydınlarımız batı ile ilişkilerin bir sonucu olarak ve Yunan klâsiklerinin de çevrilmesiyle ilk olarak batı mitolojisi ile ilgilenmeye başlamışlardır. Doğan, bu ilginin sebepleri hakkında şu bilgileri verir:
“Avrupalı entelektüelin de, ‘Osmanlı münevveri’nin de Yunan destanları İlyada ile Odysseia ilgisini, hümanist felsefe ve ‘evrensellik’ düşüncesi yönlendirmiştir. Avrupa için yaratıcı bir hamle değeri taşıyan Rönesans, Antik Yunan’ın değerlerini, skolastik zihniyetin aşılması sürecinde, anılan destanlarla güncellenir. Antik Yunan felsefesine âşina olan Osmanlı münevveri; Devlet, Tanzimat (1839) ve Islahat fermanlarıyla (1856) geleceğini Avrupa’da görmeye başladığı süreçte, divan şiirinin estetik zeminini oymaya yönelir. Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah (1888) adlı tiyatro eserine yazdığı ‘Mukaddime-i Celâl’de, divan şiirinin ‘güzel’iyle bir bakıma dalga geçerken sadece bir mazmuna değil, bir dünya görüşüne ve estetik zevke de karşı çıkar (Namık Kemal 1975). Onun talebi, edebî olmaktan çok siyasîdir; ama açtığı yol, edebiyatta bir dünyadan vazgeçerek yeni güzeller peşinde koşmak isteyenler tarafından genişletilip Yunan mitolojisine çıkarılır.”
Bizde İslâm’dan sonra, kendine has referanslarıyla divan şiiri, bütünlüklü bir dünyanın, daha yerinde bir tabirle bir zihniyetin ürünüdür. Bu bütünlük içinde mitoloji de vardır elbette; ama bu mitoloji, kaynağını büyük oranda Firdevsi’nin Şehnâme’sinden alır. Eski dinlerin inanç sistemlerine karşı ise bir ilgisizlik görülmektedir. Batı’ya yönelişle birlikte mitoloji konularına da ilgi artmıştır.
Doğan, Yunan mitolojisine yönelen dikkatler ve ilk çalışmalar hakkında şu bilgileri verir:
“Osmanlı münevverinin bir dünyadan başka bir dünyaya geçme isteğinde Antik Yunan tarihi ve mitolojisi önemli bir göstergedir. ‘Yusuf Kâmil Paşa’nın 1859’da Türkçe’ye çevirdiği Télémaque, Eski Yunan tarihine ve mitolojisine karşı oldukça geniş bir ilgi uyandırmıştır.’ (Toker 2009:4) Bu ilgiyle Yunan ve Latin tarihine, felsefesine ilişkin bazı yazılar da Türkçe’ye çevrilir.”
Şemseddin Sâmi, Esâtir adlı kitabını 1890’da yayımlar. Ahmet Midhat, Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayınlanan Şiir ve Mitoloji (27 Mart 1890), Yine Şiir ve Mitoloji (29 Mart 1890) ve Tekrar Şiir ve Mitoloji (31 Mart 1890) adlı yazılarında mitoloji hakkındaki görüşlerini kaleme alır. Yahya Kemal ile Yakup Kadri, Nev-Yunânîlik i esas alan bir edebî mektep kurmaya çalışırlar. Tevfik Fikret de Promete adlı şiiriyle bu akıma destek verir. Bu çalışmalarla, İran mitolojisinin etkilerinden, Yunan mitolojisinin etkilerine geçilmeye çalışılmaktadır; fakat Ülkenin zor yıllarında bu girişim, bir fantezi olarak kalır. Bu fantezinin aynı zor yılların beslediği “milliyetçilik” düşüncesi ve bu düşünce doğrultusunda gelişen edebiyat için bir kapı araladığı söylenebilir. Aralanan kapıdan Türk mitolojisine girilir.
Yunan mitolojisine ilgi, Cumhuriyet döneminde de devam eder. Aydın Afacan, Şiir ve Mitologya adlı eserinde, Cumhuriyet Dönemi Şiiri’nde Yunan ve Latin Mitologyası’nı araştırmıştır. Eserinde mitologya-şiir ilişkisini açıkladıktan sonra Türkiye’nin kültürel ortamında bu mitolojinin nasıl algılandığını ve bu mitolojiden etkilenen şairleri inceler. Yunan mitolojisinden etkilenmiş olan Türk şairlere; Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Salih Zeki Aktay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Ömer Defne, Mustafa Seyit Sutüven, Hasan İzettin Dinamo, Melih Cevdet Anday, İlhan Berk, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal, Arif Damar, Mehmet Başaran, Can Yücel, Edip Cansever, Ahmet Oktay, Cengiz Bektaş, Ali Püsküllüoğlu, Özdemir İnce, Hilmi Yavuz, Ülkü Tamer, Fikret Demirağ gibi şairlerimiz örnek olarak verilebilir.
Bizde, sanatta ve fikirde Türk mitolojisini konu olarak kullanmak isteyen kişi, Ziya Gökalp’tir. Onu, Orhan Seyfi, takip eder. Ziya Gökalp,
“ ‘Fransız klasizmi’ gibi bir Türk klasizmi yaratmak için Fransızların gittiği yolu izlemek gerektiğini belirterek şunları söyler: ‘Bizde klasik bir edebiyat meydana gelmesi için bizim de eski Yunan ve Latin edebiyatlarına kadar çıkmamız, onların meziyetlerini almamız ve bunu kendi bünyemize uydurmamız lazım gelirdi.’ Gökalp’in bu sözü ile kaynaklanma noktasında Türk mitolojisinden saptığını söylemenin imkânı yoktur. Çünkü o, Yunan ve Latin edebiyatlarının ‘özü’nü değil, biçimini almak gerektiğini vurgular. Onun söylemi içinde öz, Türk mitolojisinde vardır; bu özü, yani ‘mitos’u söyleyecek, başka bir deyişle ‘epos’a dönüşterecek şairler yoktur ve iyi niyetli mevcut denemeler de yetersizdir.”
1920’li ve 1930’lu yıllarda İslâmiyet’ten önceki Türk tarihi ve edebiyatı araştırmaları hızlanır. Bu yıllarda artan millî duyarlılık sebebiyle Türk mitolojisi de sahiplenilir: Başta Hüseyin Nihal (Atsız) olmak üzere, Sabahattin Ali, Fethi Tevetoğlu ve başkaları şiirlerinde Türk mitoslarını kullanır. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu da destan şairi sıfatıyla, edebiyatımızda önemli bir yer edinmiştir. Behçet Necatigil, modern Türk şiirindeki arayışları şu sözleriyle adeta özetler:
“Batı şiiri hiçbir zaman mitolojiden ayrılmamıştır. Bugün Avrupa şiirinde, bütün Batı şairlerinde mitos imajlarına rastlarsınız. Bizde niye olmasın bu? Serapa istiareler dünyasıdır menakıbnameler, dervişlerin hayatları. Modern şiir Batı’da Hıristiyan mitoslardan, yahut Yunan mitoslarından yararlanıyor. Bizde bakir ne kadar çok değerli menkıbeler var. Kerametleri, dervişleri düşünün. Kısası Enbiya ise ayrı bir deryadır.”
SONUÇ
Günümüzde ise, her ne kadar Türk mitolojisi ile ilgili araştırmalar ve yayınlar çoğalmışsa da, bu mitolojik konular, kendilerinden esinlenerek yaratıcı eserler verecek şairlerini ve yazarlarını hâlâ beklemektedirler. Bayat, Önemi göründüğünden daha fazla olan ve Türk milletinin var olduğu her yerde mevcut olan mitlerimiz, bizleri geleceğe taşıyacak, geleneklerimizi ve geleneksel inanç öbeğimizi değerler paradigmasında yaşatacak manevi ve kültürel varlığımızdır der. Bu hazineden esinlenerek yapılan çalışmalar, Batı’nın Yunan mitolojisinden esinlenerek oluşturduğu, güzel sanatların hemen hemen her dalındaki eserlerle kıyaslandığında, elbette ki yeterli değildir. Mitolojimiz, güzel sanatların her alanında bize esin verecek potansiyele sahiptir ve sanatçıların ilgisini beklemektedir.
KAYNAKÇA
Afacan Aydın, Şiir ve Mitologya, Doruk Yayınları, Ankara 2003.
Altuğ Tuncay, “Bilimde ve Sanatta Mitolojiden Esinlenme”, Bilim ve Gelecek Dergisi, S: 67 (2009), s. 52–60.
Anohin A.V., Altay Şamanlığına Ait Materyaller, Kömen Yayınları, 1. Baskı, Konya 2006.
Banarlı Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983.
Basilov V. N., Kult Svyatıh v İslame, Moskova 1970.
Bayat Fuzuli, Türk Mitolojik Sistemi 1–2, Ötüken Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2007.
Bonnefoy Yves vd., Mitolojiler Sözlüğü, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2000.
Buluç Saadettin, “Şaman”, İslam Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, Birinci Basılış, Cilt: 11, İstanbul 1970.
Buluç Saadettin, “Şamanizm”, İslam Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, Birinci Basılış, Cilt: 11, İstanbul 1970.
Caudwell Christopher, Yanılsama ve Gerçeklik, Çev: Mehmet H. Doğan, Payel Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1988.
Çoruhlu (Yaşar), Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İkinci Basım, İstanbul 2006.
Doğan Mehmet Can, “Modern Türk Şiirinde Mitolojiye Bağlı Kaynaklanma Sorunu”, Gazi Türkiyat (Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi), S: 4 (2009), s. 121–138.
Eliade Mircea, Mitlerin Özellikleri, Türkçesi: Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001.
Eliade Mircea, Şamanizm, Çev: İsmet Birkan, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009.
Estin Colette ve Laporte Helene, Yunan ve Roma Mitolojisi, Çev: Musa Eran, Tübitak Yayınları, 23. Basım, Ankara 2005.
Grimal Pierre, Yunan Mitolojisi, Dost Kitabevi Yayınları, Birinci Baskı, Ankara 2005.
Homeros, İlyada, Eski Yunanca Aslından Çevirenler: Azra Erhat-A.Kadir, Can Yayınları , 24. Basım, İstanbul 2008.
İnan Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Dördüncü Baskı, Ankara 1995.
Köprülü Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yayınları, 7. Baskı, Ankara 2009.
Kramer Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, İkinci Basım, İstanbul 2002.
Levend Agâh Sırrı, Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler/ Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul 1984.
Necatigil Behçet, 100 Soruda Mitologya, K Kitaplığı Yayınevi, 6. Baskı, İstanbul 1995.
Necatigil Behçet, Düzyazılar 2/ Konuşmalar Konferanslar, Cem Yayınevi, İstanbul 1983.
Perrin Michel, Şamanizm, İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2008.
Seyidoğlu Bilge, Mitoloji Üzerine Araştırmalar, Dergâh Yayınları, Sekizinci Basılış, İstanbul 2005.
Türkan Candan, Mitoloji, Turizm Bakanlığı Yayınevi, Ankara 1976.
Ünaydın Ruşen Eşref, Diyorlar ki, Hazırlayan: Şemseddin Kutlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.