- 8605 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ORHAN ASENA’NIN TOHUM VE TOPRAK OYUNU ÜZERİNE BİR İNCELEME
Mesleği doktorluk olan Orhan Asena edebiyata şiir ile başlamış sonra bütün edebiyat çalışmalarını tiyatro yazarlığına hasretmiştir. Orhan Asena’nın oyunları üzerinde çalışma yapanlar yazarın biyografisini kendisinden almışlardır. Bir bitirme tezi hazırlayan Meral Toker yazar ile görüşmüş ve biyografisini ayrıntılı olarak bizzat yazardan sağlamıştır. Yazarın kendisine yazdığı mektup Meral Toker’in tezinde bulunmaktadır. 7 Ocak 1922 yılında Diyarbakır’da doğan Orhan Asena, ilk edebiyat ve okuma zevkini annesi Şerife Hayriye Hanım’dan almıştır. Romantik, popüler edebiyatı okuyan anne, bu eserleri çocuğuna da tanıtmıştır.
Orhan Asena’nın eserleri çeşitli tiyatrolarda oynana gelmektedir. Oyunlarının birçoğu çeşitli kurumlardan ödüller kazanmıştır. Son eserlerinde çocuk oyunlarına yöneldiği anlaşılmaktadır.
Orhan Asena’nın oyunlarının hâkim cephesi güç kavramı üzerinde durmasıdır. Bu eserleri, insanların gücü ele geçirene kadarki tavırları ve güç kavramından anladıkları üzerinde çeşitlemeler diye nitelemek mümkündür. Güç kavramı, beraberinde iktidar kavramını da getirir. Orhan Asena’nın eserlerinde fertler arasında dar çevrede geçen hakimiyet kurma gayreti genişleyerek politik güç ve iktidar ihtirasına ulaşmıştır. Yazarın günlük politikayı insanın ezelî hakim olma ihtirasıyla yorumlaması, onu tarihî konulara ve döneminin önemli ihtilâl hareketlerini ele almaya yönelmiştir. Bu bakımdan onun Gılgameş’i ile Allende’si, Hürrem Sultan’ı veya tek perdelik oyunlarındaki kahramanları arasında, hareket noktaları bakımından bir fark yoktur. Bazı eserleri bir sohbetin tarihe nakledilmiş rahat anlatımları izlemini vermekle birlikte, Orhan Asena bunları başarıyla işlemiş, bir kısmı ülkemizdeki politik çalkantılarla denk düştüğü için eserlerin konuları, işlenişlerindeki gevşekliği unutturmuştur.
Orhan Asena evrensel kavramları tarihte ve günümüzde arar. Orhan Asena ‘‘Tiyatro Tarihten Ne Alır?’’ haklı olarak şöyle der: ‘‘Tarihten sahneye getirilecek pek çok şey vardır: Birtakım kişiler, birtakım olaylar, birtakım sorunlar, bir takım düşünceler. v. b. Ama bana öyle geliyor ki bütün bunları sahneye getirirken bir seçim yapmak zorundayız.
Neyi getirebiliriz?
Nasıl getirebiliriz?
Tarihten çıkardığım iki oyun var: Hürrem Sultan ile Tohum ve Toprak. Tanrılar ve İnsanları (Gılgameş) saymıyorum. Çünkü onu tarih ötesi bir efsaneden çekip almıştım ve galiba o kadar eski çağlara insan daha da kolaylıkla, daha bir cesaretle uzanabiliyor. Yine de bana öyle geliyor ki tutumum aynı olmuştu.
Birtakım kişiler var tarihte, dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette günümüzde yaşayanı. Şu adla, ya da bu adla, şu yanıyla ya da bu yanıyla yaşayanı? Yalnızca yaşaması yetmez, bu yaşantı çağımızı, çağımız insanını etkilemeli. Hele toplumumuzu etkileyebiliyorsa daha da iyi.
Birtakım olaylar var tarihte dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette günümüzde sürüp gideni. Yalnızca günümüzde sürüp gitmesi yetmez, çalkantısı içinde yitirmeliyiz kendimizi, dalgalarında bocalamalıyız, trajik ya da komik dünyanın bir ucundan duyabilmeliyiz yankısını. Eğer toplumumuzun bir çeşit yaşantısı halinde sürüp gidiyorsa bu geçmiş olaylar daha da iyi.
Tarihten birtakım sorunlar çıkarılabilir, dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette çağımızı düşündürmekte olanı. Ancak burada bir duralım: Her sorun bir cevap ister, tarihte kalmış sorunların çözümlerini dilerseniz bulabilirsiniz tarihte. Bir sanatçı olarak bu çözüme bağlanırsanız, ve çağınız insanını bağlamaya çalışırsanız gülünç olursunuz. Çünkü sorunlar ne kadar aynı kalırsa kalsın, çözümler değişir. Hiçbir çağ, bir önceki çağın izinden gitmemiştir. Her çağ kendi yaşantısını yaşamış, kendi sorununu kendi çözmüştür. Galibe en iyisi sorunu ortaya atmak, tarihteki çözümü ile birlikte, sonra da çağdaş insan koskoca bir parantez açmak, kendi çözümü için.
Biraz da böyle yapmak zorundaydım: Çünkü sanatın gününün sorunlarıyla uğraşmasını yerinde bulurum da, belli bir görüşü zorlamasını hoş görmem. Bu bana yetkisini ve yetkesini kötüye kullanmak gibi gelir. Sorunu taraf tutmadan namusluca ortaya atmak yeter sanatçıya. Gerisi bence güdümlü sanattan başka bir şey değildir.
Birtakım düşünceler var tarihte dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette çağımız kafalarını kurcalayan hangileriyse onları. Yalnızca düşünmeleri yetmez. Suya atılmış çakıl taşı istediği kadar dibe gitsin, halkaları hâlâ vura vura, çarpa çarpa büyüyor mu büyümüyor mu, ona bakmalı.
Düşünürlerin talihli bir yanları var: Bütün diğerleri öldükten sonra da yaşarlar. Sezar’ın zorbalığına karşı uyanan dirençle, bugün insan haklarına aykırı her tutumun karşısında uyanan direnç arasında ne ayrım vardır, düşün olarak? Tarihi bu türlü araştırmadan geçirmek güçtür. Çoğuzaman bulduğumuz, buldum sandığınız yanıltır sizi. Oysa güvenmelisiniz birbirinize, birlikte yola çıkabilmek için.
Sonunda aradığınızı buldunuz diyelim, bundan öteye yapacağınız şey daha da güçtür. Gününüz insanını alıpta o günlere götürmek değil, o günleri alıp bugüne getirmek gerektir.Yoksa geçmiş günlerin anıları arasında şöyle bir gezintiden öteye geçmez yaptığınız.O günleri alıp bugüne getirmek ise kolay değildir.Nasıl bir dirençle karşılaşacağımızı daha önceden kestiremezsiniz.Sonra da taraf tutmadan, öğüt vermeden, zorlamadan, kandırmadan, kişiliklerini kendilerinde bırakarak, bütün bu geçmiş günlerin kasırgaları içinde seyircimizi güven duyacağı bir kıyıya çıkarabilirseniz, gerçekten övünç duyabilirsiniz.’’Tiyatro yazarının sadece ‘‘seyircisine karşı’’ sorumlu olduğunu belirten Asena, ‘‘gerçek başkadır inandırıcılık başkadır’’ der. Tiyatro yazarları da inandırıcı olmanın peşindedir. Bu yüzden de belgeleri sıralamaz, o belgelerden yeni bir eser yaratır. Tarihî konuları işleyen yazarların kaçınılmaz savunmalarından biridir bu yazı, ve haklıdır.
ŞAHISLAR
AMBER AĞA………………………………HAYDAR OZANSOY
ALEMDAR PAŞA………………………….HALUK KURDOĞLU
2.MAHMUT………………………………...BAYKAL SARAN
RAMİZ EFENDİ……………………………SAVAŞ BAŞAR
İSA AĞA……………………………………EROL KARDESECİ
LALA MEHMET BEY……………………..MUSTAFA YALÇIN
AYŞE SULTAN…………………………….NURŞEN GİRGİNKOÇ
KAMERTAP………………………………..IŞIK YENERSU
GÜLTEN KALFA………………………….YILDIZ ARSLAN
NACİYE KALFA…………………………..NESRİN BOLLUK
HÜNKAR İMAMI………………………… EROL AKSOY
KÜÇÜK REFİK EFENDİ…………………. ERTAN SAVAŞÇI
BAYBURTLU SÜLEYMAN…………… ZAFER ERGİN
GALİP EFENDİ…………………………….KAYA AKARSU
TAHSİN EFENDİ…………………………. HALUK PURA
1.KADIN……………………………………BELMA SAVAŞÇI
2.KADIN……………………………………HİKMET SÖZMEN
ABİT AĞA………………………………….ERHAN ÜLKÜ
1.İÇ OĞLANI……………………………….KEMAL OKURER
2.İÇ OĞLANI……………………………….GÜNAYDIN YALTRAK
3.İÇ OĞLANI………………………………MÜRÜVVET SEYFİOĞLU
TAYYAR AĞA……………………………..ARGUN ÇIDAMLI
HURŞİT AĞA………………………………SERMET SERDENGEÇTİ
1.ULAK……………………………………..ORHAN ARAL
2.ULAK……………………………………..DENİZ ÖNAL
3.ULAK……………………………………..ERTEKİN ATAKAN
BÖLÜK AĞASI…………………………….TANSÜ AYTAR
AKAĞA……………………………………..LÜTFİ ILKICI
1. PERDE 28 TEMMUZ 1809 SENESİ
Oyunun ilk başında çizilen sahne tasviri daha ilk başlarda yaşanacak olayları verecek niteliktedir. ‘‘Tam fonda, ön sahne ile arada dar aralık bırakan bir pano Topkapı’nın o esrarlı, rutubet kokan, basık ve dar dehlizlerinden birini meydana getirmektedir. Pano üzerinde kafesli vitraylı pencereleriyle, gizli kapıları ile Topkapı mimarisi işlenebilir.’’ Eserin başında verilen bu sahne tasviri olacak olaylar hakkında bize az çok bilgi vermektedir. Aynı sahne eserin sonlarında da kullanılacaktır.
İlk olarak sahneye Amber Ağa girer. ‘‘Yetmişlik bir harem ağası. Filozof bir görünüşü vardır.’’
Anber Ağa’nın filozofça söyleyişi ile ilk sahne başlar.
“Susun, sayın bayanlarım, sayın baylarım;
Dinleyin bu eski çağlar artığı,
İhtiyar arabı, dertleşmek için sizinle,
Yüz elli yıllık uykusundan uyandı.
Ama siz dediklerine değil onun,
Demek istediklerine bakın asıl.
Boğuşadursun kinler, hırslar önünüzde,
Bakın gölgeleri nasıl.
Yetmişlik bir ihtiyarım, fark ettiniz elbet,
Adım Anber Ağa.
Üç saltanat gördüm, üç devir yaşadım
Bu sarayda.
Nasıl geldiler, nasıl gittiler,
Bilirim hep.
Sebep diye gösterdikleri tarihin,
Değil sebep.
Bırakın da dalkavuk tarihi bir yana,
Beni dinleyin.
Çünkü ben kıyıcığından gözetlemedim,
Ortasından yaşadım her şeyin. ’’
Anber Ağa’nın bu girişi onun filozofça edasını vermesinin yanı sıra Orhan Asena’nın tarih ile tiyatro bağlamında düşündüklerini bize verir. ‘‘Tiyatro Tarihten Ne Alır’’ yazısında yazdıklarına paralel niteliktedir. Anber Ağa’nın bazı fiziki özellikleri de bu konuşma metni içinde verilir. Olaylar 1809 senesinin 28 Temmuz ayında başlar ve iki ay süresince devam eder ve ikinci perdeye geçilir. Birinci perde Topkapı Sarayı’nın karanlık koridorlarında padişah üçüncü Selim öldürülmesi ve yerine ikinci Mahmut’un getirilmesi ile devam eder. Olaylar silah seslerinin gelmesi karanlık koridorlardaki ayak sesleri, fısıldamalar ile anlatılır. Alemdar Paşa’nın saraya gelemsi ve tahta çıkarmak istediği Üçüncü Selim’in cesedi karşısında: ‘‘ (Vakur bir ıstırapla) Vah efendim! Seni tahta çıkarmak için bunca yolu aştım da geldim. Kör olası gözlerim bu halde mi görecekti seni? Sana hayat vermek, seni yaşatmak, o kadar heybetle oturduğun, o kadar yakıştığın o tahta seni oturtmak ben kulumun elinde değil artık. Ama ahdım olsun, sana uzanan elleri kırmazsam, şu enderûnlu halkı dedikleri kâfirlerden öcünü almazsam, sana bir sığınak değil, bir zından, bir mezar olan şu sarayı içindeki tufeylilerle yakıp yıkmazsam…’’ .Bunun üzerine hayatı tehlikede olan şehzade Mahmut’u kurtarmak için harekete geçer. İkinci Mahmut’u Mustafa Han’ın elinden kurtarır. Alemdar Paşa adamları ile birlikte Üçüncü Selim’in katillerinin peşine düşer.Yakalamış olduğu hainlerle birlikte İkinci Mahmut’un huzuruna çıkar ve Sultan’dan sedaret alır ve Mustafa Han’ın yerine geçer Üçüncü Selim’in başlatmış olduğu yenilikleri devam ettirmek için adamları ile beraber ant içerler.(Ramiz Efendi, Behiç Efendi, Refik Efendi, Tahsin Efendi, Zeki Efendi, Galip Efendi, İdris Efendi)
Bu yeminden sonra Üçüncü Selim’i öldürenlerin arasında bulunan Bayburtlu Süleyman’ın sorgulanmasına geçilir. Süleyman: ‘‘ Ocaklar çoktan kaynardı devletlû! Onlar bizleri seçtiler, biz onları değil. Bizim bulunduğumuz yerden görünen şeyler hiç de sizin gördükleriniz gibi değildi. Zulüm, irtikâp, haksızlık, kuvvetlinin yumruğu, güçsüzün ahı… Zenginin her şeyi satın alabilen parası, fakirin koruyamadığı vicdanı… Sarayın debdebesi, tantanası, kaldırımların çamuru… serhatlerda bozgunlar, içerde kıyamlar… Konakların vurdumduymazlığı, bir lokma ekmeği bulamayan çocukların sızıltısı… Bir yolsuzluk vardı, devletlû! Bir yolsuzluk, bir yolsuzluk ki onlar bizden bilirlerdi, biz onlardan.’’
Süleyman’ın dedikleri Paşa’yı düşündürür. O dönemde uzun süren savaşlar, halktan alınan, adil olamayan vergiler yeni bir ordunun kurulması(Nizam-ı Cedid) ve bu ordunun almış olduğu başarısızlıklar o dönemdeki halkı özellikle ocak takımını tedirgin etmiştir. Sarayda yaşanılan hayatla varoşların çamuru, zıtlıklar üzerinde durulmuştur. Süleyman’ın söylediği ‘‘(Şiddetle) Haşa! Bizim ellerimiz o kadar yükseklere hiçbir zaman uzanmadı. Selim Han’ın katillerini bizim gibi külahlılar arasında aramayın devletlû! Haksızlık olur…onu…onu,… onu… Onu ilkin kendi kavuklularınız arasında arayın, bulamazsanız, hünkârımız efendimizin etrafındakilere dikkat edin, belki de birinden biri en mühim mevkilerden birini kapmak üzeredir şu anda.’’
Bu sahnede Süleyman’ın söyledikleri gerçektir. Saray içinde ki önemli mevkileri işgal eden Mehmet Bey gibi şahıslar ileride Alemdar Paşa’nın da ölümüne sebep olacaktır. Süleyman odadan çıkartılırken son söz olarak şunları söyler: Bir dakika paşa! Bana Bayburtlu Süleyman derler. Bayburt’tan gelirim. Bir Anadolu kasabasından. Gelirken bir tek isteğimiz vardı: Devletimiz ve padişahımız efendimiz için serhat boylarında savaşmak .Kader bizi nerelere çıkardı. Paşa! Rusçuk’tan gelirsin, bir halk çocuğusun, duyarız. Vefalısın, sadıksın, açık gözlü ve dürüstsün. Bu veliniğmetin efendin cennetmekân Selim Han’ a bağlılığından belli olur.
Paşa! Köyümde rençperlik yapardım ben. Tohumu bilirim, tarlayı bilirim, tohumun çabasını, tarlanın direncini bilirim, o ölüm kalım kavgasını bilirim. Her toprak her tohumu yaşatmaz paşa. Biz ise toprağı yalnızca yaşattığı tohumdan, göğerttiği filizden tanırız. Ya yaşamayanlar… Toprak altında çürüyenler… Paşa! Bu toprak sana uygun toprak değil paşa. Bize yaramadı, sana da yarayacağı yok. Sağlıcakla kal. Bunun üzerine Alemdar Paşa ‘‘Tohum ve tarla… Bu şeririn gider ayak verdiği dersi unutmamamız gerek. “Kapıların arkasında bir takım adamlar” demişti. Kapıların ardında kimseler kalmayacak. Kapıları ardına kadar açacağız… Bir saltanat meclisi toplamak istiyorum.Bir uçtan bir uca Alîosman’a haber salacağım Tepedelenli’ye, Kavalıla’ya , Cebbaroğlu’a, Karaosmanoğlu’na, Kalyoncu Mustafa’ya haber salacağım.Adı hayırsıza çıkmış, üstüne ferman gönderilmiş kim varsa davet edeceğim. Bir barış, bir kardeşlik andı için. Bir ittifak senedi imzalamaya. Baş gövdeden ayrılmış… Baş bir yana çeker, gövde bir yana gider. Nerede görülmüş bu.
Alemdar Paşa burada adil vicdanlı olarak Süleyman tarafından bizlere sunulmuştur. Süleyman’ın çözümlemesi tohum ve toprak kitaba adını vermiş. Kapılar ardında dönen entrikalara dikkat çekilerek aslında bozukluğun nedeni olarak saray içi gösterilmiş ve Alemdar’ı bekleyen gelecekte bir yönüyle çizilmiştir. Alemdar da bu gidişe dur demek için devleti bir bütün haline getirmeye çalışacaktır ve bu çaba saray içinde büyük yankı bulacak ve kapılar ardındaki kişiler olaylara yön tayin edecektir. Sarayın karanlık, küf kokan dehlizlerinde birtakım insanlar, fısıltılar, gölgeler belirecek miş…Miş…Miş… Ne demiş… Ne demiş… Ya… Ya… gibi seslerle bu kişiler gösterilmeyerek merak unsuru göz önünde tutularak olay zinciri düğümler atılarak devam ettirilmiştir.
Daha sonra sahneye Gülten Kalfa ile Ayşe Sultan girerler. Ayşe Sultan Üçüncü Selim’in karısıdır. Oğlunu tahta geçirmek için öncelikle Alemdar Paşa’yı ortadan kaldırmak ister ve onun içinde Kamertap adlı bir cariyeyi ona sunacak ve vermiş olduğu haplarla Alemdar’ı zehirleterek öldürecek ve oğlunun geleceğini garanti altına alacaktır. Ayşe Sultan Kamertap’ın avuçlarının içini öper ve bu sahne Alemdar ile tanışıp ona aşık olana dek Kamertap’ın aklından çıkmayacaktır.
Birinci perde iki aylık bir zaman birimini kapsamaktadır. Mekan olarak çoğunlukla yutucu bir mekan olarak Topkapı Sarayı kullanılmıştır. Saray karanlık dehlizleri olan saray içindeki insanların bile birbirini tanımadığı, iyilerin ve kötülerin birbirinden ayrılamadığı bir yarasa tüneğine benzetilmiştir. Alemdar Paşa dolaylı yollardan aktarılmıştır. Kimilerine göre (Ayşe Sultan, Gülten Kalfa) dağlı kimilerine göre vakur bir kurtarıcı(2. Mahmut) kimilerine göre vefalı, dürüst, tohum ve toprağı bilen birisi(Süleyman) olarak tanıtılmıştır. Kamertap daha çok fiziki özellikleriyle bizlere aktarılmıştır.“15-16 yaşlarında çok genç, çok güzel bir kızdır.” Bu bölümde Anber Ağa’nın sürekli olarak çok yaşlı olduğunu söylemesi laytmotif tekniği olarak kabul edilebilir. Kendisi üç saltanat görmüş birisidir.
2.PERDE İKİ AY SONRA BİR GÜN
İkinci perde Anber Ağa ile İsa Ağa’nın konuşmalarıyla başlar.İsa Ağa’nın konuşmalarından padişah 2.Mahmut’un egemenlik haklarının Alemdar Paşa tarafından kısıtlandığı anlaşılmaktadır.Ahmet Ağa’nın da şu cümleleri bu hükmü destekler nitelikte olsa gerek: “ Daha ne olsun? Siz de bu sarayda yaşarsınız, duymadınız mı? Anadolu’nun ne kadar sergerdesi, eşkiyası varsa haşa huzurdan , doluşmuş saraya. Alemdar Paşa ne düşünür, ne umar bilmem. Acaba akreple akraba mı olmak emelinde? Bir de bir ittifak senedi imzalamışlar. Alemdar Paşa bu ittifak senediyle kendini, düne kadar fermanlı olan bu eşkıya takımına bir iyice bağlamış, şimdi de hünkârımız efendimizi bağlamak diler.”
Saray içi bu konuşmalarla yankılana dursun 2. Mahmut’ta bir konuşmasında şunları söyleyerek saray içinde kapalı kapılar arkasında konuşulanlara açıklık getirmektedir: “ Bizi kurtardı ama dilediğimizce yaşatmaz. Bize taht verdi ama baht vermez. Teb’amla aramda hep o. Yoo… ben bıktım doğrusu, iyice bıktım bu oyundan. Haksızlık etmeyelim diye hakkımızı hep üste vermekten.” Anber Ağa’nın söyledikleri de ileride olacaklara ve sarayda söylenenlere açıklık getirecek niteliktedir:
“ İçeride önemli bir toplantı var.
Susun!
Kinler ayaklandı erdemlik uykuda.
Bırakın uyusun.
Tanıdınız sanırım yeteri kadar.
Karanlık dehlizler, aydınlık odalar…
Şurda bir yaprak hışırdasa rüzgârda,
Ses büyür de büyür şu kuytularda.
Her köşede, biraz daha biraz daha büyür,
Derken çok kimseye kasırga görünür.
Oysa bir yaprak hışırtısı sadece.
Bilirim sizde de çok sır saklar gece.
Bakın dinleyin, fısıltılar…
Nasıl da gittikçe büyüyorlar…”
Topkapı Sarayı artık içten içe kaynamaya başlamış 2. Mahmut egemenlik haklarının peşine düşmüş, karanlık koridorlarda fısıltılar artmış, sesler kaynamaya başlamıştır. Bu haberler saray içinde dolaşmaya başlayınca Gülten Kalfa müjdeli haberi Ayşe Sultan’a iletmiş ve harekete geçerek Kamertap’ı Alemdar Paşa’nın haremine gönderirler. Bu sırda Alemdar Paşa’nın yanındaki adamları da tek tek onu terk etmeye başlamışlardır. Bir gece Kamertap harekete geçer parmağındaki yüzüğün içersindeki zehri boşalttığı kadehi tam Alemdar Paşa’ya içerecekken vaz geçer atılır ve kadehi elinden alır ve perde kapanır.
Bu perde de mekan olarak gene Topkapı sarayı ve Alemdar Paşa’nın konağı kullanılmıştır. Topkapı yutucu bir mekandır, sarayda fısıltılar hiç kesilmemiş, kuytularda gölgeler hiç kaybolmamıştır. Topkapı sarayı’nın odaları hiç güneş görmemiş, rutubetli yerler olarak tasvir edilmiştir. Alemdar Paşa’nın evi ise ferahlatıcı bir mekandır, Alemdar Paşa etrafındaki sıkıntılarını Kamertap ile yalnız kalabildiği bu mekanda unutmaktadır. Alemdar Paşa’nın şu sözleri de Topkapı Sarayı’nın durumunu verir bize: “ Sen o karanlık dehlizleri görmedin, bilemezsin… O gün ışığından uzak dehlizleri… Gün ışığı bir kere bile gezinmemiş duvarlarında… Pencereleri bir kerecik bile açılmamış güneşe… Örümcek ağını, ölüm tuzağını kurmak için nerede daha uygun bir yer bulabilir? Ha bir insan boğazlanmış bir kuyusunda ha bir kandil parçalanmış da sönmüş, o kadar. Sen duymadın bilemezsin o çığlıkları… Kim bilir kaç yüzyılın ardından seslenirler… İniltiler duyarsın, yüzyılların boğamadığı… Kemerler, kemerler, kemerler görürsün, korkuların, ümitsizliklerin, hınçların üstüne kapanmış, abandıkça abanan kemerler…
İşte Paşa’nın yapmış olduğu bu izlenimler onun saraya karşı olan tutumunu belirlemekle kalmamış, bir insan olarak o mekanlardan kaçmaya, ve kendisini dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı tetikte bekletmeye itmiştir. Tarihin bunca senesinde böyle olaylar cereyan etmiştir. Alemdar Paşa her şeyin farkındadır, bir gün o odaların birinde kendinin de bir kemer vasıtası ile boğulacağının farkındadır.
3. PERDE 16-17 KASIM 1809 GECESİ
Sahne Anber Ağa’nın şu sözleri ile başlar:
Saraydan dışarılara taştı fitne artık
Şimdi tüm sokaklar, tüm evler karanlık
Ve karanlıklarda karanlık kişiler …
Karanlık düşünceler… Karanlık işler…
Beslendiler karanlığın kanıyla epiyi
Hırs hırsı çekti, öfke öfkeyi…
Unutuldu neydi erek, çok geçmeden,
Bir kere dizginler çıkmasın elden.
Bilirim sizde de bu eski kusur:
Öfke şahlandı mı vicdan uyuşur.
Artık içten içe kaynayan saray dışa taşmış, yayılmış ve sokak aralarından evlerin içlerine kadar girmiştir. Ocaklı ayaklanmış Alemdar Paşa’nın konağına akın akın gitmektedir. Bu sırada saray içinde de bu ayaklanmadan fayda sağlayacaklar koşuşturmaya başlamış, birbirlerine haber yetiştirmekle meşguldürler. Alev Alemdar Paşa’nın da konağını sarmış insanlar koşuşturmaya başlamıştır. Etrafı sarılan Alemdar Paşa 2. Mahmut’ haber ulaştırmasına rağmen destek gelmemiştir.Sarayın içinde 2. Mahmut ve paşalar toplanmış bu olayı tartışmaktadırlar. 2. Mahmut kendi içindeki çelişkilerini şöyle ifade eder: “Siz acaba bilir misiniz kaç defa yüzyüze geldim kendimle vicdanımda, vicdanımın en ışıksız köşesinde? Kaç defa geriledim. İteledim kendimi kendimden öteye. İnsanlığımla hükümdarlığım arasında nasıl bunalacak hallere geldim. Nasıl beni canımdan da, tahtımdan da, tacımdan da bezdirdi… Nasıl nasıl bir cehennem içre yaşadım. Bu kıyam bizim zamanımızda oldu diye acaba bizden mi bilinir?”
Sultan kendi içindeki sıkıntılarını böyle ifade etmiştir. Kendi egemenlik hakları ile Alemdar Paşa arasında kalmış, Alemdar Paşa’yı halkı ile arasındaki tek sorun olarak görmüş ve içinde yaşamış olduğu hesaplaşmalar neticesinde onu yalnız bırakmıştır. Alemdar Paşa’da yardım gelmeyince kaderine teslim olmuş ve çevresindeki yardımcılarını bir zamanlar kendisinin de askerliğe ilk başladığı Kırkikinci bölüğe canlarını korumaları için teslim etmiştir. Kamertap ile başa ölüme gitmiştir. Alemdar Paşa baş ile gövdeyi bir arada tutan bir araç gibi olduğunu bilir ve kendisinin padişah tarafından yalnız bırakılmasını, bu haşin kalabalığa yem olarak atılmasını ise yadırgar. Konakta yalnız kalınca Kamertap aşkını söyler. Bu nu söylerken de daha önce yapamamış olduğu cinayet girişiminden de bahseder ve paşa ile birlikte ölüme gider. Bu Kamertap için bir kenosis anıdır, günahlarının affedilmesi uğruna aşkı için Alemdar Paşa ile birlikte ölüme kaçıştır. Sesler yaklaşır ve içeriye girerler.Alemdar Paşa elindeki silahı caphaneye doğru ateşleyerek konağı havaya uçurur. Sabah olduğunda sesler kesilir, 2. Mahmut bu olayın sonucunu beklerken Anber Ağa telaşlı bir şekilde içeri girer ve asilerin bu büyük lokmayı yedikten sonra doymadığını ve saraya doğru geldiklerini söyler. 2. Mahmut bunun üzerine harekete geçer ve olayları büyük bir kıyımla bastırır. Topkapı Sarayı’nın karanlık odalarında fısıltılar gene yükselmeye, karanlık koridorlarda bilinmez gölgeler dolaşmaya başladığı sırada perde iner ve oyun biter.
Bu perde de daha çok dar ve sıkıcı mekanlar çoğunlukla kullanılmıştır. Alemdar’ın ölümü beklediği yer karanlık ve kasvetlidir. Padişahın odası da keza öyledir. Metin halkaları birbirine sağlam bir şekilde eklenmiştir. Olayların sıralanmasında mekan fonksiyonel olarak kullanılmıştır. Zaman olarak iki aylık bir zaman söz konusudur. Dili sade olmakla beraber yer yer Osmanlıca kelimeler de kullanılmıştır. Sarayın çok büyük ve kasvetli bir mekan olarak verilmesi, fısıltıların ve gölgelerin sahne açısından ve merak unsuru açısından kullanımı dikkat çekmektedir. Saray içinde düzenlenen entrikalar bu sesler sayesinde seyirciye veya okuyucuya yansıtılmıştır.
Sonuç olarak bir tohum olarak saraya gelen Alemdar Paşa bu toprakta yaşayamamıştır. İktidarını elinde tutmak isteyen 2.Mahmut kendisini tahta çıkaran kurtarıcısı Alemdar Paşa’yı yem olarak kullanmış ama pişman olmuştur.
Alemdar Paşa devletinin menfaâti için yaptıklarının bedelini ödemiştir.
KAYNAKÇA
İnci Enginün, “ Gılgameş Destanı ve Oyun Yazarlarımız” Emin Bilgiç Hatıra Kitabı, ISAR,2900,S.227-250
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXViii, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi 1998,s.243-261
(1986-2000) Yılları Arası Konusunu Türk Tarihinden Alan Tiyatrolar 2005 Yrd.Dç.Dr Abdullah Şengül
Tohum ve Toprak M.E.B. 1964 Ankara
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.