- 812 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYRANCI HASAN'IN OĞLU CONİ BİTILS (4)
SAHNE DÖRT
FONDAN SES: (Perde açılmadan önce) Yıl 1974. Aralık ayının on beşi. Çarşamba. Gece…
MEHMET: (Dekor aynı. Masanın yanında, ayaktadır. Masadaki teybi açar. Teypten bir hafif müzik sanatçısının süratli bir tempoyla, yüksek ses tonuyla söylediği bir şarkı duyulur. Mehmet bu parçanın hızlı ritmine göre hoplayıp zıplayarak, ara sıra çığlıklar atarak dans eder. Bir müddet sonra teybi kapayıp boş bir kaset koyar. Aynı parçayı daha yüksek tonda çılgınca haykırarak söyler.
FONDAN ERKEK SESİ: Hey kardeşim, ne bağırıyorsun bee? Ayıptır yahu!.. Çoluk çocuk uyuyor aşağıda. Deli misin nesin?
MEHMET: (Sesi duyunca teybi kapar. Sinirli sinirli dinler. Ses kesildikten sonra) Hadi lan enayi, sen ne anlarsın müzikten apta… (Aniden susar. Korkarak kapıya yaklaşır, kulağını kapıya dayayarak dışarısını dinler. Yavaşça kapıyı açıp dışarı bakar, kapıyı kapayıp kabadayı gibi konuşur.) Sen ne anlarsın lan müzikten? Bağırıyormuşum… Ne bağırması kardeşim? Müzik yapıyoruz biz, müzik… (Teybi açar, az önce kasete aldığı sesini dinler.) Çok güzel, şahane, korkunç!... Benim sesim bu, benim… (Teybi kapar. Aklına yeni gelmiş gibi)
Saçı sakalına karışmış pis bir herif girdi sınıfa. Kısa boylu, karga burunlu, kirli suratlı, yamuk omuzlu, süpürge saçlı, haramî kılıklı bir berduş… Yolda görsen üstüne tükürmeye tenezzül etmeyeceğin bir serseri… Fakat hayret!.. O serseri sınıfa girince bütün gözler ona çevrildi. Herkes onu göstererek yanındakine bir şeyler fısıldamaya başladı. O pis, o karga burunlu herif ise kimseye aldırmadan, hatta tepeden bile bakmaya tenezzül etmeden (taklit ederek) sallana sallana, havalı bir pozda yürüdü. (Yürüyüşü taklit ederek) Ne ulan bu? Böyle yürüyüş mü olur?.. Herif daha yürümesini bilmiyor. Tövbe estağfurullah!... (Bir sükût) Berna’nın yanına gitti. Berna onu görünce öyle şaşırdı, öyle sevindi ki!.. Ayağa kalktı. Elini o pis herife uzatıp “Hoş geldin!” dedi. Tokalaştılar. Sonra, sonra… (Tiksintiyle) Tüh!... Öpüştüler… Hem de dudak dudağa, herkesin gözü önünde... (Utanır) Onlar utanmadı, ben utandım. Yedi kat yerin dibine geçtim. Sonra, sonra Berna o pis herifin koluna girdi, sınıftan çıktılar. (Küçümser bir tavırla) Koluna girdi, pöh, koluna girdi; girsin… (Küçümser gibi tebessüm eder; tebessümleri kızgınlığa dönüşür, bağırarak) Seserileer!... (Öfkeyle tur atarak) Anlamıyorum, anlamıyorum… Berna gibi güzel bir kız ve o karga burunlu serseri!.. Nasıl oluyor da Berna onun koluna giriyor? Herkesin gözü önünde öpüşmeleri mantığa sığacak şey mi? (Bir sükût)
Sonunda anlaşıldı. (Küçümseyerek) Şarkıcıymış herif, aranjman söylüyor. Meşhur bir şarkıcı… Ben de ismini duymuştum birkaç kere ama sesini beğenmiyorum. Çünkü güzel değil. Eşek gibi anıran bir şarkıcının nesini seveyim? Fakat onun sesini beğenen aptallar var ki adam meşhur olmuş. İşte onu seviyormuş Berna. Onlar sınıftan kol kola çıkarlarken iki kız aralarında şöyle fısıldaşıyordu. (Taklit eder.) Ne yakışıklı adam!.. (Birine cevap verir gibi) O mu yakışıklı? O pis, saçı sakalına karışmış tipsiz herif mi? Ulan hiç yakışıklı görmesek yutturacaksınız be!.. Biz ne güne duruyoruz? Bir başka kız ise yanındakine şöyle diyordu: (Taklit ederek) Tüh, keşke tanışsaydık!.. Bir imzalı fotoğrafını alırdık. Belki bizi gitarist arkadaşlarıyla falan tanıştırırdı. Ve göz kırpıyordu bunları söylerken. (Öfkeyle bağırarak) Sersriler, aptallar, şapşallar, rezilleeer!..
Onunla gitti Berna. Sevgilisiyle, yavuklusuyla… Karga suratlı herifle gitti. Seviyormuş… (Öfkeli) Ne sevmesi yahu!.. O herifte sevilecek ufacık bir özellik olsun vallahi içim yanmaz! Ama yok, yok işte… Tanıdığım insanların en kibirlisi ve en çirkini… Fakat ortada bir gerçek var: Berna onun koluna girdi ve onunla gitti. Hatta onca insanın içinde öpüşmekten çekinmedi. Karga suratlı herif teklif etse hemen bugün evlenir. Berna onun sakalına mı âşık? Karga burnuna mı? Kısa boyuna mı? Hayır, hiç birine değil. Peki neyine âşık? Şöhretine, parasına… O büyük bir şarkıcı ve zengin. Alkışlanıyor, alkışlar onun için çarpıyor. Milyonlarca kişi tanıyor onu. İsterse en pahalı otellerde yatabilir, an güzel otomobillerle gezebilir, en lüks lokantalarda yemek yiyebilir. Berna’ya kürkler, mantolar, mücevherler alabilir. Kraliçeler gibi yaşatır Berna’yı. İşte Berna buna âşık. Yani paraya ve şöhrete… Berna onunla evlenirse ışıklara, alkışlara ve paraya kavuşacağını çok iyi biliyor. Bu evlilikte tek derdi olacak Berna’nın: O herifin pis suratına tahammül etmek… Yani rol yapmak. Ve rol yapıyor, hayatı boyunca da rol yapacak. Sevmediği hâlde seviyormuş gibi gözükecek. Gayrı mutlu mu olur, mutsuz mu bilemeyiz.
(Alaycı) Aşk… Aşk… (Havada harfler çizerek) Aa, şee, keee… Ne sihirli kelime!.. (Yere diz çökerek taklit eder.) Ey karga burunlu büyük şöhret!.. Ne olur gitme, seviyorum seni. (Kalkar, cevap verir gibi) Yapma yahu!... Allah Allah!.. Seviyorsun demek? (Tiksintiyle tükürür.) Tüh Allah kahretmesin! Seviyormuş… (Taklit ederek) Ey ensesi yağlı, göbeği kocaman, altmış yaşındaki büyük patron!... Benim yaşım yirmi beş, ama seni seviyorum işte! Çünkü aşkın yaşı yoktur. Çünkü aşk kutsaldır. (Havada nokta koyar gibi) Nokta… Bir daha nokta… (Taklit ederek) Seni seviyorum Nalân, senin için dünyaları yakarım. (Kız taklidi yaparak) Ben de seni seviyorum Okan, kalbimin en ücra köşelerinde sen varsın! (Seyircilere) Al işte!... Ne Okan’ı lan enayi? Kalbinde kan var kan…
(Sinirli) Aşkmış… Aşk… Ne gülünç kelime!.. Eskidenmiş o. Berna mı âşık? O herife mi? Güleyim de dağlar taşlar yıkılsın!.. Ne demek aşk? Sevgi nasıl bir şeydir? (Elleriyle büyüklük taklidi yaparak) Aşk büyüktür, uludur, yücedir, kocamandır… Aşk kutsaldır, aşk ruhların birleşmesidir, aşk fikirlerin birleşmesidir. Nokta. Hem de üç tanesi yan yana… Peki erkekler neden hep güzel kızları beğenir? Niçin hep güzel kızlara âşık olunur? Hem de görür görmez, bir dakika içinde… Binlerce şahsiyette, binlerse erkek nasıl olur da aynı kıza âşık olur? Hani fikirler birleşiyordu, hani ruhlar birleşiyordu? Neden çirkin kızlara, çirkin delikanlılara âşık olunmaz? Çirkin kızlarda ruh ve fikir yok mu? Hangi yakışıklı ve zengin delikanlı çirkin bir kıza yaklaşıp “Şununla bir tanışayım; bakalım ruhlarımız ve fikirlerimiz uyuşuyor mu? diye düşünmüş? Var mı böylesi? Veya tam tersi… Güzel ve zengin bir kızın çirkin bir delikanlıya yaklaşıp ruh ve fikir birleştirdiği görülmüş mü? Neden sokaktaki hamallara, boyacılara âşık olmuyor kızlar? Ama zengin erkeklere âşık olan çok. Soru işareti?... Ve cevap yok. Bazen filmlerde görüyoruz; romanlarda da var. Masallar da böyle kutsal aşklarla dolu. Ama ya hayatta? Hani, nerede? Yani sokaklarda kol kola gezenler hep âşık mı birbirine?
(Pencereye yaklaşır.) Al işte, bir çift daha… Kol kola girmişler, birbirlerinin suratlarına bakıp gülümseyerek yürüyorlar. Yani onlar seviyorlar mı birbirlerini? (Pencereden uzanarak bağırır.) Hoop, siz birbirinizi seviyor musunuz heeey? (Sözü yarıda kalır, utanarak eğilir, odanın öbür ucuna kaçar, kendi kendine kıs kıs güler; az sonra pencereye yaklaşıp çekinerek dışarı bakar, yine eğilir; birkaç saniye bekledikten sonra yine dışarı bakar.) Gittiler. Yani âşık mı bunlar? (Sokaktakileri savunur gibi) Yok canım, henüz âşık değiliz. Tanışma safhasındayız daha. Şimdilik ruhlarımızı ve fikirlerimizi birleştiriyoruz. Eğer anlaşabilirsek evleneceğiz. (Taklit ettiklerini elinin tersiyle iter gibi) Hadi ordan!.. Şunlara bak… Tövbe estağfurullah!.. (Bir sükût) Ve hep böyle evleniyorlar. Tanışarak, anlaşarak… Peki niçin İstanbul’da her gün binlerce boşanma vakası oluyor? Neden Sazpınar’da boşanan yok? Sazpınarlı anlaşmadan, ruh ve fikir birleştirmeden evleniyor ya… (Bir sükût ) Neden olursa olsun, ortada bir gerçek var. Aşk yok, aşk denilen şey var olamaz. Sevilen iki şey var: Güzellik ve para. Gençler bunu çok iyi biliyor ve parası olanlarla güzeller ve yakışıklılar çok şanslı. Çirkinler ise güzelleşmeye çalışıyor. Boyalar, cımbızlar, uzun-kısa etekler… Ve başlasın süslenme yarışı, giyinme yarışı… Sonra da aşkın kutsallığından söz ediyorlar. Git efendim git, beni mi uyutacaksın? Para var ortada, para… (Para, para, para şarkısını söyler.) Para, para,para; varlığı bir dert, yokluğu yara…
Neler düşünüyorsun be Mehmet!... Şarkıcı olacaksın, büyük adam olacaksın., herkes tanıyacak seni ve alkışlayacak. İmzalı bir fotoğrafını alabilmek için üstüne hücum edecek kızlar. Şöhret olacaksın, büyüyeceksin. Her gün yüzlerce aşk mektubu gelecek sana. Hakkari’nin en ücra köşesindeki köyden tut da Hilton’un en üst katında oturan binlerce kızdan hayranlık mektupları gelecek. Sokakta, o pis herif gibi havalı havalı yürürken kızlar sana bakacak ve “Ne yakışıklı delikanlı!..” diyecek. Fakat sen o zaman hiçbirine yüz vermeyeceksin. Mutluluk orda işte Mehmet. Yıllardan beri İstanbul’u hayal ediyordun. İstanbul’a kavuşunca mutlu olacağını sanıyordun. Geldin işte, geldin. Fakat İstanbul’a gelmek yetmiyormuş demek. Köyde büyük bir adamsın. Anne ve babalar evlâtlarına seni örnek gösteriyorlar. Bütün delikanlılar kıskanıyor seni. Köydeki kızların birçoğu sana âşık. İstediğin kızı alırsın Sazpınar’da. Çünkü hepsi seni avukat namzedi olarak görüyor. Fakat ya İstanbul’da? İstanbul’da bir hiçsin Mehmet. Sadece bir dağlısın, bir zavallı köylüsün. Belki de kökünden koparılmış bir çiçeksin. Belki de bir nokta bile değilsin bu şehirde… Büyüyeceksin Mehmet, en büyük olacaksın. Uzanacaksın ışıklara, kavuşacaksın alkışlara. O karga suratlı herif bunların hepsine kavuşmuş ve Berna onun… Senin sesin güzel Mehmet, karga suratlının sesine beş çeker… Bu hayallerin gerçekleşebilir Mehmet.
(Teybi açar, kendi sesini bir daha dinler.) Bu ses, bu ses… Çok büyük bir ses!. Şarkıcı olacağım, şarkıcıların en büyüğü olacağım. Sadece Türkiye değil, bütün dünya tanıyacak beni. Kongo’dan, Amerika’dan, Japonya’dan binlerce iş ve aşk mektubu gelecek bana. Milyarlarca insan tanıyacak beni. Beni, ben Mehmet Demir’i… Mehmet Demir, Mehmet Demir… (Öfkeyle bağırır) Sevmiyorum bu ismi. Başka bir isim bulmalıyım kendime. Allengirilli, eksantirik bir isim olmalı. İner çıkarlı. (Tur atarak) Erkan, Serkan, Taner… Olmaz, iyi değil bunlar. Fazla demode… Hiç duyulmadık asortik bir isim olmalı. Burçak, Burçin; olmaz, kız ismi ve çirkin. Sander, sen, san, sanereer! Evet evet Saner olsun, güzel isim… Bir de soy isim bulmalıyım; kafiyeli olmalı. Saner Tümer, Biter, Tüter, Ender… Hah, bu oldu işte. Saner Ender, Saner Endeeer!.. Fakat bu isimde bir eksiklik var gibi. Büyük adamların üç ismi oluyor genelde. Benimki de üç isimden teşekkül etmeli. Saner Ender Can, Saner Ender Alp, Alp Saner Ender, Saner Alpender. Şimdi oldu işte! (Haykırır) Saneeer Alpendeeeer!... (Ekolu bir mikrofonla anons eder gibi) Sevgili misafirler, sayın konuklar, şimdi de huzurlarınızda, genç kızların sevgilisi, pop müziğin unutulmaz sesi, şöhreti sınırlarımızdan taşan, hatta dünyayı aşıp aya ulaşan, büyük şahsiyet Saner Alpendeeer!... Herkes beni dinleyecek, bütün genç kızlar bana âşık olacak. Benimle tanışabilmek için hepsi can atacak. Kızlar, kızlar… Bütün kızlar âşık olacak bana!
(Çıldırmış gibi) Rengârenk ışıklarla donatılmış büyük bir sahne… Salon tıklım tıklım… Ve seyircilerin yüzde doksanı genç kız. Perde yavaş yavaş açılıyor. Şurada bir orkestra. Birden sahnenin ışıkları sönüyor. (Sahnedeki ışıklar söner.) Karşıdan bir projektör sahneyi aydınlatıyor. (Projektör aydınlatır.) Perde açılır açılmaz orkestra hafiften hafiften çalmaya başlıyor. (Fondan hafif tonda orkestra sesi) Birden bir alkış tufanı kopuyor. (Fondan alkış sesleri) Alkışlıyorlar, alkışlıyorlar, alkışlıyorlar… Bir, beş, on dakika sürüyor alkış. Ve kesiliyor alkışlar. Orkestra inceden inceye çalmaya devam ediyor. Ve şimdi beni bekliyorlar. Ben sahnede yokum. Kuliste bekliyorum. (Bir battaniye alıp kapıya gider, battaniyeyi önüne perde yaparak gizlenir) Beni. Ben Saner Alpender’i bekliyorlar. Ve ben aniden çıkıyorum sahneye. (Battaniyeyi, atarak çıkar, selâm verir.) Asortik bir selâm… Şimdi bütün genç kızlar ayakta. Kızlar çılgınlar gibi alkışlıyorlar. On altı, on yedi, on sekiz yaşında; güzel, çirkin, esmer, sarışın, kumral binlerce kız beni alkışlıyor ve hepsi bana âşık. (Eğilip bir şeyler alır gibi) Ve ben sahneye atılan çiçekleri topluyorum bir bir…
Sol tarafta sülün gibi bir sarışın görünüyor. Ağır ağır yaklaşıyor bana. Yaklaşıyor, yaklaşıyor. Elinde kocaman bir gül demeti var. Gülleri bana sunuyor ve ben teşekkür edip alıyorum gülleri. Sona onun yanağına bir öpücük konduruyorum. Sarışın güzel öpülmenin verdiği gurur ve mutlulukla koşarak yerine gidiyor ve diğer kızlar ona gıptayla bakıyor. Ve sürüyor alkışlar… Ben alkışlara sahte tebessümler saçarak cevap veriyorum. Ve alkışlar ekolu mikrofondaki muhteşem sesimle birlikte kesiliyor. Teşekkürler, mersiii, tenkyuuu!... Sevgili misafirlerim, kıymetli seyircilerim, programıma başlamadan önce sizlere orkestra arkadaşlarımı tanıtmak istiyorum. Gitarist Okan, basgitar Tansu, solo gitar Taner, trombon İskender, elektro saz Bülent ve Orkta Şadan… Ve ben Saner Alpendeeer!. Yeniden bir alkış tufanı kopuyor. Biz artık aldırmıyoruz alkışlara. Orkestram Bradırs ve ben Saner Alpender başlıyoruz programımıza. Genç kızları çıldırtan sesimle şarkılar söylüyorum.
(Cırtlak, dinleyeni rahatsız eden bir sesle aranjman söylemeye başlar. Perde iner.)
(Devamı var) erturanelmas.megabb.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.