Huzurlu Bir Sessizlik
Huzurlu bir sessizlik vardı evde. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Adam koridorun diğer ucunda duruyor ve kadına bakıyordu. “Onun olduğu her yerde huzurlu bir gürültü ya da huzurlu bir sessizlik oluyor zaten.” diye geçirdi içinden. Asla inanmadığı şeylerin kucağında buluvermişti kendini, o hayatına girdiğinden beri. Ona bakarken bunları belki kaçıncı kez kafasından geçiriyordu. Fakat yüreğindeki sevgi tohumları göz bebeklerinde filizlenip sıcacık bakışlara dönüşüyordu kadına doğru bakarken. Kadın yatağının baş ucuna oturmuş gözlerini kapatmış, üzerinde gezen bakışlardan habersiz dua ediyordu. Hissederek, zaman zaman fısıltılı, zaman zaman kıpırdamayan dudaklarla, iki eli semaya açık, başında kırmızı şalı. Minik bir damla yaş süzüldü sağ gözünün sağ kenarından, hafif hafif kıvılcım biçiminde rotasını bulup yüzünden aşağı bıraktı kendini. Adam görüyor, anlıyor ve hissediyordu. Gözleri kimin için yaşarıyor ve kimin için ruhunu inzivaya çekiyor, adı gibi biliyordu. Biliyordu hayaletinin hâlâ aralarında gezdiği üçüncü şahsın bıraktığı enkazı. Düşündükçe üzerine bir yenilmişlik hissi yayılsa da, ona olan sevgisi o kadar basit değildi ve tek isteği sevdiği kadının dileklerinin yerine gelmesiydi. Ruhu hâlâ kanıyordu sevdiği kadının, paramparça edilmişti, kalbinin büyük bir kısmını habersizce içinde kaldığı savaşta kaybetmişti. Kalanlarla tutunabilmişti hayata ve kısıtlı ümitlerinden bir küçük parça adamın ellerine bırakmıştı. Bu bile nimetti adam için. Sevdiği kadının arkasında olmaktan asla vazgeçmeyecekti. Böyle bir şeyin imkân ve ihtimâlini dahi düşünemiyordu. Dileklerine giden yolu aydınlatmak için her şeyi yapacaktı. Adamın geçmişi, ruhu, ümitleri, geride bıraktığı arzuları, artık olmaz dediği hâyâlleri; gerçekleşmek üzere başka bir ruhu adres bulmuştu meğer, suskun yüzünü izlediği,sevdiği genç kadındaydı hepsinin panzehiri ve özü. Ardından gölge olmayı, önünde ışık olmayı yeğlerdi. Ama asla bir damla gözyaşı, kaybolan bir an, yıkılan bir güven, söylenen bir yalan olmayacaktı bu kadın için. Bu sefer olmayacaktı. Onu fark etmeye başladığı ilk günlerde saçmalıklarla dolu duyguların ona neden hücum ettiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Karşılaşmak kaderlerindeydi. Ama devam etmek sevdiği kadının kaderiydi. Devam ettirecekti. Düşse kaldıracak, ağlasa güldürecek, vazgeçtiği yerden, sapacağı yoldan çekip çıkaracaktı. Kadın gözlerini açtı, yüzünü adama doğru döndü. Sakince gülümsedi.
Adam yaklaştı, yatağın diğer ucuna oturdu, kadının ufak ellerini ellerinin arasına aldı.
Ona en fazla dokunabildiği buydu. En fazla dokunmayı tercih ettiği. Kâlbini ve zihnini prangalayan gerçeklerle utanç ve vicdan muhasebesi yapmayacaktı. Değerlisi haline gelmiş sevdiceğini bir gün, “Neden, neden oldu sanki!" cümlesiyle ağlama ihtimâline bırakmayacaktı.
Öyle bir ruhtu ki karşısındaki; yanında var oldukça nefes alıyordu. Bu hisleri hayatın anlamı veya çılgınca, kontrolsüz bir aşk demek değildi. Başka bir şeydi içindeki, kadının yüzüne her baktığında ruhunu İçini renklendiren ve kendini evinde hissettiren garip bir şeydi ve şimdi adam evini asla kirletmek istemeyen bir aşk titiziydi. Belki pek çok başka insan için yetmeyecekti böylesi, aslında adam kendine karşı bile hayretler içerisindeydi.
Düşününce onu bu ruh haline sokan kendinden emin oluşu da değildi zaten.
Olması gerektiği içindi,
Buna inandığı ve böyle hissettiği için.
Çok uzak olduğu hisler rüzgarına kapılmıştı bir kere.
Onunla olmak meltemin saçlarının arasından masaj yaparcasına esip geçmesi gibiydi. Kadının gözlerini her kırpışı ve ardından gözlerine değen her bakışı. Aidiyetine alma sahipleniciliği değildi bu. Başka bir şeydi. Issız bir adaya düşmüştü sanki ikisi de, yardım için acele etmiyorlardı. Kadın kendi gemisini inşa edip dalgalarla öyle savaşacaktı. Yapardı çünkü. Adam hayatında kimseye güvenmediği kadar güvendiği tek insanın o olduğunu düşündü, sessizce ellerini başparmaklarıyla sıvazlarken. Nasıl olduğunu anlamadı ama böyleydi,
Ellerine baktı, beyaz, yumuşak, ruhu parmaklarına taşmıştı.
Bu eller bir başka ellere aşıktı bir zamanlar ve o tene doğru hasretle dokunmuşlardı belki de nice kez. Bu aşık elleri bırakmak için aptal olmak gerekirdi ve de bu yüzü
Kuvvetli bir aşkla baktıklarında nasıl olacağını tahmin edemediği gizli heyecanlar yaratan bu gözleri ağlatmak için ve bu kadını terk etmek için delirmiş olmak gerekirdi.
Delirmişti ki gitti, düşünmeden enkazını.
Tıpkı bir zamanlar sevdiği insanın kendisinden öylece çekip gittiği gibi.
E.İ(Labarnas)