Serçe parmağımız!..
Annemiz erken ölmüştü…
İki yıl sonra da babamız…
Bir elin beş parmağı gibi beş kardeş başbaşa kalmıştık…
Ben kocaman adamdım...
Hayatımızın birgün biz istemesek bile mutlaka sonlanacağını biliyor, bu zamansız ayrılıkların anlamını çok iyi kavrıyordum.
Ama o daha çok küçüktü…
Serçe parmağımızdı bizim..
***
Annemizin ölümünden fazla etkilenmedi; çocuktu.
Bir sabah şehire giden babamız, ona futbol topu alma sözü vermiş; o da akşama kadar köyün minibüsünü gözlemişti.
Kimbilir hangi çocukca hayallerle, hangi çayırda kime ne çalımlar atacaktı. Şehirde beyin kanaması geçiren babamız ona söz verdiği o topu hiç götüremedi ama gözlerine hüzün getirmişti.
***
O günden sonra o küçük çocuk yalnızlaştı.
Biri dövdüğünde, öğretmeni kızdığında, çocukca bir suç işlediğinde, ortadan kaybolurdu. Dört kardeş köyü alt vurur, üst çıkar ama bulamazdık…
Bu ani kayboluşların sırrını kısa zamanda çözdük.
Sonraki günlerde köy sokaklarında onu hiç aramadık.
Çünkü nerede olduğunu biliyorduk.
Evet… Onu hep evimizin bitişiğindeki ahırda bulurduk.
Babamızın ‘Karakaytan’ diye adlandırdığı atın yanında sessizce oturur, bize hep aynı cevabı verirdi:
“Babamı özledim!..”
***
Okumasını çok istedik…
Özelliklede ben.
Tüm çabalarıma rağmen okumamak için direndi…
İnatçıydı da.. Sonunda beni bile kanıksattı.. Okulunu bırakmıştı.
***
O yalnızlığını gözlerinde gizleyen çocuk üç gün önce, “Abi ben askere gidiyorum!”dedi.
O küçük çocuk birden büyümüştü….
Şimdi ben yalnızlaşmıştım.
Ağlamakla sevinmek arasındaki o karmakarışık duygu boğazıma düğümlendi..
Sanki hep çok uzaktan işittiğim sesler birden yaklaşmıştı.
Hafif hafif bir nakarat kulaklarımı doldurmaya başladı:
‘‘En büyük asker bizim asker...’
***
Bizim asker mevsimlerimiz vardır.
Anadolu’nun bütün şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde, herkesin mutlaka bir kaç kez katıldığı tanıdık çok güzel bir uğurlama ayini...
Fotoğraf hemen hepsinde aynıdır.
Sadece mekânlar değişir.
Kiminde bir otobüs garajı, kiminde bir otobüs idarehanesinin önü, kiminde bir tren istasyonu.
Bazen de bir havaalanı.
Ne bileyim, bir ayrılık durağı...
Askere gidenler hepsi güle oynaya giderler.
Bazılarında davullar çalınır, bazılarında gitarlar…
Ama nakarat, heryerde aynıdır.
O herkesin ezbere bildiği, benimse içimde çığlık kalan:
‘‘En büyük asker bizim asker.’
***
Oysa gidenler daha küçüktür. Hatta çocuktur.
Ya da bize öyle gelir.
Yıllar geçtikçe, daha çok öyle…
Acaba bu çocukların, bu güle oynaya askere giden çocukların kaçı oralarda kalacaktır?
O soru gelir, beyninizin bir yerine ama orada kalamaz. Hemen gider, kovalanır.
‘‘En büyük asker bizim asker.’
***
Dün ben de bir parçamı askere gönderdim.
Parmaklarımın en serçesini...
Havaalanında onu öptüm...
‘‘Güle güle’ dedim.
O küçük çocuk sanki birden büyümüştü…
Ağlamakla sevinmek arasındaki o karmakarışık duygu boğazıma düğümlendi..
O daha uzaklaşmadan, iyice yalnızlaşmıştım.
İçimdeki coşkulu koro ise haykırıyordu:
‘‘En büyük asker bizim asker.’
YORUMLAR
Okurken gelip boğazıma birşeyler düğümlendi desem inanır mısın acaba...
Yorum yazmak istedim,hem de uzun bir yorum ama bazen duygular yazıya dökülemiyormuş,onu anladım...Yorumsuzum yani...
Umarım o en küçük serçe parmağınız kazasız belasız görevini yerine getirip evine döner...
Çok güzel bir yazıydı,en önemlisi de içtendi... Ellerine ve yüreğine sağlık...